Mehmet Gümüş – Ömer Hayyam

Ezeli sırları ne sen bilirsin ne de ben Bu muammayı ne sen okuyabilirsin ne de ben Perde ardında sen ben dedikodusu var amma Perde kalktı mı ne sen kalırsın ne de ben Ky dünyanın işinden haberi olmayan sen yoksun Dünya esen yel üstüne kuruldu. Varlığımız iki yokluk arasındadır Çevrendekiler de hiçtir sen de bir hiçsin Medresede söz vardır tekkede de hal Fakat bu aşk sözden de dışarıdır halden de İster şeriat müftüsü ol ister şehir vaizi Aşk mahkemesine gelindi mi dilsiz kesilir Bugün zevk etmek elindeyken zevkine bak Yarını düşünmen beyhude bir heves Bir çok kişiden arda kalanlar Sana da kalmayacak sen de göçüp gideceksin. ömrü boyunca ölümden sonrasmı sorguladı Devrinin neredeyse tüm bilim alanlarıyla derinden ilgilendi. Bildikçe bilmediklerinin çokluğunu anladı. Anladıkça umutsuzluğa düştü. Düştükçe şiirler yazdı. Yazdığı Rubailerle felsefi ıstırabını söndürmenin yollarını aradı. Rubaileri her devirde iktidara muhalif olanlar için bir ilham kaynağı oldu. Gerek matematik gerek astronomi alanında çağını aşan buluşlar yaptı İranlI bir çadırcının oğlu “Ömer Hayyam” HAKKIMDA 1048’de Nişabur’da doğdum, çocukluk ve gençlik günlerimi geçirdiğim bölge son derece karışık bir politikaya sahipti. 1038-1040 yılları arasında, Selçuklular Mezopotamya, Suriye, Filistin ve İran ’ın büyük bölümünü de kapsayan bir coğrafyaya hâkim olmuşlardı. 1055 yılında Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey Bağdat ’ı da ele geçirmişti. Gençliğim Selçuklu egemenliğindeki bu topraklarda geçti. “Çadırcı” anlamına gelen soyadımı baba mesleğimden aldım fakat bu mesleğe yönelmek yerine, mantık, felsefe, matematik, fizik, metafizik, tıp ve astronomi gibi çok farklı ve çeşitli alanlarda öğrenimimi sürdürdüm. Haşan Sabbah ile aynı medresede zamanın ünlü alimi Muvaffakeddin Abdüllatif ibn el Lübad’dan eğitim gördüm,. Selçuklu veziri Nizamül-Mülk ile yakın arkadaştım.


Hayatım boyunca her ikisi ile de ilişkimi kesmedim. Daha yaşadığım dönemde îbn-i Sina’­ dan sonra Doğu’nun yetiştirdiği en büyük bilgin olarak kabul ediliyordum. 25 yaşından önce Aritmetik problemleri adlı eserim de dâhil olmak üzere birçok eser yazdım. 1070 yılında Orta Asya’daki en eski şehirlerden biri olan Samarkand’a yerleştim. Samarkand’ın önemli hukukçularından Abu Tahir tarafından büyük hürmet ve destek gördüm. Abu Tahir “Cebir problemlerinin ispatı üzerine” adlı çalışmamda bana yardımcı oldu. Bu dönemde eski arkadaşım Nizam-ül Mülk’ün ısrarıyla Selçuklu sarayına yerleştim. Uzun yıllar Selçuklu sarayında büyük hürmet gördüğüm NizamülMülk’ün yanında Melikşah’ın müneccimbaşı olarak bulundum. Saraydaki bu vazifeme başımdan geçen şu olay vesile olmuştur: Malazgirt savaşı öncesi içinde bulunduğum ordu mola vermişti. Gece olunca kâhinler ortaya çıkmış, yıldızlara bakarak savaş tahminleri yapmaya başlamışlardı. Bu sırada yıldızları seyrediyordum. O sırada yanıma bir adam geldi ve yıldızlara bakarak savaş hakkında yorum yapmamı istedi. Ben de savaşın kazanılacağını fakat büyük aslanın (Alparslan) öleceğini ve yerine küçük aslanın (Melikşah) geçeceğini söyledim. Savaş kazanıldı. Alparslan öldü, yerine Melikşah geçti.

O akşam benden yorum isteyen adam Melikşah’tır. Bu neticeden sonra Melikşah beni buldu ve sarayın baş kâhini olarak görev yapmaya başladım. Zaferin ardından sarayda tertip edilen ve Melikşah’ın da katıldığı eğlencedeydik. Çeşitli gösteri ve müzikallerin ardından bir soytarı sahne alarak insanları eğlendirmeye çalışmaktaydı. Soytarı sıra sıra herkesin önünde dans ederek bana kadar geldi ve şöyle dedi: “Sen ey kâhin. Her şeyi bildiğin söyleniyor. Birazdan burayı terk edeceğim. Söyle bakalım hangi kapıdan çıkıp gideceğim ” Bunun üzerine cevabımı bir kâğıda yazarak verdim çünkü eğer sözlü olarak ifade edersem 8 soytarının beni yalancı çıkarmak için başka bir kapıyı tercih edebileceğini biliyordum. Ardından tahminimi bir kâğıda yazarak Melikşah’a verdim. Sarayda 4 kapı bulunmakta; kuzey, güney, doğu ve batı kapısı. Fakat soytarı kendinden emin bir şekilde başka bir yöne yönelerek, büyük bir bezi aşağıya çekti ve yeni bir kapı ortaya çıkardı. Soytarı da oradan dışarıya çıktı. Kâğıt açıldığında kâğıda “Başka bir kapıdan” yazdığımı görüp şaşkınlık içinde kaldılar. Bunun üzerine ise Melikşah; benim ağzıma alabileceği kadar altın, soytarının ise kum doldurulmasını emretti. Haçlı seferlerinden önce müneccimbaşıcısı olduğum Melikşah a şöyle bir kehanette bulundum: “Sultanım, çok yakın bir zamanda nahs-ı ekber yıldızı belirecek.

Bu en uğursuz yıldız, yeryüzünü kana bulayacak. Tam dokuz kez gelecekler! Konstantinopolis’i boydan boya arşınlayıp üzerine bastığımız topraklara ulaşacaklar. Göğüslerinde büyük haçlar var, elleri kan içinde. Ne çocuklara ne de kadınlara acıyacaklar! Ovalardan aşağı şarap gibi kan akacak. Topraklar bölünecek. Arkalarında hiçbir canlı bırakmadan Kudüs e kadar gidecekler. Bastıkları yerde bir daha ot bile bitmeyecek. Kötü şeyler olacak hünkârım. Ama bu, elbet siz bu dünyadan çekip gittikten sonra olacak.” Bu kehanetimde zamanı geldiğinde vuku buldu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir