Vedat Türkali – Mavi Karanlık

Nasıl sevmem bu kenti? Bu maviden yeşile güneşe boyanmış doğa, insanı küçümsemeden nerde böyle kuşatır dört yanı? Bir şu Kale olmasaydı. Ortaçağ zindan bekçisi gibi durur… Maniseleion’un katilleri Hıristiyan barbarlar dikti, bizim aptallar da onardı; bir avuç para döktüler bu taştan gâvur pisliğine!. Ne var gene sabah sabah?. Uykuyu alamadık. Akşam biraz da fazla mı kaçırdık, ne?. Tekne bitse de bir açılsak, yorgunluk, sinir minir kalmaz ya, teknenin de biteceği yok. Üç yüz bin daha diyorlar. Sen ona beş yüz, de… Nerden bulacağız bakalım?. Balkona çıkıp koltuğa ilişti. Saat biri geçiyor, ezanlar başladı. Hele şu caminin müezzini… Böylesi çirkin sesli birine kim ezan okutur? Bu müezzini Makarios atamış diyordu Nazmi, haklı! İslamlıktan soğutmak için bağırtıyorlar herifi… Karılara bak, daha dün geldiler, iki saattir kumda yatıyorlar bu güneşin altında.


Toptan manyak bu kadın milleti! Kalabalık başladı gene. Acıkmışım, gidip bir şeyler yemeli… Kalkıp odaya girdi, giyindi çabucak, taranmak için musluk üstündeki aynaya bir şey soracakmış gibi yaklaştı. Kırlaşmış saçlarına, yorgun göz altlarına baktı. Sor bakalım! Kapı vuruldu yavaştan. Hah, geldiler… Kurtardın beni Rahmiciğim. İki adımda kapıyı buldu, çevirdi anahtarı. Kapıyı açınca şaşırdı birden. — Merhaba… Sevinmişti. — Sen miydin kız? Kumral, kırışık Tatar bakışlı, ince uzun bir kız boynuna sarıldı. — Düş kırıklığına uğrattım değil mi babacığım? dedi. Kimi bekliyordun? Kızın yanaklarından öpüp kapıyı kapatırken. — Herhalde seni değil, dedi gülerek. Ne vakit geldin? — Biraz önce. Annem İstanbul’a gitti. Mürvet geliyordu arabasıyla, haydi, dedi… — Özgür de burda!. Donuk baktı Nergis. Öyle ya, Korhan var şimdi. — Aç mısın? Haydi inip bir şeyler yiyelim, hem konuşuruz. — Olur.

Ben daha yeni kahvaltı ettim ya… Balkon kapısından baktı. — Ne güzelmiş bu oda, dedi. Kale, adalar, karşı burun… — Yaaa, hele Kale!. — Doğru ya, senin sevmediğin güzel olmaz!. Bakıp durma aynaya, yakışıklısın… Saçlarını çabucak taradı, kolundan tutup kapıya çekti kızını. — Haydi, geveze, dedi, açlıktan öldüm ben… Aşağı kata iniyorlardı ki resepsiyonda görevli komiser emeklisi elinde telefon, — Sizi, Muhtar Bey, dedi gülerek… — Ben mi?. — Sevinerek telefona giderken, yemek salonunu gösterdi, — Sen otur Nergisciğim, dedi, bana da bir ızgara söylersin… Telefonu aldı hemen. — Efendim?. Haa sen misin? Yoo, İstanbul sandım da… Söyle… Telefondaki çın çın kadın sesi, akşama Akkonak’a çağrılı olduklarını söyleyince, ilgisi arttı birden, — Olur, dedi, saat beşte geliriz, Nergis de burda… Belki o da gelir… Sağ ol Fatoşçuğum. Öptüm… Kıyıdaki masada Nergis’in karşısına otururken kızın alaylı bakışına gülümsedi o da. — Fatoş’muş… — Duymayan mı kaldı? dedi Nergis aynı alaylı gülüşle. Muhtar’ın telefondaki bağırmasını mı, bir dedikodunun yaygınlığını mı vurgulamıştı? Açıklamak gereğini duymuş gibi, — Ayrıldı mı onlar? dedi. — Yoo, niye ayrılsınlar? Kısa bir sessizliği Muhtar bozdu. — Fesat kız, dedi. Fatoş’la aramızda bir şey kalmadı bizim… Rahmi’yle de iyiler… Allah bozmasın.

Tık tık masaya vurdu bir uğursuzluğu kovalamak için!. — Şimdi gelelim sana. Anlat bakalım… Garson salatayı, şişleri masaya koyup biraları açtı, çekildi. Nergis bardağına ağır ağır bira boşaltırken, — Ne anlatayım? dedi… Yok önemli bir şey… — Sınavlar? Birasını dikmeye hazırlanıyordu ki duraladı, çok mu önemli gibisine baktı babasına, — Bıraktım bu yıl, dedi. Herifle hırlaşıp duruyoruz zati. Belki de dışarı gideceğim. Bir burs dalgası var… Olursa… Doktorayı verebilsem daha kolay olacaktı ya… Gözleri kızda, ağır ağır yemeğini çiğnedi bir süre. Nergis tedirgin, başını önüne eğip de et parçalarıyla uğraşırken, Muhtar, — Üç oldu, dedi yavaşça. — Ne üç oldu? Aynı tedirginlikle babasına bakıyordu Nergis, Muhtar da aynı durgunlukta, — Yalanların, dedi. Yarım saat olmadan üçüncü yalanın bu… Nergis gülmeye vurdu ya, bozulmuştu. Bir süre bakıştılar babasıyla. — Daha ilk soruda adamları bir dövmediğin kalmış. Nergis boş verir gibi tabağındaki etine döndü gene. — İyi etmişim, dedi. Doktora sınavına girdim ben, itler parçalasın diye gitmedik.

Sinirli bir sessizlikten sonra, gene gülerek baktı babasına, — Her yerde de kulağın var, dedi. Saadettin Bey mi yetiştirdi? Muhtar da gülümsedi, — Nergis DEREN’in, benim kızım olduğunu bilen bir Saadettin mi var? Ses çıkarmadı Nergis. Muhtar sürdürdü, — Sen unutuyorsun diye başkaları da mı unutacak benim kızım olduğunu? dedi. — Saçmalama, dedi Nergis. Benim unuttuğumu nerden çıkarıyorsun? Onurlanmıştı; üstelemekten çekinir gibi sustu Muhtar. Ters bir söz eder şimdi… — Öteki yalanlarım? — Onları da sen açıkla!. Nergis güldü. Buzlu bira bardağını yarıya yakın içip masaya bıraktı. — Korhan’la geldik, dedi. Mürvet’in arabasıyla ya… — En kötüsü de bu dördüncü yalanmış. Kızacak gibi baktı Nergis, — Ne yapalım, dedi, sen başlattın beni yalana… Kötü oluyor yalanlarım!. Muhtar kızarır gibiydi, toparlandı, gülümsemeye vurdu. Hoşlanmazdı Korhan’dan. Soğuk oğlan. İyice bozuk bu kız, kötü saldırdı… Aldırmazdı takılmalarıma.

İlk kez başıma kakıyor yıllar önceki bir olayı. On dördünde var yoktu o sıra. Muhtar’ı, Berrin’le sandalda sevişirlerken yakalamıştı Gökova’da; Jale’den, annesinden saklamış, kuşkusunu da ustaca bir yalanla önlemişti. — Annen de İzmir’e gitti, değil mi? Nergis kalan birayı, köpürterek şişeden bardağa boşaltırken soğukça bir sesle, — Evet, dedi, İzmir’e gitti, İstanbul’a değil. — Çeşme’ye, Ferhat’a… — Evet, Çeşme’ye, Ferhat’a… Yıllar olmuş, kopmuşsunuz; Jale Hanım’ın dedikodusunu bırakamıyorsun bir türlü… Aynı soğuk, sert sesle, — Çok umrumdaydı, dedi Muhtar. Yalana ne gerek var sadece?. — İçimden İstanbul demek geldi birden. Alışkanlık. Yalana bulaşmışız bir kez!. Alaylı, acımasız baktı babasına, gülmeye başladı, — Bayılıyorum size, dedi. Merak etme, o da senden beter… Geberiyorsunuz birbiriniz için ya, dünyada birleştirmeyeceğim sizi. Çıra gibi yanıp tutuşun böyle… Kahkahalarla gülmeye başlamıştı. Muhtar da gülmeye vurdu. — Aptal! dedi. Birleşecekmişim!.

Tanrı korusun!. Dünyayı sen yönetiyorsun zaten!. Bir sessizlik oldu, konuyu değiştirmekle sürdürmek arası, — Şu tekne bir bitse, dedi Muhtar, birleşecek başka şeyim kalmadı benim… Denizle evleneceğim artık!. Tekne, deniz, balık… — Bıkarsın… — Bunca yıl bıkmadım da… — Bunca yıl gelip gittin, yılda üç beş ay… — Gençtik… Gelip gitmeyle yitirecek vaktim yok artık. Yerleşeceğim buraya. Emekliliğim de ekimde zaten… Bıktım büyük kentten… — İstanbul’dan da mı? — İstanbul’dan da… İnanmamış gibi baktı Nergis, ses çıkarmadı. Yemekleri bittiğinde konuşacak şeyleri de tükenmiş gibiydi. Nergis uzunca kalmayı düşünüyordu. Mürvet dönecekmiş, evi ona bırakıyormuş. Korhan mı? O da bir süre kalacak… Muhtar’ın tekneyi bitirmekten başka düşüncesi yok. Yazıhaneyi Selami’ye, ortağı avukata bırakmış eylül sonuna dek… Sonra da… Lokantadan daracık sokağa indiklerinde, — Hadi benim tekneye bir bakalım, dedi Muhtar.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir