Ömer Hayyam – Rubailer – Dörtlükler – Rubaiyat

Eski Hayyam çevirilerini okurken bir şeye takılırdım: Nasıl oluyor da, derdim, düşüncesini bu kadar pervasızca söyleyen, hocalara, softalara böylesine çatan bir adam, ağdalı, lügatli, cüppeli bir dille konuşuyor? Farsça bilmediğim için çevirilerin, Hayyam’ın kendi dilinde kullandığı ağıza uyup uymadıklarını kestiremezdim. Onun da, bizim Dîvan şairlerimiz gibi, halkın bilmediği kelimeler kullandığını sanırdım. Abdülbaki Gölpınarlı’nın çevirileri çıktıktan ve kendisine akıl danıştıktan sonra anladım ki düşüncede yaptığını dilde de yapmış, bütün büyük adamlar gibi o da halkın, meydanın kelimeleriyle konuşmuş. Bu kelimelere halkın zor anlayacağı, belki de yanlış yorumlayacağı yeni anlamlar yüklemiş, o başka. Aynı şey Yunanca ve Latinceden, yaşayan Batı dillerine çevrilen yazarların başına da gelmiştir. Bizim Dede Korkut gibi bir halk destancısı olan Homeros’u Fransızlar, yüzyıllarca bir Sorbon profesörü ya da bir akademi üyesiymiş gibi konuşturmuşlardır. Benden önce Hayyam’ı Türkçeye çevirenlerin çabalarını küçümsemiyorum. Tersine, başka başka anladığımız Hayyam’ın sofrasında onlarla oturup tartışmak benim için en büyük zevklerden biri oldu. Bu çeviriler, Hayyam’ın dörtlüklerini yeniden yorumlama, kendini zamanımızın şiir anlayışıyla yeniden tanıtma denemesidir. Türkçe Hayyam’a benden önceki çevirilerden daha çok, benden sonrakilerden daha az yaklaşmış olduğuma inanıyorum. Ayrıca şuna da inanıyorum ki, biz, bugünkü Anadolu Türkleri, Doğu klasiklerini yeni baştan anlamak ve anlatmak zorundayız. Başta Kur’an olmak üzere Arap ve Fars edebiyatını, biz bugüne kadar, iyi kötü, doğru yanlış demeden aklımızı, sağduyumuzu kullanmadan bir çeşit kıble saymış, Hafız’ın serçe kuşu dediğinde bir zümrüdü anka görmüş, Sadi’nin ev dediğini saraya çevirmişiz. Onları asıllarındaki sadelikle görürsek, yeniden ve daha kökten kazanabiliriz. Hayyam Doğulu bir düşünce ve şiir adamı olmasına karşın, daha çok Batı’da gerçek değerini bulmuş. Neden dersiniz? Yunan filozoflarıyla bir yakınlığı, gelenekleri ceviz kabuğu gibi kırıp öze gitmek istediği, başkalarından çok kendini söylediği, dünya ötesini inkâr ettiği, bilgin olduğu kadar bilimden kuşkulandığı için mi? Bunu düşüneduralım, Hayyam’ın Doğu’da filozof yanından çok şair yanıyla tanındığını, söylediğinden çok söyleyişiyle sevildiğini, yorumlamalarla gerçek Hayyam’ın aranmadığını söyleyebiliriz.


Dedelerimiz Hayyam’ı ya ermiş bir din adamı ya da sadece bir keyif adamı olarak görmüş ve göstermişler. Kaldı ki Doğu’da eskiden Hayyam’ın şiirlerini okuyan kim? Beş on kişi; kimseye hesap vermek zorunda olmayan Hayyam gibilerin bir gün kitap ve şarap parasını veren, bir başka gün de boynunu vurduran mutlular mutlusu bir azınlık. O zaman ve çok daha sonra, daha düne kadar, basın yok ki, Hayyam padişahlardan daha çok sevdiği halka sesini duyursun. Sorumsuz beyzadeler Hayyam’ı diledikleri anlamda okuyup geçmişler: Hayyam’ın kendilerine attığı tokatları meze yapmışlar. Kimmiş bu Hayyam? Abdülbaki Gölpınarlı’nın araştırmalarından, Hayyam’ın 1121-1122 yıllarında ölmüş, zamanında dörtlükleri, yıldızlar bilgisi, bir terazi buluşu, dünyasına küsmüşlüğü, ermişliği, herkesten başka türlülüğüyle tanınmış, masallaşmış bir bilge olduğunu ve kendi eliyle yazılmış hiçbir yazısı bulunmadığını ve dörtlüklerinin ölümünden sonra şurda burda birer ikişer yazılıp toplu halde ancak onbeşinci yüzyıldan kalma kitaplarda görüldüğünü öğreniyoruz. Gölpınarlı’nın yayımladığı rubailer en eski ve en inanılır kaynaklardan alınmadır. Bununla beraber bunlardan hangileri Hayyam’ın, hangileri Hayyamca başkalarınındır, kesin olarak söylenemez. Ne var ki Hayyam, o kadar herkesten başka, o kadar kendi olmuş ki onun adına ancak onun söyleyebileceği sözler söylenmiş. Bu arada birçok şairler kendilerinin söylemekten çekindikleri, yahut kendi adlarıyla inandırıcı olmaz sandıkları şeyleri Hayyam’a söyletmiş, Hayyam’ın ağzıyla kendi içlerini dökmüş olabilirler. Böylece Hayyam bir çok dereleri içip büyüyen, pembe üstüne pembe gele gele kızıllaşmış bir ırmak olmuş. Hemen bütün peygamberlerin başına gelen de bu değil mi? Sözlerini kendi yazmamış, hangi peygamberlerin sözlerine kimsenin bir şeyler katmadığı ileri sürülebilir? Biz daha dün ölen Atatürk’e bile neler söyletiyoruz bugün. Bizim edebiyatımızda Yunus, Pir Sultan Abdal, Köroğlu gibi kendi ellerinden çıkma hiçbir şey kalmamış, ama yüzyıllarca adlarına, onların ağızları güçlü kişiliklerinin yordamıyla söylemiş nice şairler vardır. Hattâ bazıları belki hiç söylememiş de söyletmişler: Sözlerini halk söylemiş. Pir Sultan ve Köroğlu böylesi olabilir. Ama bu oluş, şiirlerinin değerini hiç de azaltmaz, bir bakıma çoğaltır bile.

Homeros destanlarını kendi söylediği için mi, bir sürü şaire söylettiği için mi büyük şairdir? Hayyam’ı söylememiş de söyletmişler arasına koyamayız; çünkü dörtlüklerin düzenini ancak usta bir şair kurmuş ya da öğretmiş olabilir. Üstelik de Hayyam’da bir değil birçok davranışlar, ancak kendisinin göze alabileceği beklenmedik çıkışlar var. Öyle dörtlükleri var ki, fazla saldırgan oldukları için, Hayyam’ın olmadıkları sanılıyor. Camiye namaz kılmaya değil, halı çalmaya gittiğini söylediği, yahut kendini yaşlı bir fahişeye benzettiği dörtlük A. Gölpınarlı’yı bile kuşkulandırıyor. Yalnız felsefî olanlara değer veren Rıza Tevfik, düpedüz şarabı öven dörtlüklerin Hayyam’ın olamıyacağına inanıyor, inananlara da budala diyor. Abdullah Cevdet, başka baskıların çoğunda bulunmayan beklenmedik bazı dörtlüklerde asıl Hayyam’ı buluyor. Hüseyin Rifat’sa âşık Hayyam’ı ötekilerden daha sahici sayıyor. Yahya Kemal’in en çok sevdiği ve Türkçeye çevirdiği dörtlüklerden birkaçını elime geçen metinlerin hiç birinde bulamadım. Fitzgerald’ın aşırı bir serbestlikle İngilizceye çevirdiği ve ondokuzuncu yüzyılda bütün Batı’ya sevdirdiği rubailerin birçoğu bilginlerce Hayyam’ın değildir. Abdullah Cevdet’in kitabında yalnız Fransızcasının fotoğrafı görülen şöyle bir rubai var: Hiç bir kelime atlamadan Türkçeye çeviriyorum; Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok. Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok. Sabahlar, akşamlar, sevinçler, tasalar yok. Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok. Bu dörtlüğü de başka hiçbir yerde bulamadım.

Kim bilir nerden almış F. Toussaint. Hayyam böyle bir şey söyler mi söylemez mi? Hayyam’dan hiçbir yazma kalmadığına göre ne kadar tartışsak, ne kadar kuşkulansak boş. Bilginler olsa olsa, onun yaşadığı çağda kullanılması imkânsız kelimelerden, sonradan doğduğu su götürmez kavramlardan Hayyam’ın yazmış olamıyacağı dörtlükleri kestirebilirler. Ama onlar bile gerek öz gerek biçim bakımından Hayyam’a yakıştırmış olduklarına göre ondan başka kime maledilebilir? Onun düşüncesi, onun sanatı değil mi onları başka ellerle yoğuran. Bu düşünce ile ben bu seçmede, Abdülbaki üstadımızın kitabını temel diye almakla beraber, bizde ve Batı’da çıkmış bilim değeri çok daha az kitaplardan beş on dörtlük topladım. Hayyamcayı değil de, Hayyam’ın kendini merak edenlerin Abdülbaki’nin kitabına başvurmaları gerekir. İkimizi birden okumalarında Hayyam’ın da, Abdülbaki’nin de bir sakınca göreceklerini sanmıyorum.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir