John Dos Passos – ABD 1919

savaş alanlarında çarpışmış olan askerlerimiz yurtlarına döndüklerinde güvenlik içinde oturup oynaşan, ne ol3 ]ohn Dos Passos duğu belirsiz yeni düzen üzerine bir şeyler geveleyen Amerikalı için ne düşünecek? savaş canavarlığını yaşamış askerlerimiz, onun bu cılız budalalığına bakınca cinayetlerin, soygunculuk hırsının geniz yakan dumanlarıyla tüten, devrim alevleriyle tutuşmuş o uçsuz bucaksız Hiç Kimsenin Yurdu Avrupa’yı hatırlayacak GREVCİ GARSONLAR KADINLARIN YARDIMINI İSTEDİ Ah meşeler dişbudaklar, gözyaşları içinde salkım söğütler Yemyeşil büyür Kuzey Amerika’ da çimenler böylesine durumla karşılaşmak, ülkemizde dengeleri kurma amacıyla çok büyük tutarlarda parayı yurtdışından getirmek demektir İçinde renk taşıyan tek şeyi, kendine özgü bir ruhu varmışçasına gemilerin kaskatı gövdelerinde kıpırdanan tek şeyi yani gemilerimizde dalgalanan bayrağı, düşündüğümde üzerine bağımsızlık hakkının, adaletin yazıldığı kağıttan şeritleri ve bu hakları korumak için boydan boya yayılmış kan şeritlerini görüyormuşum gibi geliyor -sonra bir köşede, bu haklar için direnen her ulusu çepeçevre saracak masmavi berraklığın varlığını seziyorum Ah, sımsıkı bağlayacağız Bayrağı direğin tepesine Yeniden yazılacağız denizaltılarda askere ]oe Williams Joe Williams elden düşme giysiyi sırrına geçirdi, içine kaldırım taşı koyduğu üniformasını iskelenin ucundan çamurlu 4 1919 suya bıraktı. Öğleüstüydü. Ortalıkta kimseler yoktu. Sigara kutusunun yanında olmadığını görünce canı sıkıldı. Ambara geri döndüğünde onu bıraktığı yerde buldu. Bir keresinde Guantanamo’da sarhoşken aldığı Flor de Mayo purolarını bile barındırmış kutuydu bu. İçindeki yaldızlı kağıdın alnnda Janey’in lise bitirme resmi, Alec’in motosikletli resmi, lisedeyken kaptanlığını yapnğı takımın beyzbol giysileriyle çekilmiş, tüm oyuncularla, koçun imzasını taşıyan bir resmi, Vırginia Bumu açıklarında üç direkli bir gemiye yol gösteren babasının römorkörü, Mary B. Sullivan’ın eski, pembeye çalan, solmuş resmi, birkaç tıraş bıçağı, Vıllefranche’da birlikte olduğu Antoinette adlı kızın çıplak resmi, Malaga’da Faslıların yaptırdığı kemerin önünde, beyaz giysileri içinde iki arkadaşıyla çekilmiş kendi resmi, birkaç yabancı pul, bir paket sigara, Santiago kumsallarından topladığı on tane kırmızı, pembe şarapnel parçası vardı. Kutusunu koltuğuna sıkışnrmış, üzerinden dökülen sivil giysilerin içinde kendini bayağı hissederek ağır ağır işaret direğine doğru yürüdü, Plate Irmağı’nda düzen içinde ilerleyen donanmayı seyretti. Puslu bir gündü; az sonra ince uzun savaş gemileri çıkardıkları kıvrım kıvrım yoğun duman içinde bulanıklaştı. Joe artık onlara bakmıyordu, paslı bir yük gemisinin limana girişini seyretmeye başlamışn. Limana boşaltacağı epeyce yükü var gibiydi, su çizgisinin altındaki gövdesi yosun tutmuştu, yeşildi, pisti. Direğine mavi beyaz Yunan bay5 fohn Dos Passos rağı, ön yanına, yarıya dek, solmuş san karantina bayrağı çekilmişti. Arkasına sokulmuş olan bir adam İspanyolca bir şeyler söyledi. Mavi keten giysili, gülümseyen, kızıl saçlı biriydi, puro içiyordu ama nedense Joe ürktü ondan.


“Çakmadım, ahbap,” dedi, uzaklaşn, ambarların arasına daldı, sokaklardan geçti, sonra yine su kıyısına indi. Maria’nın yerini bulamıyordu bir türlü, tüm yapılar birbirinin aynıydı. Camdaki kurmalı kemanı görünce tanıdı orasını. Havasız, anason kokulu izbeye girip bir elinde yapış yapış bira bardağıyla, kapıya asılmış boncuk perdenin gerisinden parılnlı çizgiler içinde görünen sokağa bakarak uzun süre durdu. Her an beyaz giysileri, sarı tabanca kılıfıyla bir gemicinin önünden geçmesini bekliyordu. Barın arkasında sarışın, çarpık burunlu bir genç, sırnru duvara dayamış, boş gözlerle çevreye bakınıyordu. Joe kararını verince çenesini havaya kaldırarak çocuğa yaklaşmasını işaret etti. Delikanlı yanına geldi, barın üzerinden sırdaş havasıyla eğildi, bir eline yaslandı, ötekinde tuttuğu bezle muşambayı silmeye başladı. Bira bardaklarının muşamba üzerinde bıra.knğı halkalarda toplanmış olan sinekler tavanda vızıldayan yığına kanlrnak için uçuştular. “Şey, ahbap, Maria’ya onu görmek istediğimi söylesene,” dedi Joe fısılnyla. Barın ardındaki delikanlı iki parmağını havaya kaldırdı. “İki pezo,” dedi. “Hadi be sen de, ben yalnızca konuşacağım.” Maria, arkadaki kapıdan onu çağırdı.

Solgun yüzlü, birbirinden ayrık iri gözlerinin altında mavimsi torbacıklar oluşmuş bir kadındı. İri göğüslerinin üzerinde iyice gerilmiş olan, buruş buruş, pembe giysisinin alnnda Joe göğüs uçlarının çevresindeki kırışık halkaları ayırt edebiliyordu. Arka odada bir masaya oturdular. Joe açık kapıdan, “İki bira,” diye bağırdı. “Derdin ne anlat, iho de mi almal?” diye sordu Maria. “Doc Sidner’i çaknn mı?” Canım yavrum (ç.n.) 6 1919 “Elbet, çakar ben bütün Yankiler. Ne istiyorsun, sen yok gitmek koca gemiynen?” “Ben gitmek yok koca gemiynen … Ben var dövüşmek koca orospuçocuğynan, çakarsın ya?” “Che.” Güldüğünde Maria’nın göğüsleri denizanası gibi sallanıyordu. Şişman elini Joe’nun ensesine koydu, yüzünü kendine doğru çekti. “Vah vah bebek. mor göz.” “Elbette, morartn ya gözümü.” Joe geri çekildi.

“Astsubayın teki. Serdim onu yere, anlarsın ya … Bundan böyle deniz kuvvetleri bana göre değil… Sıranu savdım. Sahte denizci kağıtları düzenleyen birini tanıdığını söyledi Doc … çaktın değil mi? Benim işim ticaret gemileriyle bundan sonra, Maria.” Joe birasını bitirdi. Kadın oturmuş, başını sallıyor, “Che… pobrecito … Chel,” diyordu. Sonra ağlamaklı bir sesle, “Ne para var?” diye sordu. “Yirmi,” dedi Joe. “O alır elli.” Vah … zavallıcık . vah (ç.n.) 7 John Dos Passos “Öyleyse ağzıma edildi demektir.” Maria, iskemlesinin arkasına dolandı, alçaktan, gıdaklamaya benzer sesler çıkartarak şişko kolunu boynuna doladı, üzerine eğildi. “Dur bakalım, düşünmek biz … Papel?” Ensesine bastırdığı iri göğüsleri Joe’yu kaşındırıyordu; sabahları, böylesine ayık olduğunda onun dokunuşlarından hoşlanmıyordu. Ama sonunda kadın papağana benzer bir çığlık atana kadar kıpırdamadan oturdu orada.

“Paquito … ven aca.”1 Arkalardan bir yerlerden, pislik içinde, kırmızı yüzlü, kırmızı boyunlu, armut gibi bir adam çıktı. Joe’nun başı üzerinden İspanyolca konuştular. Sonunda kadın yanağını okşadı, “Oldu iş Paquito ben bildi nerde oturdu o … belki yirmi papel alır senden, ha?” Joe ayağa kalktı. Paquito, yağlı aşçı önlüğünü çıkarıp sigara yakn. “Çakarsın ya, denizci kağıtları?” diyen Joe gidip karşısında dikildi. Adam başını salladı, “Oldu.” Joe, Maria’ya sarıldı, usulca çimdikledi. “Sen iyi bir kızsın Maria.” Kadın sırıtarak barın kapısına kadar peşlerinden gitti. Dışarı çıktıklarında Joe çabucak sokağa göz attı. Asker giysili kimse yoktu. Sokağın sonunda, beton ambar yapılarının üzerinden siyaha boyalı bir vinç görünüyordu. Tramvaya binip hiç konuşmaksızın uzun süre gittiler. Paquito dürtünceye kadar Joe ellerini dizlerinin arasından sarkıtıp gözlerini döşemeye dikmiş oturdu.

Şimdiden renkleri solmuş yeni beton evlerin oluşnırduğu yoksul bölgede indiler. Paquito, ötekilere benzeyen bir kapıyı çaldı, gözlerinin çevresi kızarmış, atlarınki gibi koca koca dişleri olan bir adam açtı kapıyı. Kapı aralığında Paquito’yla uzun süre İspanyolca konuştular. Joe ayak değiştirip duruyordu. Konuşurken yan gözle kendisine bakmalarından kaç para koparabileceklerini kestirmeye çalıştıklarını anlıyordu. Gel buraya. (ç.n.) 8 1919 Tam Joe araya girecekken kapıdaki adam kötü bir İngiliz vurgusuyla konuştu. “Şu herife seni getirme derdine katlandığı için beş pezo ver de biz iki beyaz adam aranuzda anlaşırız, nasılsa.” Joe cebindeki bütün gümüş paraları çıkarıp verdi, Paquito uzaklaştı. Joe, İngiliz’in peşinden, lahana, yamk yağ ve çamaşır kokan ön odaya girdi, içeride adam ellerini Joe’nun omzuna koydu, yüzüne, soluğundaki ucuz viski kokusunu saçarak, “Şey, dostum, kaç para verebilirsin?” dedi. Joe dişlerinin arasından, “Bütün param yirmi Amerikan doları,” diye yanıtladı. Adam başım salladı. “Bizim parayla yalnızca dört kaat, desene … yine de ne yapabileceğimize bir bakmanın zararı yok, öyle değil mi, ahbap?” Adam gözlerini dikmiş kendisini süzerken Joe kemerini çözdü, çakısıyla birkaç dikişi söktü, uzunlamasına katlanmış, turuncu sırtlı iki Amerikan parasını çıkardı, özenle açtı paraları, tam adama verecekken aklına başka bir şey geldi, cebine soktu.

Adam sırıtarak, “Şu kaatlara bir bakalım,” dedi. Adamın kıyıları kızarmış gözlerinde yaşlar varmış gibiydi; birbirimize yardımcı olmamız gerektiğini, dostuna yardım etmek için biri kendini tehlikeye attı mı da ona borcumuzu ödememiz gerektiğini falan anlattı. Sonra Joe’ya adını, yaşını, doğum yerini, ne zamandır denizlerde olduğunu sordu, ardından kapıyı özenle kilitleyerek içerideki odaya geçti. Joe dışarıda durdu. Bir yerlerde tiktaklar çıkaran saat vardı. Çok ağır geçiyordu zaman. Sonunda Joe anahtarın kilitte döndüğünü duydu, elinde iki kağıtla adam dışarı çıkn. Alnım kırıştırarak inceledi kağıtları. “Senin için yaptıklarımın ne dernek olduğunu anlıyorsun, değil mi?” dedi adam. Kağıtlarda eksik yok gibiydi. Öteki kağıt Tıtterton Deniz Yolları’na yazılmıştı, on şilinlik borcu bitene dek Joe’nun aylığından kesilmesini istiyordu. “Baksana bana sen,” dedi Joe, “bu yetmiş dolar yapar, beni dolandırıyorsun.” Adam 9 John Dos Passos kendisini nasıl tehlikeye atnğım düşünmesini, her şeyin ne kadar zor kotarıldığını anlattı, alt tarafı kendinin bileceği işti, ister alırdı kağıtları, ister bırakırdı. Adamın peşinden her yana kağıtların saçılıruş olduğu iç odaya geçti, Joe masaya eğildi, dolmakalemle adının altına imzasını atn. Tramvayla kent merkezine gittileı; Rivadavia Caddesi’nde indiler.

Joe, adamın peşinden, bir ambarın arka bölümündeki işyerine girdi. “İşte sana pırıl pırıl bir delikanlı, Mr. McGregor,” dedi adam, tırnaklarını kemirerek bir aşağı bir yukarı yürüyen aksi suratlı İskoçyalı’ya. Joe’yla Mr. McGregor birbirlerini süzdü. “Amerikalı mısın?” “Öyle.” “Amerikan parası üzerinden ödeme yapacağımızı ummuyorsundur sanırım.” İngiliz adam yanına gidip kulağına bir şey fısıldadı. Mr. McGregor kağıtlara baktı, aklı yatmış gibiydi. “Oldu bu iş, defteri imzala bakalım … En son adın altını imzala.” Joe imzasını atıp İngiliz’e yirmi doları verdi. Beş parası kalmamıştı. “Haydi, hoşça kal, dostum.” Joe, adamın elini sıkmadan önce bir an duruksadı.

“Eyvallah,” dedi. Mr. McGregor ters bir sesle, “Git eşyalarını topla, bir saat içinde burda ol,” dedi. Joe, sigara kutusunu elinde tartarak, “Hiçbir şeyim yok. Kaçtım,” dedi. “Öyleyse dışarıda bekle, biraz sonra seni Argyle gemisine göndereceğim.” Joe, sokağa bakarak bir süre ambarın kapısında durdu. Yeterince görmüştü Buenos Aires’i. Mr. McGregor’u beklemek için üzerinde Tibbett&Tibbett, Mineli Taşlar, Blackcpool, yazılı pakete oturdu, yenen mi, yenik düşen mi olduğunu düşünüyordu. Şu Buenos Aires’ten basıp gidene kadar işleri yolunda gideceğe benziyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir