Stephen King – Ateş Yolu

Niçin olduğunu bilmiyorum. Sen de bilmiyorsun. Büyük olasılıkla Tanrı da bilmiyor. Bu sadece devlet meselesi, hepsi bu. —1967’de Vietnam’la ilgili Sokaktaki Adam’la yapılan röportajdan. Ama Vietnam bitmişti ve yaşam sürüyordu. 1972’nin sıcak bir ağustos öğleden sonrasında, WHLM’nin yayın aracı, Westgate yakınında bulunan 784 nolu otoyolun sonuna park etmişti. Etrafı bayraklarla donatılmış tahta platformun çevresinde telaşla koşuşan küçük bir kalabalık görülüyordu. Bayrak bezleri alelacele yapılan platformun çıplak tahtalarını adeta bir deri gibi sarmıştı. Arkasında uzanan çimenlik tepenin başında otoyolun gişeleri göze çarpıyordu. Gişelerin önünde uzanan boş ve bataklık arazi, şehrin kenar mahallelerinin bulunduğu banliyölere uzanmaktaydı. Dave Albert adlı genç bir gazeteci, arkadaşlarıyla birlikte temel atma törenine gelecek olan valiyle belediye başkanını beklerken, bir yandan da sokakta dolaşan ciddi ifadeli adamlarla röportaj yapıyordu. Mikrofonu hafif renkli bir gözlük takmış yaşlıca bir adama doğru uzattı. Udžrkek bakışlarını kameraya diken yaşlı adam, “Evet,” dedi. “Sanırım şehir için bunun önemi çok büyük.


Bunun olmasını çok uzun zamandır bekliyordu. Bu… şehir için büyük bir şey.” Yutkundu. Geleceğin temellerinin atıldığı düşüncesiyle hipnotize olmuş gibiydi. “Müthiş,” diye yumuşak bir sesle ekledi. “Teşekkürler, efendim. Çok teşekkürler.” “Ne dersiniz, bu haberi akşam bülteninde yayınlar mı?” Albert’in yüzünde profesyonellere özgü anlamsız bir gülümseme belirdi. “Ne söylesem yalan olur, efendim. Yayınlanma şansı var tabii.” Yaşlı adamın gişeleri işaret etmesi üzerine birden konuşmayı kesti. Valinin yaz güneşinde alev alev parlayan kromla kaplı Crysler’i gişeleri dönerek durmuştu. Albert başını geriye atarak parmağıyla işaret etti. Kameramanla birlikte, kolları dirseklerine kadar kıvrılmış, beyaz gömlekli bir adamın yanına yaklaştılar. Adam platformun yanında durmuş karamsar bir ifadeyle etrafına bakmıyordu.

“Burada olanlarla ilgili fikirlerinizi öğrenebilir miyim Bay…” “Adım Dawes. Hayır, benim için sakıncası yok.” Yumuşak ve tatlı bir ses tonu vardı. “Hızlanın,” diye kameraman mırıldandı. Beyaz gömlekli adam değişmeyen yumuşak ses tonuyla konuşmasını sürdürdü. “Ben bunun sadece bir pislik olduğunu düşünüyorum.” Kameramanın yüzü allak bullak oldu. Sitemli bakışlarını beyaz gömlekli adamdan ayıran Albert, başını eğerek kameramana yayını kesmesi için parmaklarıyla makas işareti yaptı. Yaşlıca bir adam bu tabloya dehşetle bakmaktaydı. Yukarda, gişelerin yakınına park etmiş Imperial’dan vali dışarı çıktı. Yeşil kravatı güneş ışığında göz alıcı şekilde parladı. Beyaz gömlekli adam kibarca, “Altı haberlerinde yayınlanacak mı?” diye sordu. “Sen bir kışkırtıcısın,” diye tersledi Albert. Sonra valiyi yakalamak için yürümeye başladı. Kameraman arkasından onu izlemekteydi.

Beyaz gömlekli adam yeşilliklerle kaplı çamurlu yoldan dikkatle yürüyen valiyi seyrediyordu. Albert bu beyaz gömlekli adama on yedi ay sonra tekrar rastladı. Ama ikisi de birbirlerini daha önceden tanıdıklarını hatırlamadılar bile. Sanki ilk kez görüşüyorlardı. Yaptığı işleri üzerinde fazla düşünmeden sürdürüyordu. En emin yol buydu onun için. Sanki beyninde devreleri kesen bir anahtar vardı ve sağduyusu şu soruyu sorar sormaz devreyi kapatıyordu: Bunu neden yapıyorsun? Beyninin bu kısmı hemen kararıyordu. Hey, Georgie, ışıkları kim söndürdü? Bağırma, ben yaptım. Gariplik kablolarda sanırım. Bir saniye. Devre anahtarını yeniden dene. Işıklar tekrar yanmış ama soru da yok olup gitmişti. Şimdi her şey mükemmeldi. Devam edelim, Freddy… nerede kalmıştık? Otobüs durağına doğru yürürken tabelayı gördü: CEPHANE-HARVEY’NİN SİLAH DÜKKÂNI-CEPHANE Remington Winschester Colt Smith & Wesson AVCILAR HOŞGELDİNİZ Gökyüzü grileşmiş ve kar atıştırmaya başlamıştı. Yılın ilk karıydı.

Küçük beyaz taneler asfalta değer değmez soda gazı gibi eriyordu. El örgüsü kırmızı bere takmış küçük bir oğlan gördü. Ağzı açık yürürken, diliyle ufak kar tanelerini yakalamaya çalışıyordu. Bunlar hemen erirler, Freddy. Bir an çocukluğu aklına geldi. Ama küçük oğlan başını havaya dikmiş şekilde yürümeye devam etti. Harvey’nin silah dükkânının önünde tereddütle durdu. Kapının dışında son baskı gazetelerin konduğu bir raf vardı. Gazete manşetine göz attı: ATEŞKES SÜRÜYOR Altındaki rafta rengi solmuş bir tabela göze çarpıyordu. LÜTFEN GAZETENİN PARASINI ÖDE! BU BİR NAMUS MESELESİDİR, ALICI PARASINI ÖDEMELİDİR! Içǚ erisi sıcaktı. Dükkân tek girişliydi ve uzun olmasına rağmen pek geniş sayılmazdı. Içǚ erde kapının sol tarafındaki cam raϐlarda cephane dolu kutular görülüyordu. 22’lik ϐişekleri hemen tanıdı. Connecticut’da, genç bir çocukken kendisinin de 22’lik tek atışlı bir tüfeği olmuştu. Bu tüfeği tam üç yıl istemiş, sahibi olarak eline aldığındaysa onunla ne yapabileceğini bilememişti.

Bir süre teneke kutulara ateş etmiş, sonunda da mavi bir karga vurmuştu. Hayvan hemen ölmemiş, kendi kanıyla ıslanmış karların üzerinde ağzı bir süre yavaş yavaş açılıp kapanmıştı. Bu olaydan sonra tüfeğini duvardaki yerine kaldırmış ve üç yıl sonra da onu dokuz dolar ve bir kutu dolusu çizgi romana bir çocuğa satmıştı. Diğer cephaneler gözüne daha az tanıdık gibi geldi. Otuz-otuz, otuz-sıfır-altılıkların yanında adeta küçük bir top mermisini andıran ϐişekler vardı. Bunlarla ne tür hayvanlar öldürülür, diye düşünmekten kendini alamadı. Kaplan? Yoksa dinazor mu? Yine de silahlar onu büyülemişti sanki. Şekerleme seyreden çocuklar gibi, cam tezgâhların önünde durup kalmıştı. Dükkânın sahibi mi, yoksa tezgâhtar mı olduğunu anlayamadığı bir adam, yeşil asker parkası ve yeşil pantolon giymiş şişman biriyle konuşuyordu. Başka bir rafın en üstünde sökülmüş duran tabanca hakkında konuşuyorlardı. Şişman adam tabancayı aldı ve başparmağıyla sürgüyü geriye çekti. Şimdi ikisi birlikte yağlanmış ϐişek yatağından içeri bakıyorlardı. Şişman olan bir şeyler söyleyince dükkân sahibi ya da tezgâhtar gülmeye başladı. “Otomatikler tutukluluk mu yapar? Bunu baban söylemiş olmalı, Mac. Hadi kabul et.

” “Gırtlağına kadar boka bulanmışsın, Harry.” Sen de boka bulandın, Fred, diye düşündü. Hem de tam gırtlağına kadar. Bunu çok iyi biliyorsun, değil mi, Fred? Fred bunu bildiğini söyledi. Sağ taraftaki, tahta kancalara asılmış tüfeklerle dolu cam raf dükkân boyunca uzanmaktaydı. Bir çifteyi kullanabilirdi, ama onun dışındaki her şey ona bir bilmece gibi geliyordu. Yine de bazı insanlar -şu uzaktaki tezgâhın önünde konuşanlar- bu dünyayı kendisinin kolej yıllarında genel muhasebeyi bildiği kadar iyi biliyorlardı. Dükkânın içine doğru ilerledi ve tabancalarla dolu bir rafı inceledi. Birkaç 22’lik, ahşap saplı bir 38’lik ve havalı tüfekler vardı. Bundan başka, 45’lik ve 44’lük bir Magnum olduğunu sandığı silahlar gördü. Bu “Kirli Harry” ϐilmindeki silahtı. Bir keresinde, Ron Stone ve Vinnie Mason’ın temizleme fabrikasında bu ϐilm hakkında konuştuklarını hatırladı. Vinnie’ye göre, bir mil öteden bile insanda koca bir delik açabilecek güçteki bu silahı polislerin taşıma hakkı yoktu. Şişman adam Mac ve tezgâhtar ya da dükkân sahibi Harry (“Kirli Harry” gibi) birlikte silahı yerine koydular. “O Menschler eline geçince beni ara,” dedi Mac.

“Ararım… ama otomatiklere karşı önyargın çok mantıksız,” dedi Harry. (Harry’nin dükkân sahibi olduğuna karar verdi. Hiçbir tezgâhtar müşterisine bu tür laϐlar edemezdi.) “Cobra’yı gelecek haftaya kadar mı almak istiyorsun?” “Çok memnun olurum,” dedi Mac. “Söz veremem.” “Bunu asla söyleme… bu şehrin en iyi silah tamircisi sensin ve bunu da bal gibi biliyorsun.” “Tabii biliyorum.” Mac silahı rafın üstüne koyarak gitmeye hazırlandı. Yanından geçerken Mac ona çarptı. Odžnüne bak, Mac. Sonra gülümseyerek kapıya yöneldi. Mac’in koltuğunun altına sıkıştırdığı gazeteden; ATEŞKES yazısını okuyabildi. Harry ona döndü. Hâlâgülümsemeye ve başını sallamaya devam ediyordu. “Size yardımcı olabilir miyim?” “Umarım.

Ama önce sizi uyarmalıyım, silahlar hakkında hiçbir şeyi bilmem.” Harry omuz silkti. “Bilmeniz gerekir diye bir kanun mu var? Başka birisi için mi? Noel hediyesi?” “Evet, tam üstüne bastınız,” dedi iyi bir fırsat yakalamış olduğunu düşünerek. “Kuzenim… adı Nick, için almak istiyorum. Nick Adams. Michigan’da yaşıyor ve silahlara da bayılıyor. Bilirsiniz. Herkes avlanmayı sever, ama onunki bundan farklı bir şey. Yani bir çeşit…” “Hobi mi?” diye sordu Harry gülümseyerek. “Evet, çok doğru.” Fetiş üzerine bir şeyler söyleyecekti ki, birden gözü üzerine eskimiş büyük bir etiket yapıştırılmış olan kasaya ilişti: SİLAHLAR YASAKLANSA-YALNIZCA YASADIŞI KİŞİLER SİLAH SAHİBİ OLUR Harry’e gülümseyerek, “Çok doğru bildiniz,” dedi. “Eminim,” dedi Harry. “Sizin bu kuzen…” “Pekâlâ, bu herkesin yapmaya çalıştığı şeyden çok farklı bir şey. Benim deniz tutkunu olduğumu bildiği için, geçen Noel bana altmış beygir gücünde bir Evinrude motor hediye etti. Kör şeytan, keşke etmeseydi.

Motoru bana REA nakliye şirketiyle gönderdi. Oysa ben ona sadece bir avcı ceketi almıştım. Bu kendimi bir çeşit eşek gibi hissetmeme neden oldu.” Harry büyük bir sempatiyle başını salladı. “Ve altı hafta önce ondan bir mektup aldım. Sirke bilet almış ufak bir çocuk gibi heyecanlı. Kuzenim ve altı arkadaşı birlikte Meksika’da avlanma yasağı olmayan bölgede bir yere gezi düzenlemişler.” “Sınırsız avlanma yeri mi?” “Evet, öyle,” diyerek kıkırdadı. “Isǚ tediğin kadar hayvan vuracağın bir yer. Geyik, antilop, ayı, vizon. Her çeşidinden.” “Burası Baco Rio olmasın?” “Gerçekten hatırlamıyorum. Sanırım bundan daha uzun bir isim.”

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir