Gustave Flaubert – Bir Delinin Anıları

Bu kitapla ilgili birkaç okuma yapmak mümkün. Birincisi, şüphesiz, Fransız ve dünya edebiyatını, tarzı ve konulara yaklaşımıyla kökten etkilemiş, önemli bir yazarın ilk gençlik eserini okumak; sonraki eserlerinin izlerini sürmek, düşünce kalıplarının temellerini araştırmak ve bildik bir şahsiyetin, gençliğinden ötürü kendini daha saflıkla ele verdiği satırlardaki insani yönlerini keşfetmek. İkincisi, daha “arkeolojik” bir çalışma: On yedi yaşındaki Gustave’ın, 19. yüzyılın başındaki, kentsoylu bir ailenin aykırı ancak yine de sosyal çevresine ait olan dünyasını anlamak. Gustave marjinal, Gustave tatminsiz, Gustave hayal dünyasında yaşıyor, Gustave âşık oluyor, Gustave kahramanlık hikayeleri düşlüyor: Gustave, olmaya çalışıyor. Edebiyatla ve tarihle ilgili şöyle genel bir kanı var: Edebiyat bildiğimiz klasiklerden, tarih ise Osmanlı beylerinin ve imparatorlarının fetihlerinden oluşmakta. Oysa, bütün bunlara, en iyi ihtimalle mihenk taşları, daha doğru bir yaklaşım benimsendiğindeyse tarihsel veya edebi imgeler, demek gerekiyor. Son on yılda ülkemizde de tarihsel konuları işleyen daha çok eser yayınlandığı için, bunu daha iyi anlayabiliriz. Mahmut Şevket Esendal, Halit Fahri Ozansoy veya Reşat Ekrem Koçu’nun açtığı yolda ilerleyen birçok yazarımız var. Koçu, döneminde tarihi vulgarize ettiği için eleştirilmesine rağmen, tarihin güncel dokusunu ben ilk onun kitaplarında hissettim. Sözünü ettiğim işte o tarih ve edebiyat: Edebiyat sadece bilinen şöhretli eserler değil, çok daha canlı, kanlı, topluma işlemiş bir varlıktır. Edebiyat, yazıyla ifade edilen duygu ve düşüncelerdir. Herkes mektup yazabilir, günlük tutabilir, aşk şiirleri ya da roman kaleme alabilir! Bize kadar gelen eserlerin sahiplerinin, edebi istidatlarından, müthiş dirayetlerinden ve şaşırtıcı fırsatçılıklarından başka, azımsanmayacak bir şansa sahip oldukları da su götürmez bir gerçektir. Tarihsel determinizmi tek yönlü bir tanrı gibi algılamayalım. Hepimiz kaplumbağa yavruları gibiyiz.


Kaçımızın hayatta kalacağıyla ilgili genel veriler olsa da, cemiyetimizi belirleyen sadece yumurta sayısı ve su sıcaklığı değildir. Şansımıza, elimizde, bir önceki asrın kaplumbağa yavrularından birinin anıları var. Ne büyük şans! Bu ikinci okuma belki de birincisinden daha önemlidir. Elinizde tuttuğunuz eser bir gençlik eseridir (1838, Gustave on yedi yaşında). Flaubert’in olgunluk dönemi eserlerine kıyaslarsak (Madam Bovary, 1858. Flaubert otuz yedi yaşında) tabii ki daha toy, oturmamış ve zayıftır. Ancak topluma yaklaşımının korkusuzluğunu ve yalnızlığı bir ibadet olarak uygulamaya başlamasını burada görüyoruz: Gustave kişiliğini değiştirmeyi o derece büyük bir dirençle reddediyor ki, nice badirelerden sonra toplumsal değişimin memurlarından ve hatta mimarı değilse de, yapı ustalarından biri olacak. Ama, on yedi yaşında bir delikanlı yazdı diye eseri de yabana atmayalım. Bir Delinin Anıları’nı okuduğunuzda ilk hissedeceğiniz şeylerden biri, yazıdaki çağdaşlıktır. 19. yüzyılın ortalarında yazılmış bir metin bu sayın okur! Benim dili çağdaşlaştırmak gibi özel bir çabam olmadı. Gustave daha on yedi yaşındayken, çağının hayli ilerisinde bir dil ve düşünce dünyası yaratmayı başarmış. Benim karşılaştığım temel güçlük de, dildeki bu modernlik oldu: Flaubert bugünkü modern Fransızca’yla örtüşen bir dil kullanıyor. Fransızca’da bizimkinde olduğu gibi köklü kopuşlar hiç olmadığı için, Bir Delinin Anıları’nın 19. yüzyılda yazılmış bir metin olduğunu yansıtacak dilsel bir gereçten yoksunuz.

Dili eskitmeye kalkıştığımız zaman elimize Osmanlıca bir metin geçecekti ve bunu yapmak, kuşkusuz Flaubert’in akıcı, anlaşılır diline ihanet olurdu. Bu nedenle, şekilsel bir gayretkeşliğe girmeden, aslına olabildiğince sadık kalarak çevirdim.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir