P. J. Parrish – Ölüm Şarkısı

Gözlerini ondan alamıyordu. Batan güneşin Kız gülümsedi. “İşte bunun için vakit asla geç değildir.” Kendini kızın kolundan kurtardı ve çello kutusunu eline aldı. Köprüye doğru yürümeye başlamışlardı. Left Bank’e* vardıklarında yaklaşmakta olan bir tur teknesi gördüler. Parlak ışıklarını, sanki karanlığın içinde gizlenen âşıkları arıyormuşçasma nehrin taş setlerine yansıtıyordu. Ama bu gece hava dışarı çıkılamayacak kadar soğuktu. Bu nedenle ışıkların yakalayacağı tek şey deliklerine kaçışan farelerdi. Saint-Michel Bulvarı’ndaki bir kafeye girdiler. Kızı köşedeki sandalyelerden birine oturĴuktan sonra elindeki siyah çantayı dikkatlice duvarın kenarına yerleştirdi. Genç kız eldivenlerini çıkardı ve etrafına baktı. “Burada gerçek bir içki bulabileceğimizi sanmıyorum.” “Pardon?” Kız iç çekti. “İki haftadır buradayım ve doğru dürüst bir martini içmek için ölüyorum demek istedim.


” “Bunu daha önce söyleseydin, Le Fumoir’a gidebilirdik.” Omzunu silkerek, “Sorun değil,” dedi kız. “Sadece şa rabı o kadar da çok sevmiyorum, bilirsin. Ayrıca dışarısı çok soğuk olduğu için bir türlü ısınamıyorum. Kimse bana Paris’in dondurucu soğuğundan bahsetmemişti.” “Ocak ayındayız.” * Seine Nehri’nin güney kıyısı. (Ed. N.) “Evet, şey, belki de beklemeliydim. Paris’te nisan ayı daha güzel olabilirdi ve bunları yaşamak zorunda kalmazdım.” Gülümsedi ve garsona gelmesini işaret eĴi. Ardından ikisi için de sipariş verdi. Garson içkilerle geri döndüğünde, kız gözlerini kendi bardağına dikti. “Bu nedir?” “Vin chaud.

Sıcak şarap. Denesene.” Kız, bardağın içindeki tarçın çubuğunu eliyle kenara ite rek içkisinden bir yudum aldı. Gülümseyerek, “Güzel,” dedi. Sonraki yarım saat boyunca sadece kızı dinledi. Bilgi sayarla ilgili olan işinden, altı tırnaklı kedisi Toby’den ve birlikte kullandıkları banka hesabını boşaltıp kaçan erkek arkadaşından bahsetmişti. Paris’e gelmesindeki en büyük etken ayrıldığı erkek arkadaşıydı. Ayrıca anne ve babasının, orada kaliteli bir erkekle tanışıp hayatını düzene sokacağını düşünerek üye oldukları Houston Golf Kulübü’nde profes yonel bir tenis oyuncusu olma hayalini de anlatmıştı. Üç kadeh sıcak şaraptan sonra, “Dean’den boşanıp, sa rışın bebekler doğurmadığım için beni asla affetmediler,” diye devam etti kız konuşmasına. Kıza kalsa hiç susmadan Dean’den bahsedip dururdu ama adam onu dinlemekten yorulmuştu. Ona bakmak bile onu yormaya başlamıştı, çünkü daha önce yüzünde gördü ğü şeyin çoktan yok olduğunun farkındaydı. Kızı, öğleden sonra Tuileries’te görmüş ve görür görmez çekimine kapıl mıştı. Sonra da hiç düşünmeden kendini tanıtarak konsere davet etmişti. Fakat şimdi kafenin parlak ışıkları altında ona bakarken hiç de güzel olmadığını fark eĴi. Sarışın ve mavi gözlü ola bilirdi ama ne zaman ağzını açsa sıradanlaşıyordu.

Adam başını yana çevirip pencereden dışarıya, soğukta aceleyle yürüyen insanlara baktı. “Kaç yaşındasın?” Kızın sesiyle tekrar kendine geldi. “Bu önemli mi?” “Sanırım değil,” diye cevap verdi kız. İçkisini bitirdi ve tarçın çubuğunu bardağın içinden çıkardı. “Olgun erkekle ri severim, özellikle de senin gibileri. Dean sarışındı. Ama ben uzun boylu, esmer ve yakışıklı olanları her zaman daha hoş bulmuşumdur.” Gözlerini bir süre onunkilere kilitledi, sonra da köşede duran siyah kutuya çevirdi. “Oldukça büyük bir enstrüman olmalı,” dedi kız gülüm seyerek. Cevap vermedi. “Ağır mı?” “Bir süre sonra alışıyorsun,” diye cevapladı. Kız, elindeki tarçın çubuğunu emiyordu. Uzun bir süre sadece ona baktı ve sonunda, “Beni eve götür,” dedi. Kızdan kurtulacağını düşünerek bir an rahatladığını his setti. “Nerede kalıyorsun?” “Hayır, senin evine demek istedim.

” Kız onun tereddüt eĴiğini görünce gülümseyerek devam eĴi: “Neden olmasın ki? Bu gece Paris’te son gecem.” Cevap vermek için biraz daha beklerse kızın kendisini aşağılanmış hissedeceğini biliyordu. Aslında bir yanı bunu umursamıyordu ve onu taksiye bindirip hemen ondan kur tulmak istiyordu. Ancak bilinçaltında uykuda olan diğer yanı yavaş yavaş uyanmaya başlamıştı. Bunu hissedebili yordu. Kafasının içindeki sağır edici uğultu çok yakında kasıklarını saran bir titreşim haline dönecekti. Ama bastıra bilirdi, daha önce yapmıştı. Gözlerini kıza dikti. Peki neden? Onu, hemen köprünün karşısında olmasına rağmen île Saint-Louis’deki dairesine değil, çok daha başka bir yere götürecekti. Ne de olsa bunu hak etmişti. Uzun süren yolculuk boyunca kız susmak bilmemişti. Ama araba Sacre-Coeur’un arkasındaki dik yokuştan aşağı inip karanlığa karışınca sessizleşti. Boş caddeleri, yıkılmayı bekleyen harabe binaları, Senegalese Restoran’ın metal panjurları üzerine yazılmış küfürlü yazılan ve plastik taburelere çökmüş takkeli Arapları incele diğini görebiliyordu. Simsiyah tenleri kafeteryadan yansıyan yeşil floresan ışığıyla aydınlanıyordu. Left Bank’in kafelerinden ve turistlerin zihnindeki şehir kavramıdan uzak olan La GouĴe d’Or isimli bir muhiĴeydiler.

GouĴe d’Or.Altın damlası. Asırlar önce bu isim burada yetişen üzüm bağların dan elde edilen şarabın adıydı. Şimdiyse barların ve eski de poların arkalarında satılan eroinin argodaki karşılığı olmuştu. Arabayı park eĴi. Kız yerinden kalkmayınca arabadan inip kapıyı açtı. Gözlerini dikmiş, üzerinde kırk dört yazan hurdaya dönmüş çelik kapıya bakıyordu. “Burada mı yaşıyorsun?” diye sordu kız. “Evet, ucuz oluyor.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir