Vera Pavlovna’nın gördüğü düş şu: Çaydan sonra “birtanem”le biraz gevezelik ediyor, sonra da odasına çekilip yatağına uzanıyor. Hayır, uyumak için değil; uyumak için daha erken, hiç sekiz buçukta uyunur mu! Soyunmuyor bile… yalnızca uzanıp eline bir kitap alıyor. Derken yavaş yavaş bir ağırlık çöküyor üzerine, gözleri kitaptan kayıyor ve Vera Pavlovna düşünmeye başlıyor: Bu son sıralar üzerime bir sıkıntı çökmeye başladı… Yoksa bu sıkıntı değil de, öylesine bir şey mi? Tabii tabii, sıkıntıyla ne ilgisi var bunun? Yalnızca bu akşam operaya gitmek istiyordum ve Kirsanov bilet işini ciddiye almadığı için gidemedim; sıkıntı dediğim şey bundan kaynaklanıyor. Geç gitmiş Kirsanov gişeye, Bozio’nun [1] konseri söz konusu olduğunda, saat 11’de gittiği gişeden 2 rublelik bilet bulamayacağını bilmiyor sanki! Ama onu da suçlamak doğru olmaz: Sabahın 5’ine kadar çalışıyor… gerçi o bu konuda bir şey söylemiyor, ama ben biliyorum işinde sabahladığını… Yine de bu işin suçlusu o. Hayır, bundan sonra “birtanem”den rica edeceğim bilet almasını ve operaya da “birtanem”le gideceğim: “Birtanem” hiçbir zaman beni biletsiz bırakmaz, üstelik benimle operaya gitmekten de zevk alır. Çünkü benim “birtanem” birtanedir… Kirsanov yüzünden “La Traviata”yı kaçırdım! Korkunç bir şey bu! Operada her akşam oyun olsa, hiç sıkılmaz her akşam giderdim. En kötü oyunlara bile… Yeter ki başrolde Bozio olsun. Bozio gibi bir sesim olsa herhalde bütün gün şarkı söylerdim. Tanışamaz mıyım onunla? Topçu teğmeni Tamberlik [2] aracılığıyla? Hayır, olacak şey değil. Bunu düşünmem bile gülünç! Ne diye tanışmalıyım ki Bozio’yla? Benim için aryalar söylemesini mi isteyeceğim? Sesini korumalı Bozio. Bozio Rusçayı ne zaman öğrendi acaba? Telaffuzu da çok güzel! Yalnız ne kadar kötü dizelerdi onlar öyle! Nerden bulmuş böyle bayağı bir şiiri Bozio? Benim Fransızcayı öğrendiğim dilbilgisi kitabına benzer bir kitaptan herhalde? Noktalama işaretlerinin nasıl kullanılacağını göstermek için koyarlar genellikle dilbilgisi kitaplarına bu şiirleri. Dilbilgisi kitabında şiire yer vermek ne aptalca bir şey! Bari doğru dürüst şiir olsalar! Ama şiiri değil, Bozio’nun sesini dinlemek gerek. Nasıl da güzel söylüyor: Kaçırma yakala Zevk anlarını Aşka ayır Gençlik çağını. [3] Vurgulamayı doğru yapamadığı zaman şu son dize ne kadar da gülünç oluyor! Ama sesi bir harika! Sonra, duyarak okuyor! Eskiye göre daha da güzelleşti sesi! Hem de kıyaslanamayacak kadar güzelleşti! Şaşılacak şey, nasıl oldu bu acaba? Sesini nasıl daha da mükemmelleştirebildi?.. Şu işe bak, ben onunla nasıl tanışabilirim diye düşünürken, o çıkıp buraya gelmiş! Kendisiyle tanışmak istediğimi sezmesi anlaşılır gibi değil. “Beni ne zamandır çağırıyorsun, değil mi?” diyor Bozio, üstelik de Rusça konuşuyor. “Ben mi çağırıyorum seni Bozio? Nasıl çağırabilirim ki seni? Daha tanışmıyoruz bile? Ama seni gördüğüm için çok, çok sevinçliyim!” Vera Pavlovna ona elini uzatmak için yatağının önündeki perdeyi açıyor, ama şarkıcı bir kahkaha atarak perdenin arkasına gizleniyor. Bozio değil de Rigeletto’daki çingene Merik sanki bu?.. Daha doğrusu kahkaha Merik’in kahkahası, ama ses Bozio’nun sesi. Evet, deminki perde bu kez de şarkıcıyı örtüyor. İyi ama bu perde de nerden çıktı? Daha önce Vera Pavlovna’nın yatağının önünde böyle bir perde yoktu. Kendisi Bozio, ama kahkahası de-Merik olan: “Sana neden geldiğimi biliyor musun?” diyor. “Kimsin sen? De-Merik mi?” “Hayır.” “O zaman Bozio’sun?” Şarkıcı bir kahkaha daha atıyor: “Yakında öğrenirsin kim olduğumu. Şimdi sana niçin geldiğimi söyleyeyim: Ben senin günlüğünü okumak istiyorum.” “Günlük mü? Benim günlüğüm falan yok! Günlük tutmam ben.” “Şu sehpanın üzerinde duran ne peki?” Vera Pavlovna başını çevirip bakıyor: Yatağının yanındaki sehpanın üzerinde bir defter var. Defterin üzerinde de “V. ?.’nin Günlüğü” yazılı. Nerden gelmiş bu defter buraya? Vera Pavlovna defteri alıp açıyor. Şaşılacak şey: Kendi el yazısı! İyi ama ne zaman yazmışım ben bunları? “Son sayfayı oku!” diyor Bozio. Vera Pavlovna okuyor: “Akşamları yine hep yalnız kalmaya başladım. Ama öyle alıştım ki buna, aldırmıyorum bile.” “O kadar mı?” diyor Bozio. “Evet, bu kadar.” “Hayır, hepsini okumuyorsun!” “Ama burda başka bir şey yazılı değil!” “Beni aldatacağını mı sanıyorsun? Ya bunlar ne?” Ve konuk, perdenin ardından elini uzatıyor. Bu ne güzel bir el böyle! Hayır, bu şahane el Bozio’nun olamaz. Hem perdeyi aralamadan nasıl uzatabildi elini? Sayfada konuğun elinin değdiği yerlerde daha önce orada olmayan satırlar belirmeye başlıyor. “Oku,” diyor konuk. Vera Pavlovna’nın yüreği sıkışıyor. Daha sayfaya bakmadı bile, orada ne yazdığını bilmiyor, ama yine de yüreği sıkışıyor. Bu yeni satırları okumak istemiyor. “Oku!” diye yineliyor konuk. Vera Pavlovna okuyor: “Hayır, yalnız olmak çok sıkıcı. Eskiden tek başıma kalmaktan sıkılmazken şimdi neden sıkılıyorum?” “Sayfayı geri çevir!” diyor konuk. Vera Pavlovna sayfayı geri çeviriyor: “Bu yılın yazı” iyi ama günlük böyle tutulmaz ki! Hangi yılın, hangi ayın kaçı olduğu belirtilerek tutulur günlükler. Örneğin 1895 yılı, haziran ya da temmuz ayının falanca günü gibi… Burada ise “Bu yılın yazı” denilmiş yalnızca. Her neyse… “Bu yılın yazı. Her zaman olduğu gibi kent dışına, adalara gidiyoruz. Bu kez birtanem de geliyor bizimle. Onun da aramıza katılması ne güzel!” Ha, şu ağustosta gittiğimiz piknik olacak bu! Dur bakayım, ayın kaçıydı? 15’i galiba? Yoksa 12’si mi? Hayır, hayır, 15’i, hani daha sonra birtanemin hastalandığı piknik bu. “O kadar mı?” “Bu kadar.” “Hayır, hepsini okumuyorsun. Ya bunlar ne?” Ve yine perdeyi aralamadan o harikulade el uzanıyor, yine dokunduğu sayfalarda daha önce olmayan satırlar beliriyor ve yine Vera Pavlovna istem dışı olarak bunları okumaya başlıyor: “Birtanem neden daha sık katılmıyor bize?” “Sayfayı çevir!” diyor konuk. “Birtanem öyle meşgul ki… Hep benim için çalışıyor, benim için yoruluyor.” Vera Pavlovna sevinç içinde. İşte birtanemin bize daha sık katılamayışının yanıtı! diye düşünüyor. “Bir sayfa daha çevir!” diyor konuk. “Bu üniversite öğrencileri ne kadar namuslu, dürüst çocuklar! Hepsi de birtanemi çok sayıyor. Onlarla birlikte olmaktan ben de sevinç duyuyorum. Kardeşim gibi hepsi, hiç resmiyet yok aramızda.” “O kadar mı?” “Bu kadar.” “Gerisini de oku!” El yeniden ortaya çıkıyor sayfalara dokunuyor, yeniden daha önce bulunmayan satırlar beliriyor sayfalarda ve Vera Pavlovna yine hiç istemeden bu yeni satırları okumaya başlıyor: 16 Ağustos –Yani adaya gidişimizin ertesi günü; 15’indeydi ada gezimiz–. “Birtanem sürekli olarak Rahmetov’la konuştu, hani şu şakacıktan rigorist diye takıldıkları gençle ve öteki arkadaşlarıyla. Benim yanımda on beş dakika ya kaldı ya kalmadı.” –doğru değil bu, on beş dakikadan fazla kaldı yanımda, yarım saat, hatta daha bile fazla beraber olduk– “Kayıktaki birlikteliğimizin dışında tabii” 17 Ağustos. “Dün akşam üniversite öğrencileri geldi, gece geç vakte kadar oturdular.” –evet, birtanemin hasta olmasından bir önceki gündü bu– “birtanem gece boyunca onlarla konuştu. Bana böylesine az zaman ayırırken onlara nasıl bu kadar çok zaman ayırabiliyor? Sürekli olarak çalışmıyor ya… Kendisi de kabul ediyor bunu: ‘İnsan hiç dinlenmeden çalışamaz’ diyor. Sık sık dinleniyor, kafasını dinlendirecek şeyler düşünüyor… İyi ama bunları neden benimle değil de tek başına düşünüyor?” “Bir sayfa daha çevir!”
Nikolay Çernişevskiy – Ne Yapmalı Cilt 2
PDF Kitap İndir |