Adalet Ağaoğlu – Ruh Üşümesi

“…hiçbirimiz bu kan ve çürümüşlük kokusunun yatak odalarımıza kadar daldığının, sevişmelerimizin içine sızdığının, o sevişmeleri doğrayıp porsuttuğunun bilincinde değildik…” Yaz sonu’ndan  (1. basım; s: 185) (cesur ve soğukkanlı, atak ve ürkek)
“Sakın bademli tavuktan ısmarlamayın,” dedi kadın, “çok acı!”
Adam, gözlerini incelediği yemek listesinden kurtarıp karşısında oturana çevirdi.
Tanışıyorlar mıydı?
Fakat, hangi anlamda lütfen?
Adam, bakıyor: Bir kadın. Eli yüzü düzgünce; okumuş yazmış belli. Bakıyor. Yaşı belirsiz.
Ancak, dışarda tek başına yemek yiyebilecek kadar yaşlı, cesur ve özgür. Kadın da bakmadan görüyor şimdi: Soğukkanlı, kolay irkilmeyen, kolay umutlanmayan ve kolay yok olmayan bir adam.
Kendi suyunun içindeyken.
Görünen bu, şimdilik: iki deniz kestanesi; öyle, yosunlu kayalara tutunmuş, suyu yüzeyine çok yakın.
Tam böyle denilebilir mi acaba?
Kadın, kendi sesini çarçabuk söndürüp karşı titreşimlere kulak veriyor olabilir:
Şey gibiyim evet, deniz kestanesi. İçine büzülmüşlüğünden çözülmeye başlayan, açıkçası, suların yaladığı kayalıklarda dikenlerini ağır ağır dışa doğru uzatan, diken uçlarındaki duyarlığı
doruğa ulaştığı zaman, giderek salt ıslak ışınsı dikenlerin değil, sert kabuğun dış yüzünde de yumuşak bir tenin ürpertileri titreşen deniz kestanesi… En ufak bir karşı uyarıyla, belli belirsiz ilk tehlikeyi
sezişte ise, kuzgun renkli maytap kendi içinde eriyip sönecektir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir