Teri Terry – Çıkış Yok 1 – 2054 Çıkış Yok

Kaçıyorum. Kendimi bir ayağımı diğerinin ardından atmaya zorlarken dalgaların pençeleri kumları tırmalıyor. Aceleyle atıl, aşağı kay, tekrarla. Daha hızlı. Gözler ilerideki kum tepelerine dikili. Arkana bakma. Bakmamaksın. Düzensiz nefes alışlar; al, bırak; al, bırak. Hâlâ kaçıyorum. Akciğerler patladığında ve kalp kumun üzerinde koyu kırmızı bir yıldız gibi infilak ettiğinde tökezliyorum. Bir adam geriye dönüyor. Beni ayağa kaldırıyor ve dürterek ilerlemeye zorluyor. Gittikçe yaklaşıyor. Ayakta duramayıp yeniden düşüyorum. Artık kaçamam.


Beni tutmak için diz çöküyor ve gözlerime bakıyor. “Zaman geldi. Çabuk, şimdi! Dik şu duvarı.” Daha da yaklaşıyor. Böylece tuğla tuğla örüyorum onu. Sıra sıra. Rapunzel’inki gibi yükselen bir kule, ama bunun penceresi yok, saçımı sarkıtacağım hiçbir yer yok. Kurtuluş şansı yok. Kim olduğunu asla unutma! diye bağırıyor, omuzlarımdan yakalayıp betti sertçe sarsıyor. Bir dehşet örtüsü denizi yok ediyor. Kumlar. Onun sözleri, kollarımdaki çürükler, göğsümde ve bacaklarımdaki acı. O burada. BİRİNCİ BÖLÜM Garip. Tamam, bu yargıya dayanak oluşturacak kadar çok deneyimim yok.

On altı yaşında falanım ve güç anlayan ya da geri zekâlı biri değilim ve doğduğumdan beri -bildiğim kadarıyla- bir dolabın içine kilitlenmemiştim. Ama Programlama bunu sana yapıyor. Deneyim eksikliğini hissettiriyor. İlklerin geçişi her şeyde biraz zaman alır. İlk sözcükler, ilk adımlar, duvardaki ilk örümcek, taşa çarpılan ilk ayak parmağı. Anlarsın işte: Her şeyin ilki. Yani bugün kendimi garip ve yabancı hissetmem sadece bundan olabilir. Fakat tırnaklarımı yiyor, burada oturup annem, babam ve Amy’nin beni hastaneden alıp eve götürmesini bekliyorum ve onların kim olduklarını da bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum. Bu nasıl… garip olmaz ki? Bızzzzz: Bileğimdeki Levo’dan gelen ikaz edici, hafif bir titreşim. Bakıyorum: 4.4’e düşmüşüm, mutluluğun aksi yönünde. Biraz çikolatam var ve tadını alıp bekleyince seviyem yavaşça yukarıya doğru tırmanmaya başlıyor. “Biraz daha sinirlenirsen şişmanlayacaksın.” Sıçrıyorum.

Dr. Lysander kapıda beliriyor. Uzun, zayıf ve beyaz önlüklü. Koyu renk saçları dümdüz geride toplanmış. Kaim gözlükleri var. Fısıltılar içindeki bir hayalet kadar sessiz hareket ederken, biri öfkeye kapıldığında olay gerçekleşmeden önce ne olacağını hep bilir gibi görünüyor. Fakat seni kucaklayıp geriye götüren bazı hemşireler gibi değil. Hoş diye adlandırabileceğiniz biri değil. “Zaman geldi, Kyla. Gel.” “Mecbur muyum? Burada kalamaz mıyım?” Kafasını sallıyor. Sabırsız bir göz kırpışı “bunu daha önce milyonlarca kez duydum ben” diyor. Ya da en azından 19.417 kez, çünkü Levo’m 19.418 rakamını gösteriyor.

“Hayır. Bunun mümkün olmadığını biliyorsun. Oda bize lazım. Gel.” Dönüp odadan çıkıyor. Çantamı alıp onu izliyorum. Sahip olduğum her şey bu, ama ağır değil. Kapıyı kapatmadan önce bakıyorum: Burası benim dört duvarım. İki yastık, bir örtü. Bir gardırop. Sağ tarafında bir çıkıntı olan bir lavabo, bu kattaki ve diğer katlardaki kutuları andıran sonsuz oda sıralarından benim odamı farklı kılan tek şey. Hatırladığım ilk şeyler bunlar. Dokuz ay boyunca benim evrenimin sınırları burası oldu. Burası, Dr. Lysander’in çalışma odası, spor salonu ve bir kat aşağıda benim gibi olan diğerleriyle birlikte gittiğim okul.

Bızzzzz: Şimdi daha ısrarlı, kolumu titretiyor, dikkatimi vermemi istiyor. Levo 4.re düşmüş. Çok düşük. Dr. Lysander dönüyor, iç geçiriyor. Eğiliyor, böylece göz göze geliyoruz ve bir eliyle yanağıma dokunuyor. Bir ilk daha. “Gerçekten, iyi olacaksın. Ve başlangıçta her iki haftada bir seni göreceğim.” Gülümsüyor. Dişlerinin çaprazında dudaklarının hafifçe yayılışı yüzünde rahatsız bir biçimde duruyor, sanki oraya nasıl geldiğini ya da oraya bir kez geldiğinde ne yapacağını bilemez gibi. O kadar şaşırıyorum ki korkumu unutup kırmızıdan yukarı tırmanmaya başlıyorum. Onayladığını belirtmek için başını sallıyor, doğruluyor ve koridoru geçerek asansöre yürüyor. Yere,doğru on kat sessiz kalıyoruz, sonra bir başka odaya açılan kısa bir koridor çıkıyor.

Bildik nedenlerden ötürü daha önce hiç içine girmediğim bir oda bu. Tepede “İ&Ç”, “İşlem ve Çıkış” yazıyor. Bu kapıdan bir kez geçtin mi bir daha seni kimse görmüyor. “Haydi,” diyor. Tereddüt ediyor, sonra yarı açık kapıyı itiyorum. Hoşça kal ya da lütfen beni bırakma veya her ikisini birden söylemek için dönüyorum fakat o beyaz önlüğünün ve siyah saçlarının hışırtısıyla birlikte çoktan asansörün içinde kaybolmuş oluyor. Kalbim hızla atarak gümbürdüyor. Nefes alıp veriyorum ve her seferinde yavaşlayana kadar bize öğrettikleri gibi ona kadar sayıyorum; sonra omuzlarımı dikleştirip açılması için kapıyı itiyorum. Eşiğin ilerisinde, dibinde bir kapı olan, bir duvarı boyunca plastik sandalyeler dizili, iki diğer Programlanmışın yerde, önlerinde benimki gibi resmi çantalarla oturduğu uzun bir oda var. Gerçi burada daha uzun süreden beri bulunuyorum ama her ikisini de derslerden hatırlıyorum. Onlar da benim gibi hep giydiğimiz soluk mavi, pamuklu tulumları çıkarmış ve günlük kotlarını giymişler.Bir başka üniforma anlaşılan.Sonunda aileleriyle birlikte hastaneden ayrılacakları için heyecanlı, gülümsüyorlar. Onlarla hiç tanışmamış olmalarının bir önemi yok, aldırma. Diğer duvarın önündeki masada oturan hemşire bakışlarını yukarı kaldırıyor.

Arkamdan kapanmasını istemeyerek kapının ağzında ayakta duruyorum. Hafifçe kaşlarını çatıyor ve eliyle beni içeri çağıran bir işaret yapıyor. “Gel. Sen Kyla mısın? Çıkış işlemini yapmadan önce bana kayıt yaptırmalısın/’ diyor ve gülümsüyor. Ayaklarımı masasına doğru sürüklüyorum; kapı arkada bir hışırtıyla kapanırken Levo’m titreşiyor. Elimi avucuna alıp, daha da sert titremeye başlayan Levo’mu kontrol ediyor: 3.9. Başını sallayıp kolumu bir eliyle sıkıca tutuyor ve diğeriyle omzuma şırıngayla bir enjeksiyon yapıyor. “Nedir bu?” diye soruyorum geriye çekilip omzumu ovalarken, halbuki ne olduğuna neredeyse eminim. “Bir başkasının sorunu haline gelene kadar seni aynı seviyede tutacak bir şey sadece. İsmin söylenene dek otur.” Midem çalkalanıyor. Oturuyorum. Diğer ikisi bana açılmış koca gözlerle bakıyor. Mutluluk Sıvısı’nm gerginliğimi azalttığını, damarlarımı gevşettiğini hissedebiliyorum ama Levo’m yavaşça 5’e yükseliyor olsa bile bu düşüncelerimin durmasını sağlamıyor.

Ya ebeveynlerim beni sevmezse? Gerçekten denediğimde bile -ki doğrusu bu pek sık olmazinsanlar bana sıcak gelmiyor. Bekledikleri şeyleri yapıp söylemediğimde Dr. Lysander gibi si- nirieri bozuluyor. Ya ben onları sevmezsem? Tek bildiğim isimleri. Elimde olan tek şey çerçeveli ve hastane odamın duvarına asılmış, şimdi de çantama tıkılmış olan bir fotoğraf. David, Sandra ve Amy Davis: Babam, annem ve ablam. Objektife gülümsüyor ve yeterince hoş görünüyorlar ama gerçekte nasıl olduklarını kim bilebilir? Fakat hepsinin sonunda bunların hiçbiri önem taşımıyor çünkü onlar kim olurlarsa olsunlar, kendimi onlara sevdirmem gerek. Başarısızlık gibi bir seçenek yok

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. 2056 isyan’ı yükler misiniz?