Vladimir Nabokov – Nikolay Gogol

“Hayir, art1k dayanacak gücüm kalmadı. Tanrım, neler ya· pıyorlar bana! Katarndan aşağı soğuk sular döküyorlar! Beni dinlemiyor, neler çektiğimi görmüyorlar. Onlara ne yaptım ki? Niçin çektiriyorlar bana bütün bu ac1ları? Ben· cileyin bir garibandan ne istiyorlar? Ne verebilirim onlara? Neyim var ki, ne vereyim? Artık dayanacak gücüm kalma· d1, baş1m cay1r cayJr yan1yor, her şey gözlerimin önünde f1· rıl f1rıl dönüyor. Kurtarın beni! Alın bunların elinden! Bana y1ld1rım gibi h1zl1 atlar koşulmuş bir troyka verin! Geç ye· rine arabac1m, çın çın ötün troykamın minik çanları, şah· lan1p uçun yağ1z atlarım. götürün beni buralardan! Haydi, • daha hızlı. daha hrzlr, artık buraları gözüm görmesinJ Işte gökte bulutlar y1ğ1lmaya başladi, uzaklarda bir yıldiZ parliyor, kararan ağaçlanyla orman hızla geçiyor alt1mdan ve ay yükseliyor; mavi sisler dağilıp çözülüyor; o sisterin için … de bir telin tınlamasini duyuyorum; bir yanda deniz, bir • yanda ltalya; işte Rus kulübecikleri belirmeye başladr aşa … ğılarda. Şu ötelerde usul usul ağaran ev benim evim mi? Pencerenin önünde oturan kadin annem mi? Anneciğim. kurtar bu perişan oğlunu! Onun ağrıyan baş1na gözyaşlanni damlat! Bak ne işkenceler yapt1lar oğulcağız1na! Zavallı yetimini bağrına bas, anneciğim! Ona bu dünyada yer kalmamış! Her yerden kovuyorlar onu. Anne! Şu zavallı, hasta yavruna ac1!. Aklıma gelmişken … Cezayir Beyi”nin tam burnunun alt1nda kocaman bir etbeni bulunduğunu biliyor muy d unuz ? … ,, – GOGOL, Bir Delinin Hatira Defteri •• 1. Olümü ve Gençliği 1 Nikolay Gogol, Rusya’nın yetiştirdiği en tuhaf düzyazı şairi, 1852 yılında, 4 Mart Perşembe sabahı, saat sekize gelirken, Moskova’da öldü. Neredeyse kırk üç yaşındaydı; onun mucizevi nesiinin büyük Rus yazarianna nasip olan kısa hayat sürelerine bakınca, bu yeterince olgun bir yaş sayılabilir. Tek başına (marazi hüznü içinde Şeytan’a kafa tutmaya yeltenerek) giriştiği bir açlık grevinin tamamen tükettiği bedeni, akut beyin anemisine (ve muhtemelen beraberinde, gıda eksikligine bağlı gastroenterite) tutulmuştu; kendisine uygulanan şiddetli bağırsak boşaltma ve kan akıtma tedavileri, zaten sıtma ve dengesiz beslenme yüzünden ciddi şekilde hasar görmüş olan organizmanın ölümünü hızlandırmıştı. Şeytani bir girişkenliğe sahip iki doktor, onlardan daha akıllı ama pek de girişken olmayan başka doktorların karşı çıkışlanna rağmen, Gogol’ü sanki sıradan bir akıl hastasıymış gibi tedavi etmeye kalkmışlar, beden sağlığını taparlamaya girişıneden önce, cinnetinin hakkından gelmeye niyetlen7 mişlerdi.


Tıpkı elli yıl kadar önce, bağırsaklannda bir mermi olan Puşkin’in, ancak kabızlık çeken çocuklara iyi gelebilecek bir tıbbi yardım aldığı gibi. O zamanlar Alman ve Fransız tıp adamları nüfuz sahibiydiler, çünkü büyük Rus doktorları ekolü daha yeni yeni ortaya çıkmaktaydı. MoHere aniden kalabalık sahnenin ortasında kan kusarak öksürmeye başlayınca, ellerinde kocaman kann pompalanyla Malade Imaginaire’in* etrafında toplanmış, Latincenin kafasını gözünü yararak konuşan alimane doktorlar, artık insana komik gelmemeye başlar. Gogol’ün tüm istediği biraz huzur iken, zavallı güçsüz bedeninin nasıl da gülünç derecede hoyratça bir muameleye tabi tutulduğunu okumak ne korkunçtur. Dr. Auvers (yahut Hovert), Charcot’nun** yöntemlerini kullanan birinden bekleneceği üzere, semptomları son derece yanlış değerlendirerek, hastayı sıcak su dolu bir küvete oturtup, kafasını soğuk suyla ısiattıktan sonra, burnuna beş-altı adet tombul sülük yapıştırarak yatağa sokmuştu. Hasta ah edip bağırınış, harap olmuş bedeni (midesi omurgasına yapışmış haldeydi) tahtadan küvete taşınırken güçsüzce direnmeye çalışmıştı� yatakta çırılçıplak yatarken soğuktan tir tir titremiş, sülükleri bumundan alsınlar diye yalvarıp durnıuştu: Asalaklar artık aşağı sarkıp, ağzından içeri girmeye başlıyorlardı (Alın şunlan, uzaklaştırın benden … diye yalvarmaktaydı) ve onlardan kurtulmaya çalışırken, tıknaz Auvert’in (veya Hauvers’in) yarma asistanı, el lerini yakalamıştı. Gogol’ün dehasının ilginç fiziki veçhelerini gözler önüne serebilmek için, gerçekten çok nahoş ve üzüntü verici olan bu sahne üzerinde, biraz daha durmak zorundayız. Karnı, hikayeterindeki dilberlerdi, burnu ise o dilberierin erkek ar- (*) Haslalıh Hastası; Maliere’in ünlü komedisi- ç.n. (**) jean-Martin Charcot; modern nörolojinin kurucusu kabul edilen Fransız doktor- ç.n. 8 kadaşı. * Midesi onun “en soylu iç organı”yken, şimdi bitik durumdaydı ve burun deliklerinden ifritler sarkıyordu. Ölümünden evvelki aylarda kendini öylesine aç bırakınıştı ki, midesinin eskiden sahip olduğu muazzam istiap haddini ortadan kaldırmıştı; yoksa hiç kimse, bu ince ufarak adamın emip yuttuğu düdük makarnalarına yetişemez, onun yediği kadar çok vişneli turta yiyemezdi (insanın aklına, Müfettiş’teki cılız ama şiş göbekli Dobçinski ile Bobçinski geliyor) . Büyük, sivri burnu çok uzun olduğundan ve yüksek hareket kabil�yeti bulunduğundan, gençliğinde (vücudunu olmadık şekiliere sakabilen amatör bir akrobat olduğu için), bir gulyabani gibi burnunun ucunu alt rludağına değdirebiliyordu; bu burun, onun en duyarlı ve zaruri dış organıydı.

O kadar uzundu ki ”parınaklann yardımı olmadan, kendi başına en küçük enfiye kutulanna girebilirdi; tabii biri gelip, bir fiskeyle bu mütecavizi uzaklaştırmazsa (alıntı, Gogol’ün genç bir hanıma yazdığı mektuplardan; demek ki burada çapkınca bir hinlik var). Onun yaratıcı çalışmalarını incelerken laytmotif olarak burun ile hep karşılaşacağız� kokuları, hapşınklan ve horultulan onun kadar büyük bir hazla betimleyen yazar bulmak zordur. Şu ya da bu kahraman, sanki burnu bir el arabasına konmuşçasına, yuvarlanaraktan konuya dalar; yahut Steme’in “Slawkenburgius”** hikayesindeki yabancı gibi gelip anlatıya dahil olur. Enfiye çekmeye düşkünlük had safbadadır. Ölü Canlar’daki Çiçikov, mendilini kullanırken trompet üfler gibi bir ses çıkarır_. Burunlar akar, seğirir; yumuşak yahut kaba muamele görür burunlar. Sarhoşun biri, başka birinin burnunu testereyle kesmeye kalkar; Ay’ın sakinleri (bir delinin sözüne bakılırsa) Burunlardır. (*) Nabokov, adeti oldugu üzere, kelimelerin ses benzerlikleriyle (belly-kannt belle-dilber, beau-erkek arkadaş) egleniyor- c;. n. (**) Yazar Lawrence Sternet in The Life and Opinions of Trislram Shandy. Geneleman kitabına göndeı ıne c;.n. 9 Yazarın burunlara verdiği bu önem, nihayetinde, esasen bu organa bir güzelierne niteliğindeki Burun hikayesinin yazılmasına vesile oldu. Bir Freudcu, Gogol’ün tepetaktak dünyasında insanların baş aşağı dönmüş halde bulunduğunu (1841 ‘de Gogol serinkanlı şekilde, Paris’teki bir doktorlar komitesinin saptamasına göre, midesinin baş aşağı durduğunu ilan etmişti), dolayısıyla başka bir organın burun rolünü üstlendiğini ve bunun tam tersinin de geçerli olduğunu savunabilirdi. “Hayal gücü fazla olanın mı burnu uzundur, yoksa burnu uzun olanın mı hayal gücü fazladır” tartışması*, lüzumsuz kalıyor.

Bana göre, Gogol’ün burunlara olan abartılı ilgisinin, kendi bumunun anormal derecede uzun olmasına dayandığını unutmak ve onun koklama hissine verdiği önemi -hatta kendi bumunu- genel anlamda karnaval şakalarıyla ve özellikle de Rusların burun konulu fıkralanyla müttefik bir edebi unsur olarak görmek, daha makuldür. Bumumuzla neşelenip, bumumuzla üzülürüz. Rastand’ın Cyrano de Bergerac oyunundaki ünlü sahnede geçen, burunla alakah kinayeler, burun etrafında dönen yüzlerce Rus atasözü ve deyiminin yanında, solda sıfır kalır. Malızunsak burnumuzu sarkıtır, iftihar duygulan içindeysek havaya dikeriz; hafızamızı canlandırmak için bumumuza bir çentik atarız� bizi mağlup eden adam, bumumuzu siler. Yaklaşan bir tehlikeden bahsederken, burnumuzu uzunluk ölçüsü olarak kullanınz. Diğer milletler, birine yol gösterıneyi ya da birini terk etmeyi anlatırken, burun kelimesine bizim kadar başvunnaz. Uyku mahmuru bir adam, başını sallamak yerine burnu nu “oynatır” . Büyük bir burunla Volga üzerine köprü kurulabileceğini yahut bu burnun, herhalde geçen asırdan beri büyümekte olduğunu söylemek adet olmuştur. Burnun içinin karıncalanması kötü bir şeyin olacagına, ucunda sivilee çıkması ise bir cümbü- (*) Yine Steme’in kitabında yer alan bir tanışma- ç.n. 10 şün yaşanacağına delalet eder. O yüzden Rusya’da herhangi bir yazar, mesela burna konan bir sinekle ilgili kirrayeler yapmışsa, mizah yazarı olarak tanınmaya başlardı. Gogol gençlik döneminde otomatik olarak bu kolay yöntemi benimsemiş, ama olgunluk döneminde kendi özel, yadırgatıcı dehasını da eserlerinde hissettirmişti. Üzerinde durulması gereken şey, en başından itibaren Gogol’ün (tıpkı tüm Ruslar gibi), burnu aslında komik, çıkıntıh, taşıyıcısına ait değilmiş gibi duran, aynı zamanda (bu noktada Freudcuların hakkım teslim etmem gerek) bilhassa ve gülünç denebilecek ölçüde eril bir şey olarak algıladığıdır. Gogol güzel bir kızın yumuşak, yumurta benzeri yüzünü tasvir ederken, adeta acı çeker gibidir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir