Bir insan özellikle benim gibi bir insan ne zaman yazmaya başlar? Daha doğrusu, ne zaman onun için yaşadıkları, hissettikleri, düşündükleri artık ifade etmekten kaçamayacağı bir yoğunluğa ulaşır? Bilmiyorum, insan kendisi için böyle bir durumda olduğunu söyleyebilir mi? Bilmiyorum. Büyük bir acı, belki bir aşk, belki de çok başka bir sarsıntı sonucu insan kendini önemli bir kararın öncesinde; belirsiz de olsa, yaklaşan bir değişimin huzursuzluğu içinde bulabilir. Korkulu bir bekleyiştir bu: insan bu bilinmeyen sarsıntının yaklaştığını hissedince bir süre ne yapacağını bilemez. Sonra bütün gücüyle, belki de daha önce hiç hayalinden geçirmediği girişimlere atılır -daha doğrusu kendini daha önce düşünmeye bile cesaret edemeyeceği bir eylemin içinde bulur. Bir eylemin içinde bulur… daha önce düşünmeye bile cesaret edemeyeceği bir eylem… bir eylemin içinde nasıl bulur insan kendini? Hayalinden bile geçirmediği bir eylemin içinde bulur mu kendini insan? Hayır, böyle bir şey olamaz. Hiç olmazsa daha önce tasarladığı, ya da hayal gücünü açmayan bir durumda insan akıl ve ruh gücünü koruyabilir. İnsan… insan… kim bu insan? İnsan genel bir isimdir, çeşitli şartlar altında, çeşitli bireyleri ifade etmek için kullanılabilir. Ona, ‘insan’ yerine, meselâ ‘X’ de diyebilirsiniz. Ona ‘X’ denilebilirse, özellikle ben, bu varsayımdan dolayı çok mutlu hissederim kendimi. Çünkü ben bir matematikçiyim ve içinde bulunduğum durumda bütün umudum, başıma gelenleri, bir ‘X’ bilinmeyeninin çözülebilir fonksiyonlarından ibaret olarak görebilmektir. Böylece birçok korkulu rüya hiç yaşanmamış olacaktır. Ben bir matematik hocasıyım, daha doğrusu bir matematik profesörüyüm -yıllarca, ‘ben bir matematik profesörüyüm’ diyebilmeyi hayal etmiştim; şimdi “hoca” gibi, belirsiz ve kaçak bir deyime sığınıyorum nedense-. Kendime ‘profesör’ demekte güçlük çekiyorsam bu çekingenliğimde meselâ Reşit Beyin de kartvizitinde adından önce aynı başlığı kullanmasının payı büyüktür. Aman Allahım Reşit Bey ve ben: Profesör ve profesör. Olamaz! Bütün olanlardan sonra… Oysa bir zamanlar -evet ne yazık ki öyle zamanlar da vardı- profesör Reşit Beye benzemek için… Hayır, ben bu yazma işini sürdüremeyeceğim. Nasıl olur? Biraz önce ‘kaçınılmaz bir yoğunluk’tan söz ediyordun. Hayır hayır… biraz duralım, yeni baştan düşünelim. Yeni baştan düşündüm. Hayır ben ‘insan’ gibi, ‘X’ gibi genel bir deyim olmaya katlanamam; ‘matematik profesörü’nün yerine geçen bir ‘X’ olarak Reşit Beyle aynı fonksiyonlarda bulunmaya razı olamam. Bu nedenle, düşünmek üzere bu satırlara ant verdiğim günlerde -evet ‘yeni baştan düşünelim’ ile ‘yeni baştan düşündüm’ arasında beş gün var- beni bu satırları yazmaya zorlayan nedenlerle uğraşırken ‘matematik alışkanlıklarım’dan mümkün olduğu kadar uzak durmaya karar verdim. Bütün genellemelerden uzaklaşarak, ‘kişisel bir belge’ ortaya koyma girişimi de beni ürkütüyor. Hayatım boyunca çeşitli vesilelerle, kendimden bile ‘biz’ olarak söz etmiş olmamdan dolayı bir tutukluk var bu ‘kişisel girişim’le ilgili. Duygusal bir hesaplaşmaya girmiş olmaktan da ürküyorum. Peki ne istiyorsun? Bilmiyorum: belki de her şeyi yaşayarak göstermek istiyorum. Ancak gerçek bir yaşantıda insan -bu kelimeyi kullanmayacaktım ya, neyse- İnsan filân değil, yani ben, hayatın dışında kalan küçük endişelerden, görünüşü kurtarmaya çalışan kuruntulardan sıyrılır… esaslı bir yaşantı demek istiyorum. Kim böyle yaşadığını ileri sürebilir? Ben, hiç olmazsa, gerçekleri görmeye başladığımı, bir şeyler aramaya başladığımı ileri sürüyorum. Çünkü bir süreden beri biliyorum ki, bir şey ileri sürmeden, ‘ifade edilmesi kaçınılmaz duruma gelen duyarlıklardan’ söz etmenin anlamı yok. Öyleyse hemen anlatmaya başlamalıyım, gerçek yaşantı oyalamaya dayanamaz. Olayların başlangıcında -olaylar diyorum, çünkü her şeyi tek bir nedene bağlayabileceğimi sanmıyorum- benim dış görünüşüyle düz ve yatay çizgili hayatıma bakanlar -ben dahil- bu yıpranmış matematik profesöründen herhangi bir şaşırtıcı atılım beklemiyorlardı. Yaş konusunda belirli sınırlar koymak isteyenler arasında sık sık tartışmalar çıkağını görmüşümdür, ama beni ‘orta yaşlılar’ bölgesinden gençlere doğru kaydıracak kimse olduğunu sanmıyorum. Aynca ona yaşlı olmaktan da şikâyetçi değildim olayların başlangıcında. İlk gençliğimde kendimi çekici bir erkek sanırdım, ama bu sanımı benimle paylaşacak bir kadın çıkmadığı için, bir süre ortalıkta mahzun ve kalbi kırılmış olarak dolaşmayı denedim. Sonradan karım olan genç kızın, hangi özelliğimi (çekicilik, kalp kırıklığı ve hüzün) beğendiğini hiçbir zaman kesinlikle bilemedim. Evlendikten bir süre sonra yapma hüznümü yürütmeyi beceremediğim için, olsa olsa çekiciliğimle karımı etkilemiş bulunabilirim. Oysa gerçekten çekici olan erkekler kadınları ancak düzenli ve güvenli bir hayatın etkilediğini çok iyi bilirler. Ve elbette bu bakımlardan kadınlara her zaman çekici geldiğimi -öğünerek mi, üzülerek mi bilmiyorum- belirtmeliyim. Ne var ki, hüzünlü ve kalbi kırık dolaştığım sahipsiz günlerimde bazı küçük yaşantıların verdiği münasebetsiz huyların -bunların neler olduğunu ben bile unutmuştum- ‘güvenirliğim’ konusundaki etkenliği beni bile şaşırttı (olayların başlangıcında). Yarattığım hayal kırıklığı için herkesten özür dilerim.
Oğuz Atay – Eylembilim – Bütün Eserleri 7
PDF Kitap İndir |