Roger Garaudy – İlâhî Mesajlar Toprağı Filistin

E ncyclopaedia Britannica, bu konuda onu aynen izleyen Encyclopaedia U niversalis, Filistin’i “1923’ten 1948’e kadar İngiliz m andası altında konulm uş topraklar” olarak tanımlıyor. Dem ek ki, tarihin en eski m edeniyetlerinden biri için çeyrek asırlık tarihî bir süre… ve Birinci D ünya Savaşı sonrasında Birleşm iş Milletler tarafından kaydedilm iş söm ürgeci güçler arasındaki sadece güç ilişkilerini yansıtan sınırlar… Ne kadar tuhaf görünürse görünsün, aslında Filistin’in söm ürgecilikten aldığı bu tanım dan başka bir coğrafî tanımı da yapılam az. Başka türlüsü olam az, çünkü söm ürgeciler, A rap-İslâm “ü m m eti”n i kendi güç oranlarına göre (Berlin K onferans ın d a , 1875’te Siyah Afrika için yaptıkları gibi) bölüp p arçaladıkları için Filistin’in kaderi, “Şark M eselesi”ne, yani O sm anh İm paratorluğu’nun çöküşünün ortaya çıkardığı problem lere bulunacak çözüm e bağlıydı. Söm ürgeci güçler, 1914 – 1918 savaşı sırasında, Türk İm p aratorluğu’nun ganim etini peşinen paylaşm ışlardı, hem de daha m üttefiki A lm anya’ya karşı zafer kazanılm adan önce. H adiselerin akışını hızlandırm ak için Siyonistlerin sabırsızlığıyla ne gibi beklenm edik olaylar çıkarılmış olursa olsun, “İngiliz m andası”, “Söm ürgeler Bakanlığı”nın yö- 10 • R o g e r G a ra u d y ileticilerinden Sir I lubert Young’ın 1921’den itibaren belirlediği şu önem li yolu izlem iştir: “Bizim şim di halletm em iz gereken m esele, bir taktik bulm aktır, bir strateji değil. Genel stratejik plan, anladığım kadarıyla, ülkede ezici çoğunluk sağlanıncaya kadar Filistin’e Yahudilerin artan bir Inzla g öç ettirilmesidir… fa k a t politikam ızın gerçekte ne anlam a geldiğin i A raplara itira f edebilm em iz pek m üm kün değildir.”‘ Tarihinin son yüzyılında, yani 1897’deki Basel Kongresin d en 1985’e kadar olan aralıkta, Filistin’i şöyle tarif edebiliriz: Burası, söm ürgeci gücün bağımsızlık vaatlerini apaçık bir şekilde çiğnediği A rap dünyasının bir bölgesidir. Bu yüzden de onun coğrafî sınırlarını İngiliz M andası çizmiştir. Filistin’in bu söm ürgeci tanımını ve sınırlarını bir yana bırakırsak, tarihte Filistin nedir? A caba burası “Eski A hit’in ülkesi” mi? Eğer öyleyse, hangisi: “V aat edilen toprak” mı, yoksa “Fethedilen toprak” mı? A ncak şunu unutm am am ız gerekir: M ısır’daki Nil nehrinden büyük nehire, yani F ırat’a” kadar olan ” Vaat E dilm iş Toprak” (Tekvin, 1 5 /1 8 ), aslında H z. D avut’un Krallığı’nın toprağı olan “Fethedilm iş toprak”a bakılarak sınırları “tah m in en ” belirlenm iş olan bir alandır; Eski A h it’c göre M ilâttan Önceki yirm inci yüzyılda yer alan bu “v a a t”, kayda en erken ancak Süleym an Krallığı zam anında, yani bin yıldan daha fazla bir zam an sonra geçmiştir. A caba burası, bu diyara gerçekten de kendi adlarını v eren ve ancak kıyı kesimini işgal edip sadece birkaç yüzyıl kalabilen şu M Ö XIII. yüzyılın Akdenizli istilâcıları Filistinlerin ülkesi mi? H erodot, Filistin olarak Suriye’nin güneyinden M ısır’a kadar olan m em leketi gösterir. Rom alılar ise, MS 135’te Bar Kokba isyanından sonra, im p aratorluklarının bu eyaletine Filistin adını verirler. Acaba burası, O sm anlı İm paratorluğu’nun “Şam vilâyeti” mi? 1 D orecn Ingram s: P alcstiııc papcrs/Filistin Evrakı (1917-1922), Scccts o f conflict/Ç atışm a Tohum lan: N. Y.


Ilrazilles, 1973, s. 14 İlâ h î M e s a jla r T o p rağ ı F ilistin • 11 Yoksa “Eski A hit’te çok nadiren karşılaşılan”2, fakat h aham ların yazdıkları eserlerle yayılan ve Siyonist Devlet tarafından istism ar edilen “E retz Jsrael / İsrail Toprağı” mı? Fakat o zam an da bu, kıyı bölgesinin, özellikle de Akka, kuzeydeki H ayfa ve güneydeki G azze’nin, Eretz Jsrael’in Siyonist D evlet’in kurucu efsanesi oluncaya kadar, hiçbir zam an Yahudi Devleti’nin, hatta H z. D avut’un Krallığı’m n bir parçası olm adığını unutm ak olur. Bütün bu tanım lar ve bu hudutlar, bu tarihî diyara geçici istilâcıları veya söm ürgecileri olan Grekler, Romalılar ve Bizanslılar, İngilizlcr veya Siyonistler tarafından verilmiştir. G üneydeki A rap Yarım adası çölleri ile kuzeydeki A nadolu’nun çorak platoları ve doğuda Dicle ve Fırat’ın ve batıda N il’in zengin deltaları arasında uğurlu bir bölge uzanır. 20. yüzyılın başlarında Am erikalı tarihçi Breasted buraya “Verimli H ilâl” adını verm iş ve yer olarak da Basra K örfezi’nden başlayan, Fırat vadisini, Asi nehrini içine alan, Akdeniz sahilini takiben Nil D eltasına uzanan alanı işaretlem iştir. Filistin bu “Verimli H ilâl”in batı boynuzunda yer alır. K onum u, yapısı ve coğrafî sınırları, tıpkı tarihî yerleşim cileri gibi, kendi kaderini tayin etm ez, am a bütün bunlar “Verimli FIilâl”den hareketle insanın ruhî gelişimindeki çok özel bir rolün şartlarını oluşturur. A ncak dışarıdan gelen istilâcılarının (Rom alıların fethi, Haçlıların istilâsı, İngiliz, ardından Siyonist söm ürgeleştirm esi) ihtiraslarına uygun ayrı bir kimlik oluşturan Filistin’i tarih içinde konum landırm ak, binlerce yıllık şu değişm ez değerin farkına varm aktır: 1) Filistin çok geniş organik bir birliğin sadece bir üyesidir. O yüzden, tarih öncesinden beri “Verimli H ilâF’in bütününden ayrılam az. Yani Filistin, A rap insan deposun2 Pere R. De Vaux: H istoire ancienne d’ Israel/İsraiTiıı Eski Tarihi, G abald a y ayınları, Paris 1971, s. 18. I .

■ k o j ; t ‘ r ( M i r . ı ı ı t l y dan hareketle, A rabistan’dan gelen göçebelerin neredeyse sürekli bir şekilde durm adan göç ettiği veya mekân tuttuğu ve bazen m evsim lik veya kalıcı olarak M ezopotam ­ y a’y a ya da bugün Suriye, Lübnan ve Filistin adını verdiğim iz yerlere yerleştiği bütün bu bölgeden kopuk olarak ele alınam az. Kendilerine ne ad verilirse verilsin: Ü çüncü bin yılın sonundan itibaren Am oriler, ikinci binin sonunda A ram iler veya genellikle daha çok bilinen adlarıyla Kenanlılar, evet bunlar ayrı kavim veya milletler değil, aksine kökenini A rap Yarım adası’ndan alan aynı Sâmi bir halkın içinde ardı ardına gerçekleşen hâkim iyetlerdir. Bu bütünün içinde kesin bir göçebe ve yerleşik ayırım ı yapm ak da yine keyfî veya zorlam a olur. Çünkü her şeyden önce “gö çeb e” ifadesi, bir dizi küçük anlam farklılarını perdeler: H içbir zam an bir yere yerleşm eyen “saf” göçebeler vard ır; düzenli göç yolları olup m evsim lik olarak yerleşerek ziraat yap an lar vard ır; ticaret veya bazı işleri için belli bir dönem de şehirde otu ran ve ardından tekrar yola koyulanlar vardır. O yü zden bu “gö çeb eler” ile ziraatçı veya şehirli “yerleşikler” arasında keskin bir sınırlandırm a yapılam az. Z ira kan ve köken akrabalığıyla birbirine bağlı aynı kabile içinde bile, bütün bu çeşitliliğin (saf göçebeler, yarı çiftçi veya yarı kentli göçebeler, tarım ­ cı veya şehirli göçebeler) kendini gösterdiği olur. Ö yleyse göçebeler ile yerleşikler arasında devam lı ve hiç değişm ez bir karşıtlığı savunan ve bunu oldukça basit ve akkara şem asına dayandıran bir tarihi yapılam az. Tam aksine, farklı h ayat tarzları arasındaki bu sızm alar ve bu ara geçişler, “Verim li HilâT’in bütününe Sâm i dilli ve A rap kökenli halkların binlerce yıllık tortulaşm asıyla bir birlik kazandırm ıştır. Bu birlik, çeşitli yapı ve yönelişteki toplum ların birbirini tam am lam ası ve işbirliğiyle de zaten kendisini gösterir: Sur şehri, C elile/G alilee’nin denizcilik m etropolüydü; Celilelilerin ticarî işletmeleri S u r’d a ve Surluların ticarî acentaları ise Celile’deydi. İlâ h î M e s a jla r T o p rağ ı F ilistin • 13 Sayda ile Şam, Trablus ile H um us arasında da benzer ilişkiler vardı. Böylece, kesintisiz bir zincir, bir yandan G üney ile A kdeniz sahilini, diğer yandan da Basra K örfezi’ne açılan M ezopotam ya’yı birbirine bağlıyordu. 2) Bu birlik kültür ve zihniyet plânında da ifade edilebilir. H er şeyden önce, bir yüzyıldan bu yana ve özellikle 1975’ten itibaren Re’s Ş em ra/U g arit, A a ri/M a ri ve İble /E b la ‘d a , yani günüm üzde Suriye denilen alanda yapılan keşifler, bu bölgenin önem ini gözler önüne serer. İble üçüncü bin yıldan itibaren (2300’e doğru) O rtadoğu’nun en önem li m erkezi olur; Taş D evri’nden beri yerleşim alanı olan Re’s Şem ra, ikinci bin yılın ortalarında, Yarım ada’daki atalarının (Sâmi denilen) eski A rapçalarını konuşan Kenanlıların buraya yerleşm elerinden sonra zirveye ulaşır.

Bu bölge, “halkların ve kültürlerin en önem li buluşm a m erkezini”3 oluşturur. Halkların üst üste yağılıp katm anlaşm asından, çatışm a ve ret değil de, ardı ardına edinilen kazanım ların özüm – senmesi ve bireşimi sayesinde, bir kültür tortulaşm ası veya daha çok aynı kültürün organik bir gelişmesi doğdu. En yeni keşiflerin, İble’deki (1975’tenberi) keşiflerin Kenan’ınkine yakın bir “İblece” dilin gün yüzüne çıkarm aları m anidardır: Bu Sâmi dil, M. Ö. 2 300’den beri Süm erlerin köşeli çivi yazısını kullanır. “O rtadoğu için istisnasız bir kurala göre, Suriyeliler aynı zam anda hem çivi yazı sistem ini hem de yazıda Siim erce ve A kadca olm ak üzere iki dili birden kullanıyorlardı. M ari/A ari veya İble’de benzer şekilde yazılıyordu… Bütün bu diller kendileri gibi Sâm i olan A kadca’ya yakın d illerdi.”4 M ezopotam ya’ya yayılm ış olan A m ori göçm enler, Süm erler ve A kadlar tarafından geliştirilmiş olan yüksek 3 Au pays de Baal et d ’Astarte/Baal ve Astarte’iıı Ülkesinde, (Pierre Amiet’nin yönetiminde), s. 17. 4 Aynı eser, s. 68. 14 • R o g er G a ra u d y m edeniyeti çabucak özüm sem iş görünüyorlar. Ur İm paratorlu ğu ‘n u n kalıntıları üzerine bir dizi dinam ik krallıklar kurdular. Bunlardan en yenisi olan (M Ö 1894) Babil Krallığı, yedinci kralları H am m urabi zam anında (1728-1686) kaybedilen birliği yeniden tesis edecektir… Böylece bir “m illetler birliği”… özgün bir “m edeniyet beşiği” oluşturulm uş oldu.5 H am m urabi’nin yüz elliden fazla m ektubu, bize onun bütün Verimli Hilâl arasında iletişime im kân veren bayındırlık hizm etlerine verdiği önem i gösterir.

Bu hizm etler kanallar, yollar veya tapınaklar olarak gerçekleştirilm iştir. 1902’de keşfedilen ve Louvre M üzesi’nde saklanan, üzerinde onun kanunlarının nakşedildiği dikili taş, Verimli I Iilâl’e özgü kültürel ve siyasî aşam ayı apaçık ortaya koyar. H am m urabi bir kopm a yaptığını iddia etm ez. Çünkü onun kanunları Süm erlerin katkılarıyla A kadlılararm Sâmi katkılarını alır ve özüm ler. O kanunlar çoktan tüccar bir toplum un kanunlarıdır, oysa on üç yüzyıl sonraki Rom alıların “Oniki Levha K anunu” sadece ilkel köylülerin hukukudur. Ö te yandan sekiz asır sonrasındaki M usa’nın “A hit K anunu” da, ileride göreceğim iz gibi, H am m u rabi’ninkine nispetle bir gerilem edir. “Verimli IIilâl”in topraklarında böylece yavaş yavaş daha sonraki dinî hayatın belli başlı konuları olgunlaşır: Aşkmlık ve öbür dünya, A llah’ın birliği, Allah’ın iradesini duyuran peygam berlik ve Şeriat, ki H am m urabi Kanunu bunun ilk örneğidir. Bu kanun aynı zam anda H am m u rabi’nin M ezop otam ya’sın d an (1350’y e d oğru ) A khenaton’un M ısır’ına Verimli H ilâl’in tam am ının da ortak m alıdır. Büyük Sâmi dünya görüşü, M Ö XVI. yüzyılda, M ısır’a H iksoslarla nüfuz etm işti. Yeri gelm işken, gerek H iksoslar ve gerekse onlardan sonra gelen ve 1200’d e M ari’yi zap ted en A surlular konusunda, uzun zam andır çarpıtılm ış olan tarihî bir bakış 5 Aynı eser, s. 103. İlâ h î M e s a jla r T o p ra ğ ı F ilistin • 15 açısını, son kazıların ışığında, düzeltm em iz u ygun olur: N e H iksoslar ne de A surlular için, yollarına çıkan eski m edeniyetleri yerle bir eden saldırgan bir barbar güruhu diyebiliriz. Tam aksine, A k k ad ‘d an A su r’a , m eselâ Yeni Bâbil’e geçildiğinde, farklı kavim ler değil, sadece hanedanlar söz konusudur. Ü lkenin sahipleri değişir, fakat bir m edeniyetin devam lılığı perçinlenir: Verimli H ilâl’in bütün göçebe akm ve baskınlarına açık olan koca yol şebekesinin kontrol ve güvenliğini sağlam aktır önem li olan.

H em ticarî hem de kültürel karışım im kânlarının bu sağlanışı, anarşiden yararlanm ayı um an göçebe çetelerin elbette öfkesini doğu ru yord u . (Bunun yankısı Eski A hit’te görülebilir: Yunus, 3 / 4 ve 4 / 2 ; N ahum , 1 / 3 ve 3 / 7 ; Tsefanya, 2 /1 3 ). Bu bakış açısı günüm üze kadar geçerliliğini korum uş, bu arada da A surlular ve H iksoslar yıkıcı ve yakıcılar olarak takdim edile gelmiştir. 13. yüzyılda A su rlular, A kdeniz’e ve A frika’nın bir kısmına kadar bölgenin bütün yol şebekesine hâkim oldukları zam an, bırakın onu tahrip etm eyi, aksine birliğini ve güvenliğini sağladılar; 732’d e son A ram i başşehri Şam ‘ı zaptettiklerinde de, A rami kültürünü yok etm eyi akıllarından bile geçirm ediler, tam aksine onu m uhafaza ettiler ve kontrolleri altında bulundurdukları geniş alana, onların dili olan A ram cayı yaydılar. Ve bu dil bin yıla yakın bir süre bütün bu “Ü m – m et”in ortak dili hâline geldi (A ram ca yedi asır sonra Hz. İsa’nın da konuşacağı dil olacaktır). A ram ilerin kültürünü özüm sediler, onlara bakanlık, devlet m em urluğu ve eğitim cilik görevlerini verdiler. Tarih ders kitaplarında, bütün hegem onyaların m aalesef genel karakteri olan düşm anların zulüm ve işkencelerinden sık sık bahsedilir (aynı tarihçilerin göklere çıkardığı II. Ram ses, yaptığı katliam ları kendi sarayının bütün kabartm alarında övd ü rü p yüceltir), fakat A surlularm yakınlarda ortaya çıkarılm ış kütüphanelerinden ve kültürel bütünleşm e konusunda oynadıkları rolden daha az söz edilir. A surlular gerçekten de m ağlup ettikleri kavimlerin saraylarını ve kalelerini yıkıyorlardı, am a m abetlerine, dillerine ve kültürlerine dokunm uyorlardı. Dahası, onlardan m irası devralıyor ve yayıyorlardı. H içbir şekilde ilkel yakıp yıkıcılar olm ayan, aksine Mezopotam ya ve Suriye’nin din ve kültür m irasını derlem iş A m oriler’d en olan H iksoslar için de durum zaten buydu. O nlar bu m irasın zenginliğini bütün Akdeniz sahiline yaydılar. Kazılar, onların Filistin’den geçtikleri yol üzerinde, K enan’da M Ö XVIII.

ve XVII. yüzyıllarda yeşertilm iş olan kültür ve inanç eserlerinin hiçbirinin tahribinin yapılm adığını gün yüzüne çıkarm ıştır. O nlar bu mirası M ısır’a taşıdılar ve bu m iras, A m orilerin tektanrıcılığına karşı din adam ları kastının ret tepkileriyle yüz yüze kalacak olan A khenaton’la birlikte iki asır sonra kısa, am a baş döndürücü bir gelişm e gösterecektir. 3) Verimli H ilâl’in bu uçsuz bucaksız alanındaki m edeniyet ve inanç birliği, tahkim li sınırlarının içinde korunan, sadece kendi askerleriyle savunulan ve kendi dilini konuşm ayan ve kendi kültürünü paylaşm ayan herkesi, tıpkı eski Yunanlıların bakış açısıyla, köle olm ak için doğm uş, insan dışı varlık, “b arb ar” olarak gören R om a İm p aratorluğu gibi, bir im paratorluğunkine kesinlikle benzem ez. Verimli H ilâl’de böyle bir kopukluk yoktur. Bu büyük m edeniyet sadece bir ordu tarafından değil, aynı zam an ­ da kendisine galiplerini bile sivilleştirm e ve asim ile etm e imkânı veren kültürü tarafından da korunur*. l f • R o g er G a ra u d y * Bu incelem em de Yusuf A şkar B ey’e çok şey borçlu olduğum u belirtm eliyim. Kendisi bana bilhassa Verimli H ilâl hakkm daki bu tarihî ve felsefî bakış açısını ve “im p arato rlu k” tipi her türlü birliğin aksine, bu rasının m edeniyet ağı olarak birliği fikrini kazandırm ıştır. Bu ana fikir, bu coğrafî alanda göçlerin, istilâların, işgallerin ve hâkim iyetlerin içeriden bir kültürle nasıl teslim alındığım ve sınırlardan da ordularla nasıl püskürtüldüğünü anlam am ıza im kân verir. 1 067856 İlâhî Mesajlar Toprağı Filistin • 17 Bu bakış açısı, eski toplum larm hareketlerini basite indirgeyen bir izah şem ası olarak, çok sıklıkla ak ve kara şeklinde yapılan “göçebeler” ve “yerleşikler” ayırım ını da göreceleştirm e imkânı sunar. Şehirlilerle göçebeler arasındaki ilişkiler ile bu açılım ve milletleri kaynaştırm a gücü, Gılgamış destanında çoktan kendisini gösterir. Bu destan asırlar boyunca ortak m iras olmuştur. Bu geleneğin ve başkasının içinde erime, başkasını kendisinde eritm e veya başkasıyla yeni bir bireşim oluşturm a işlevinin mirasçısı, Sâmi dil dışında kalan sadece Süm erler değildir. Bütün Verimli Hilâl’dir onun mirasçısı. Bilindiği gibi, şehir devletinin hüküm darı kahram an Gılgamış, teke tek yapılan bir çarpışm ada göçebe Enkid u ‘ya m eydan okur.

Ç arpışm ada galip gelir. Fakat bu çatışm a diğerinin im hasıyla sona erm ez. Aksine, Enkidu şehir kültürünü özüm sediği zam an, iki kahram an arasında derin bir dostluk ve kardeşlik doğar: İkisi birlikte ölüm ­ süzlüğün ve dünya hayatından sonraki hayatın fethi gibi büyük bir m aceraya atılırlar. Ve bu m acerayla gündelik hayatın ötesindeki aşkınlığm tedirginliği dillendirilir. D erken Enkidu dostunu korum ak için öldüğünde, Gılgam ış’ın derin kederi, bu kültürün içselleştirilişinin gerçek değerini gözler önüne serer. Eski A hit’te not edilenden çok daha önce kayda geçirilm iş olan Hâbil ile Kabil’in m ücadelesinin anlatıldığı bir Suriye versiyonunda, o çatışm anın H âbil’in öldürülm esiyle değil de, bir uzlaşm ayla sonuçlanm ası m anidardır. Eski Ahit versiyonu çok daha sonra, yani Sâmi gelenekten kopm uş egem en din adam ları kastının asim ilasyonu reddettikleri ve başkasını bertaraf ederek (ileride Yeşu’nun kitabında, “kutsal im halar”ın anlatıldığı o kitapta göreceğimiz gibi) kabileci yalnızlığı aradıkları zam an yazılacaktır. Nitekim bütün Verimli Hilâl çevresi üzerinde Orta A sya’d an gelen istilâcılar sadece bir sınıra ve ordulara çarpm amışlar, aynı zam anda medeniyeti savunan bir m edeniyete de (bir medeniyet hiçbir zam an sadece bir orduyla m üdafa- İM WI>)’,rı t ,,ıı .ı ıu ly ,ı e d i l e m e z ) ç.ıı p mı s l. ı ıd ır . ( )yle ki ( )rl.ı A s y a b o z k ı r l a r ı n d a n hareketle kalkıp s.ıldır.ın istilâcılar, silâhla galip golseler bile, m a t l u p l a r ı n kü ltü rü y le y u t u l m u ş v e m ed en iy etle riy le asimile edilmişlerdir.

Meselâ, bu dünyaya ve medeniyetine entegre olarak, Mezopotamya’da uzun süreli bir hanedanlık kurm uş olan (M Ö 1595-1155) Kasitler böyle olmuştur. D iğer bir denem e: G utiler (2250-2120), evet onlar da bozkırlardan geldiler ve bu asim ilasyonu reddettiler. O yüzden de egem enlikleri sadece bir asır sürdü. Bir başka misal Ilititler (1 6 5 0 -1 2 3 0 ) örneğidir. Onların Suriye’deki hâkim iyetleri ancak Kasitler gibi asim ile olduktan sonra sürekli olm uştur. R om alılar örneği çok daha anlam lıdır: Pers ve Helen katkılarını bir doğu sanatı içinde bütünleştirerek, bütün bölgenin kültür ve sanatlarının kaynaşm a ve parıldam a m erkezi olan T ed m ü r/P alm ira Krallığı, Rom a’nın zayıflaması yüzünden, üçüncü yüzyılın başında belli ölçüde bir bağım sızlık kazanm ıştı. Bu krallık, O rta A sya’d an gelen istilâcıların tazyikine karşı direnm ede âciz Rom a Im paratorluğu’nun yerini alabilir ve bunu bizzat m edeniyetinin gücüyle yapabilirdi. N e v ar ki İm p arator A uralianus 272’d e buraya saldırıp şehri yerle bir etti. Savunm ayı sırf askerî açıdan düşünüp tasarladığı için, bu İm paratorluk yine aynı şekilde, Ren ve Tuna kıyılarındaki “barb ar” kabilelerle de anlaşm aya kalkıştı. Derken tahkimli sınırlar çöktü ve zincirlerinden boşanan Gotlar, Roma İm paratorlu ğ u n u da kendilerine katarak sürükleyip götürdüler.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir