Vicente Blasco Ibañez – Mahşerin Dört Atlısı

Yıl 1914, mevsimlerden yaz. Avrupa’nın üstüne kara bulutlar çökmüş, fırtına koptu kopacak. İki büyük kampa ayrılmış ülkeler, endüstriyel rekabet, sömürgecilik çıkarları ve tarihsel hınçlardan kaynaklanan hesaplaşmaların peşindeler; o güne değin görülmedik etkinlikte ağır silahlarla donanmışlar, orduları hazır ol durumunda, askerlerinin elleri tetikte, gerginlik içinde bekleşiyorlar. Birçok kez diplomatik girişimlerle önlenmiş bulunan kaçınılmaz savaşın soluğu duyulmada. İnsanlığın gördüğü en büyük çatışmanın başlaması için bir kıvılcım yetecek. Ve o kıvılcımın parıltısı Saraybosna’dan geliyor: Bir Sırp milliyetçisinin Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun vârisi Arşidük Ferdinand’ı tabancayla vurarak öldürmesi üzerine kıyamet kopuyor. Karşılıklı iki kamptan Avrupa ülkeleri peş peşe birbirlerine savaş ilan ediyorlar. Gençler sel gibi koşarak gönüllü yazılıyorlar, zamanın fotoğraflarında askerlik şubelerinin önünde gülerek sıraya girdiklerini görüyoruz; hepsi de yurtseverlik duygularıyla coşmuşlar, haklı tarafta olduklarını ve çatışmanın kısa sürede, kendi parlak zaferleriyle sonuçlanacağını düşünüyorlar. Oysa ilk şiddetli çarpışmalardan sonra siper savaşına dönüşecek ve tarihe I. Dünya Savaşı olarak geçecek olan boğazlaşma dört yıl süreyle o güne değin insanlığın gördüğü en geniş çaplı kıyımlara neden olacak, bittiğinde geriye uçsuz bucaksız ölüm tarlaları bırakacak ve o tarlalara yirmi yıl sonraki II. Dünya Savaşı’nın tohumları atılacaktır. O sıralar Paris’i mesken tutmuş olan ünlü İspanyol gazeteci ve romancısı Vicente Blasco Ibañez tanık olduğu tüm bu olayları, ülkelerin çatışmaya sürüklenişini, savaşın arifesini, patlak verişini, Almanya’nın Belçika’yı istila edişini, Fransa’nın savunmasını örgütleyişini, iki taraflı korkunç kayıplara neden olan o ilk Marne Çarpışması’nı ve orduların siperlere gömülüşünü Mahşerin Dört Atlısı adını verdiği romanında aktarır. Geçmişi irdeleyen bir tarihsel roman değil, dosdoğru yaşanılan tarihin güncelinden kaynaklanan ve canlılığını yüz yıla yakın süre sonra aynen koruyan bir yapıttır Mahşerin Dört Atlısı. Baştan sona insan kitlelerinin gerçeklerine dayanır, sahici trajik olayların sıcaklığını ve dehşetini yaşatır okura, hatta yer yer savaş röportajı kıvamında gelişir. Ancak, özyaşamöyküsü ağırlıklı olmakla birlikte, olaylar tutku ve aile ilişkileriyle örülmüş sağlam, ustalıklı bir roman kurgusu çerçevesinde anlatılır.


Aşkları savaşın ezici gerçeğiyle yüz yüze kalan Julio ile Margarita’nın çevresinde Paris sokaklarından gelip geçen ya da savaş alanlarından kopup gelmiş çok sayıda ikinci derecede kişiyle tanışırız. O özenli tiplemenin kahramanları öylesine canlı, öylesine inandırıcıdırlar ki, giderek sanki hayatımızın bir noktasında karşılaştığımız kişilere dönüşüp, belleğimizden bir daha ayrılmazlar. Yapıtta hiçbir şey fanteziye ya da rastlantıya bırakılmamıştır, öykünün Paris’in “Kefaret Şapeli”nde başlaması bile: Çünkü Mahşerin Dört Atlısı aslında baştan başa bir kefaret öyküsüdür, iki kuşak Desnoyers’lerle Margarita’nın kefaretinin. Aynı zamanda bireyin yaşamında kovaladığı değerleri sorgulayışının, kendi kendisiyle hesaplaşmasının öyküsü. Ama her şeyden önce ve hepsinden sonra – yazarın Fransız ulusalcılığına coşkulu katılımına karşın– tarihi yorumlayan ve sorgulayan, savaş karşıtı bir yapıttır. Blasco Ibañez, ilk gençliğinden beri tanık olduğu Alman militarizmini çözümler, Kayzer II. Wilhelm’in kitlelerden ve aydınlardan destek bulan savaş heveslisi ideolojisine lanet okurken, yakın tarih meraklısı okura, 1928’de sona eren kendi yaşamına sığmayacak olan Nazizmin gelişmesinin ve II. Dünya Savaşı’nın ipuçlarını da sunmuş olur. Gerçek yaşamı elden gelen tüm nesnellikle, olduğu gibi yansıtmayı amaçlayan doğalcılık akımını izleyen bir romancı olan Vicente Blasco Ibañez, romantizm çağının anısını da belleğinden silmiş değildir. Kendi karakterinin o çağa yaraşır serüvenciliği bir yana, kesinkes taraftar olduğu, davasını benimsediği, hatta dünyada tanıtımını canıgönülden üstlendiği Fransızların ulusalcı coşkusu karşısında dört dörtlük bir romantizm sergiler: Ama bu bir yazınsal seçim değil, yazar için olayları yaşamanın kaçınılmaz bir biçimidir. Anlatımı geliştirdikçe, savaşın getirdiği kanlı boğazlaşma gerçeğinin, ulusalcılığın romantizmini ezip geçişini ön plana çıkartır. Onca adsız yiğitlikten geriye kalan yalnız “ecel tarlaları” olacaktır. 1916’da, savaş siperlere sinmiş, zaferi kimin kazanacağı belirsizken, şöyle noktalar çözümlemesini: “Savaş nasıl biterse bitsin, kötü bitmiş olacaktır. Mahşer ejderhası sakatlansa bile, birkaç yıl sonra yeniden canlanacak ve insanlara sonsuza değin eşlik edecektir.” * Mahşerin Dört Atlısı’nda Vicente Blasco Ibañez (1867-1928) yaşamının iki temel deneyimini anlatır.

Kendisi 1914 yılında Paris’te ömrünün bir karar anını yaşamaktadır: Maddi ve manevi gücünü tüketen olağanüstü bir serüvene atıldığı Yeni Dünya’dan dönmüş, doğduğu Avrupa’ya ve her zamanki yazarlık yaşamına yeniden sahip çıkmıştır. Ama o sırada savaş patlak vermiştir. Günü gününe yaşadığı insanlık trajedisini işte yaşantısının o dönemini yansıtarak aktarır. Gerek romanın Arjantin’de geçen birinci bölümünde, gerekse Paris’te geçen daha sonraki bölümlerinde, anlatısının gerisinde kendisi vardır, ama birinci kişi olarak ortaya çıkmaz, romanının kişilerinde gizlenir: İlkin İspanyol kökenli toprak ağası ve hayvan yetiştiricisi Madariaga kendisidir, daha doğrusu bir süre için olmayı hedeflediği kişidir; sonraki bölümlerde savaş karşısındaki gözlemleyici ve yorumlayıcı tavrını devrimci Rus anarşist Tchernoff canlandırır. Romanın başkişisi Julio Desnoyers ise, savaş ortasında bile egzotik zevklerini elden bırakmayan Paris’te tango modasını yaymakta olan, kendi oğlu Julio’dan esinlenmiştir. Bu olağandışı özyaşamöyküsünü yeterince izleyebilmek için birkaç yıl geriye gitmek gerekir. Valencialı V. Blasco Ibañez bir İspanyol, bir Akdenizlidir, dolayısıyla bir coşku, tutku, gönül adamıdır. [1] Sözcüklerin ve düşlerin büyüsüne tüm varlığıyla kapılır. Yazarlığının yanı sıra kitleleri peşinden sürükleyen ateşli bir hatip, radikal eğilimli bir politikacı ve bir serüvencidir. Kırklı yaşlar onun zaten fırtınalı olan siyasal ve özel yaşamını altüst eder. 1907’de Doğu’yu simgeleyen Osmanlı’nın başkenti İstanbul’a yaptığı yolculuk, yaşamındaki kurulu düzene sırt çevirip uzaklaştığı, yepyeni dünyalara açıldığı bir dönemin başlangıcı olur. Yazar 1909’da Güney Amerika yollarına düşer: Arjantin, Şili ve Paraguay’da konferanslar verecektir; söz sanatının doruğuna ermiş bir ünlü gazeteci ve romancı olarak hepsinde kalabalıkların büyük ilgisiyle karşılanır, yüz kadar ateşli konuşma yapar. Turnesi iki-üç yıl sürecek, İspanyolca konuşulan tüm ülkeleri dolaşacaktır. Ve Blasco Ibañez, Yeni Dünya’nın engin ufkundan fazlasıyla etkilenir; keşfedilmeyi, yaşanmayı bekleyen uçsuz bucaksız ıssız toprakların çağrısını yüreğinde duyar, damarlarında o kıtayı zamanında keşfedip bin bir zahmetli serüvenle yerleşime açmış olan conquistador [2] atalarının ateşini duyumsar, düzenli konferansçı kimliği kendisine dar gelmeye başlar: “Arjantin’i başka hiçbir konferansçının, hatta hiçbir seyyahın görmediği kadar iyi tanıdım, tropikal bölgelerden, en güneydeki donmuş topraklara değin.

Kimi zaman, Buenos Aires’ten yolculuklarımı yönetmekte olan emprezaryo beni bir taşra ilinde falan ya da filan konferans salonunda dinleyicileri coşturuyor sanırken, bir gazete havadisinden yolumu değiştirmiş olduğumu, kuzeyde bir yerli kulübesinde Indio’ların göreneklerini incelemekte bulunduğumu haber alıyordu. Eski çağların conquistador’larının avare ruhu canlanıyordu sanki içimde. İlkel yerlerin çekimini, yabanıl toprakla mücadelenin ateşini duyumsuyor, Batı Hindistan’ı uygarlaştırmaya gelen ilk beyaz adamların girişimlerini hüzünle anımsıyordum. Bazı ünlü Arjantinliler düşüncelerimi sezerek çekici öneriler getirmekte gecikmediler: Neden sanki Arjantin’de kalıp toprağı işleyerek bir servet edinmiyordum? Başlangıçta olmaz dedim, ama giderek kendimi o olanaksız düşe kaptırdım: Bir süre için bile olsa milyoner olmak, bir işçi ordusunu yönetmek, dünyanın bir köşeciğinin görünümünü değiştirerek çölde yaşanabilir yerler yaratmak düşüne.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir