Kendisiyle defalarca yüz yüze görüşmüş, kitaplarını tercüme etmiş olduğum Garaudy’nin Amerika’ya şiddetle karşı çıkışını biraz abartılı buluyor, bunu Fransız aydını fantezisi olarak görüyor, yazdıklarına ve söylediklerine inanmakta ihtiyatlı davranıyordum. Öte yandan, Noam Chomsky’nin pek çok kaynak da göstererek anlattığı Amerikan acımasızlığı ve vahşeti de bana biraz zorlama, tek boyutlu ve fazlaca militan bir bakış gibi görünüyordu. Fakat milletimizin yüzakı, bütün dünya bilim çevrelerinin imrendiği ve çoğu zaman da kıskandığı çok yönlü bilim adamımız Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun “Türk Aynştaynı / Oktay Sinanoğlu Kitabini okuyunca anladım ki Garaudy Amerika ile ilgili her sözünde yerden göğe kadar haklıdır. Bu kısa sunuşumda okura sadece iki hatırlatmada bulunmak istiyorum. Birincisi, bu kitabı Amerikan düşmanı olalım diye değil, sadece Amerika’nın dünyaya ve bizlere bakışını, asıl niyetinin ne olduğunu anlayalım ve ona göre tedbirimizi alalım diye tercüme ettim. Çünkü bu kitap, kendi dışındaki dünya milletleri için Amerika’nın neler düşündüğünü bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Amerika’nın hayatta kalma ve dünyaya hükümran olma felsefesinin temellerini bir bir onaya döküyor. İkincisi, Sinanoğlu’nun yukarıda adını andığım kitabını bu eserdeki bilgilerin test edilmesi bakımından olsun dikkatlice okunmasını tavsiye ediyorum. Eserin sonuna konuyla doğrudan ilgisi olduğu için Roger Garaudy (Roje Garaudy) ile 2001 yılı Temmuz ayında Paris’te yaptığımız bir konuşmayı ve Noam Chomsky’nin 11 Eylül hâdiselerinden hareketle Amerika’yı eleştiren bir yazısını eklemeyi gerekli gördük. Garaudy’nin bu özlü ve çarpıcı incelemesi, ayrıca Edward N. Luttwak’ın “Le turbo capitalisme / Turbo Kapitalizm” kitabından yaptığı özet kadar, diğer ekler de okura dünyamızın içinde bulunduğu durum hakkında doyurucu bilgiler verecektir. Antiamerikancılık (anti-americanisnsme= Amerikancılık karşıtlığı, Amerikan hayranlığına karşı çıkma, Amerikan sistemi ve dünya görüşüne karşı olma) ne bir milliyetçiliktir, ne bir ırkçılık türü; ne de başkasını, başka bir i Tarihî açıdan Antiamerikancılık, günümüzde Amerika Birleşik Devletleri’nin başında bulunan siyasî, malî ve askerî oligarşinin gücünün bu anlayışı dünyaya zorla kabul ettirmeye yeltendiği bir kıtanın içinde doğmuştur. Elbette ABD böyle bir zihniyeti ancak pek çok ülke yöneticilerinin işgüzarlığı ve kul-köleleliği sayesinde gerçekleştirebilmiş ve gerçekleştirebilecektir. Bilhassa “Antiamerikancılık” ile yabancı düşmanlığını birbirine karıştırmak niyetindeki kimselere karşı daha da açık ve net olması bakımından hemen belirtelim ki: Ben bir hayat tarzını ve bir dünya anlayışını ifade eden “Amerikan / Amerikalı” kelimesiyle, Amerika’da doğmuş veya 1620’den itibaren “Mayflower*”la Amerika’ya göç etmiş ve orada bu hem sömürgeci hem de (kökenlerine göre) ırkçı, (tarihlerine göre de) hükmedici ve bezirgan sistemi kurmuş olan kimselerle alâkalı her türlü coğrafî veya etnik anlamı kastetmiyorum; tam aksine ben, dünya ülkelerinde bu “model”i halka dayatmak isteyen bütün kimselere “Amerikan / Amerikalı” adını veriyorum. Bu modelin temel özelliği, ekonomi ve pazarın toplumun hizmetinde olması değil de, toplumun tamamının ekonominin ve pazarın gereklerine boyun eğmesidir. Bayan Thatcher ve Tony Blair, Chirac ve Jospin, (“pazar karşısında devletlerinin silinmesiyle de”) Schroeder, Solana ve onların “çete”sinden daha niceleri; en az Clinton veya Madam Albright, Kissinger veya Brezezinsky kadar “Amerikan”dırlar. İşte bizim “antiamerikancılık”ımızın esası budur: Yani, antiamerikancılık, bir sistemi ve o sistemin yöneticilerini hedef alıyor, ayrıca büyük çoğunluğu itibariyle, tıpkı bizler gibi, aynı “sistem”in kurbanı olan Amerikan halkını da ondan kurtarma mücadelesi veriyor. Demek ki bizler her yerdeki amerikancılıkla ve hatta bazen iliklerimize kadar işlemiş olan bu anlayışla mücadele etmek zorundayız. Zira bu sistem, ileriki sayfalarda göstereceğimiz üzere, eğer evrensel bir başarıya ulaşacak olursa, bizleri dünya çapında bir intihara ve insanın helâkına, hayatımızın ve ortak tarihimizin beşerî ve ilâhî mânâsını arama çabasının ortadan kalkmasına sebep olacaktır. * (Mayıs Çiçeği), Southampton’dan 102 göçmenle yola çıkan (6 Eylül 1620) gemi. Yolculardan 41 İngiliz püriteni bir antlaşma ile (Mayflower compact) ilkelerini kaleme aldıktan sonra Cod burnu yakınında gemiden indiler ve New England’da Playmouth’u kurdular. Çev. Bu amerikancılık, bu ismi bir halkın veya bir milletin özel bir kusurundan değil, aksine iki Dünya Savaşı sayesinde bugün en büyük zenginliği ve en büyük gücü elinde tutan Amerika Birleşik Devletleri’nin siyasetine yön veren askerî-sınaî kompleksten alıyor. Bizim tahlilimizin konusu, amerikancılığın doğuşunu, gelişme safhalarını araştırıp ortaya koymaktır. Ayrıca, şayet sapmalarını durdurmanın yollarını bulamazsak -ki burada biz bunu deneyeceğiz-, kırılmış bir dünyanın çatışmaları arasında, bizi uçuruma sürükleyecek olan bu sistemin şimdiki safhasını gözler önüne sermektir. Amerikan Siyasetinin Kurucu Efsaneleri Sömürgecilik, sistemli olarak tanımadığı ve binlerce yıldır oraları şenlendiren parlak medeniyetleri yıkıp yok ettiği için “Yeni Dünya” adı verilen o kıtanın Güney yarımı, Christophe Colomb’un gelişinin ardından Amerika’ya ilk papaz olarak gönderilen ve daha sonra piskopos rütbesine yükseltilen Bartolome de las Casas’ın “Kızılderililerin İmhası*” kitabında “Barbarlık Avrupa’dan gelmiştir” şeklinde ifade ettiği gibi, daha önce de tıpkı şimdiki gibi yıkımlar görmüştü. Sömürgecilik Kuzey Amerika’ya, Meksika’nın ötelerine, yeni bir şekil altında girdi. Baskı ve zulümlerden kaçan Kalvinizm-Püritenizm** mezhepli bir İngiliz göçmen grubu 1620’de Massachussetts’e ayak bastığında, asıl görevlerinin yeni bir dünya kurmak olduğunu düşünüyorlardı. İki asır sonra Amerika Birleşik Devletleri’nin kurucuları olan bu sömürgeci yerleşimciler, hiçbir tarihî geçmişlerinin olmadığı bir memlekete iyice yerleşip kök salarken bir de kendileri için bir efsane uydurdular: * Türkçe çevirisi, Şule Yayınları, İst. **Kalvinizm: Calvin (1509 – 1554) tarafından yorumlanan Hıristiyanlık akidesi; Püritenizm: Calvin’den de etkilenen ve eğlencelere sırt dönüp sıkı dindarca yaşamaya önem veren ve kendileri gibi olmayanları hor gören kimselerin mezhebi. Çev. Onların İngiltere’den göçleri, Kutsal Kitab’a dayalı yeni bir “Çıkış*” idi. Amerika, Allah’ın Hükümranlığı’nı tesis etmek için ” Vaad Edilmiş Toprak**”tı. Kızılderilileri avlamayı ve yerli halkın topraklarını çalmayı haklı göstermek için hep bu ilâhî görevi ileri sürdüler ve Ye-şu Peygamber’in Kitabı Mukaddes’te anlatılan örneğini ve onun “kutsal imha hareketlerini***” esas aldılar. Nitekim onlardan biri aynen şöyle yazmıştı: “Allah’ın yerleşimcileri savaşa çağırdığı aşikârdır… Kuvvetle muhtemeldir ki Kızılderililer de, İsrail’e karşı birlik kuran eski Amelika ve Filistin kabilelerinin benzerleridir.” Truman Nelson, “The puritans of Massachusetts: From Egypt to the Promise Land / Massachusetts Püritenleri: Mısır’dan Vaad Edilmiş Topraklara.” (Judaism, c. XVI, 2, 1967). “Vaad Edilmiş Toprak” işte o andan itibaren “fethedilmiş toprak” anlamına gelmeye başladı. Bu soygun ve katliâm uygulaması onların dinî anlayışıyla çelişmiyordu, çünkü zafer kazanmak kadar zenginleşmek de onlara göre ilâhî lütfün bir işaretiydi.
Roger Garaudy – Amerikan Efsanesi
PDF Kitap İndir |