John Dos Passos – A.B.D. 42. Enlem

1896 yılında doğan Passos için Amerika’nın ulusal kimlik arayışı, kendi kişisel zorlu yolculuğuyla bütünleşmiştir. Onun gözünde kimlik sorunu çok yoğun özel bir anlam taşır, çünkü John, her ikisi de o doğduğunda başkalarıyla evli olan ana babasının yasadışı çocuğudur. On altı yaşına gelinceye kadar kendi babasının soyadını taşıyamaz. New York’lu çok ünlü ve varlıklı bir avukat olan babasıyla, Virginia’lı seçkin ve soylu bir kadın olan annesi dile düşme korkusuyla çocuklarını gizlerler; John çocukluk günlerini annesiyle, sanat ve tarih dersleri aldığı özel eğitmenleri eşliğinde Avrupa’yı dolaşıp arada babasıyla Avrupa otellerinde buluşarak geçirir. Kendi deyimiyle o, “otel çocuğu”dur. Ancak on altı yaşına geldiğinde ana babası evlenebilir ve babasının soyadına kavuşur. Böylelikle iyi okullara gidebilmiş, ama oralarda hep dışlanmıştır. Annesiyle babasının evlenmelerinden iki yıl sonrada babası ölür. 1916 yılında Harvard’ı bitirince okumak için İspanya’ya gider ama ambulans sürücüsü olarak orduya ve savaşa katılıp, cepheleri dolaşır, savaşı dolaysız olarak tam da içinde yaşar. Savaş izlenimleri 1919 adlı romanına yansımıştır. Onun gözünde, hayal ürünü bir pazardan yararlanmak uğruna delikanlıların gencecik bedenlerini kurban eden tekelci kapitalizmin ürünü ve vahşet ölçüsünde çıldırmış uygarlığın son atağıdır savaş. Elbette insanlar çevrelerindeki bu yozlaşmayı görüp, “yeter” diyeceklerdir. Ama bu beklentisi yerine gelmeyecektir. Tıpkı çağdaşları ve arkadaşları olan Sinclair Lewis, Ernest Hemingway, F. Scott Fitzgerald gibi o da açgözlü bir tüketim hırsına kapılmış, başka her şeye kayıtsız kalan Amerikan kültürünü acımasızca eleştirmiştir.


Kapitalist endüstrinin zorbalığı karşısında duyduğu öfke ve acı A.B.D. üçlemesinde açıkça görülür. Nicola Sacco ve Bartolomeo Vanzetti adında iki solcu işçi önderi göçmenin uydurma ve düzmece suçlamalarla idam edilmesi, onun gözünde endüstri toplumunun en son ve doruk noktasında yaşanan ahlaki çöküntünün göstergesidir. Bu idam da A.B.D. üçlemesinde yer alır. Jean Paul Sartre için, “Çağdaş en büyük yazar” Passos’tur. Onun aynı zamanda ölümü o güne kadar en iyi anlatan yazar olduğunu söyleyip şöyle der, “Ölüm üzerine çok şey söylemez, yalnızca ‘Öldü,’ der ama ondan sonra yazdığı her sözcük açık mezara atılan bir kürek topraktır.” Çok ustaca işlenmiş, güçlü toplumsal gözlemler ürünü bir roman olan, alaycı dille yazılmış A.B.D. üçlemesi birbirinden bağımsız gibi görünen ama aslında eklem yerlerinden birbirine çok iyi bağlanmış, iç içe geçen, bütün ülkeyi bir kilim gibi rengârenk dokuyarak önümüze seren dört ayrı bölümden oluşur: I.

Bölüm Yirminci yüzyılın ilk otuz yılındaki toplumsal çalkantılar içinde kendi yerlerini bulmaya çalışan ve romanın ağırlığını oluşturan, toplam on iki kurgusal roman kişisi ve onlarla ilintili başka ikincil kişiler vardır. Bunlar toplumun çeşitli katmanlarından seçilmiş, hikâyeleri üçüncü tekil şahsın ağzından, çocukluklarından başlayarak anlatılan, üç cilt boyunca karşımıza çıkan, kimi zaman birbiriyle tanışan, hayatları kesişen çok ustaca canlandırılmış roman kişileridir. Örneğin yoksul bir delikanlı, solcu bir sendikacı ve matbaa işçisi olan Mac; New York’lu iç dekoratör ve züppe bir kadın olan, acılı çocukluğunu incelikleri ve sanat tutkusuyla gidermeye çalışan Eleanor Stoddard; çok az yeteneği olan, sürekli başarısızlığa uğradığı için intihara sürüklenen sanatçı Evelyn Hutchins; kendi kendini yetiştirmiş, acımasız, fırsat düşkünü, tipinin örneği reklamcı J. Ward Morehouse; Harvard mezunu çalışkan ve büyük bir iş kurmayı başaran Richard Savage; komünist olan nişanlısı partinin seçtiği kişiyle evlenince hayal kırıklığına uğrayan sol sendikacı Mary French; uçak işine giren Charley Anderson gibi roman kişilerinin yer aldığı bu bölümler romanın bel kemiğini oluşturur.

  1. Bölüm Yazarın, Joyce’vari bilinç akımı tekniğiyle, şiirsel bir dille, birinci kişinin ağzından, toplumdan soyutlanmış, korkutulmuş, yabancı ülkelerde dolaşırken iyice yabancılaşmış çocukluk günlerinden başlayarak yetişkinliğe kadar, kendi iç dünyasını aktardığı “Sine-göz” bölümleri kendi duygusal hayat hikâyesidir denebilir.

Bu bölümleri okurken insan kalabalık bir sokakta yürürken rastgele yakaladığı düşünce hızındaki izlenimlerle, adeta büyülü bir dünyadaymış, sinemasal bir şölendeymiş gibi hisseder. III. Bölüm O günün gazete başlıklarından, politikacıların söylevlerinden, dergilerden yapılan alıntıların halk şarkılarından dizelerle süslendiği, halk kültürünün Dada’vari aktarımı olan “Haber-film” bölümleri de toplumun resmini tamamlayan bir başka öğedir. 1900’lerin başlarında, sessiz sineme günlerinde, özellikle de 1. Dünya Savaşı sırasında, film başlamadan önce savaş muhabirlerinin gönderdiği görüntüler perdeye gelir ve bir ses de onların üzerine haberleri okurdu. Bu bölümler o günlerin izlenimleriyle yazılmıştır. Passos’un kendisi de 2. Dünya Savaşı’na savaş muhabiri olarak katılmıştır. Hem “Sine-göz”, hem de “Haber-film” bölümleri roman kurgusu içindeki ögeleri yansıtmak, genişletmek ya da yorumlamak için özenle seçilmiştir ve aralarında ilişki vardır. Örneğin Mac’ın, peşinden tüfekle kovalayan ve onu vurmak isteyen çiftçiden kaçmasıyla biten bölümü, “BU DÜNYADA YAŞAMAK YÜREK İSTER” diye başlayan “Haber-film”in izlemesi ya da Sacco ve Vanzetti’nin idamlarını anlatan “Sine-göz”den sonraki bölümün “Enternasyonal”in dizeleriyle başlaması gibi.


Dikkatli bir okur bu ince ayrıntıları kolayca yakalayıp romanın tadına daha çok varsa bile yine de bunları kaçırmak romana çok fazla şey kaybettirmiyor. IV. Bölüm Romanın kapsadığı otuz yıl süresince toplumda sivrilmiş gerçek kişilerin son derece şiirsel bir dille anlatıldığı “Gerçek Hayat Hikâyeleri” dördüncü bölümü oluşturur. O günlerin öne çıkan olumlu kişileri yanında, olumsuz kişiler de aktarılmıştır. Bu kişiler arasında otomobili bulan Henry Ford gibi mucitler, Roosvelt gibi politikacılar, Bill Haywood gibi işçi önderleri, İsadora Duncan gibi sanatçılar vardır. Bunlara Gene Debs’i, Luther Burbank’ı, Bryan’ı, Minor Keith’i, Carnegie’yi, Edison’ı, Steinmetz’i, La Folette’i, Jack Reed’i, Randolph Bourne’i, Paxton Hibben’ı, Woodrow Wilson’ı eklersek, yalnızca bu isimler bile bize o dönemin karayazgısını anlatmaya yeter –bu kadar çok yetenek, hırs, aşk, hepsi de ziyan olmuş, yanlış yönlendirilmiş, savaş vahşetine, kazanç hırsına, hoşgörüsüzlüğe, baskılara kurban verilmiştir. Birbiri içine büyük ustalıkla geçirilmiş, kaynaşmış bölümlerden oluşan bu deneysel ve modern yazma biçimi bütün bir ülkeyi halı gibi önümüze sererken büyük bir edebiyat tadı veriyor.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir