Roger Garaudy – Marks İçin Anahtar

Karl Marx insan yaşantısında tarihin bir çatlama noktasında doğdu. 1896 yılı sonbaharında, Berlin Üniversitesine öğrenci olarak kaydını yaptırırken 20 yaşından daha gençtir1 . Gençliği, kendi zamanının bütün insanlarının gençliğinde de olduğu gibi, Fransız İhtilâlinin büyük destanının ve etkisi ile düşüncelerinin bütün Avrupa’yı baştan başa derinliğine katetmesinin markasını taşımaktadır. Babası Hirschel Marx, yakınlarından birisinin anlattığına göre, «Voltaire’ini ve Rousseau’sunu ezbere bilen gerçek bir onsekizinci yüzyıl Fransızı» idi. VeKant’tanda insanın özerkliği ilkesi ile bir ulusun bütün bireylerinin Devlet işlerinin yürütülmesine katılması hakkını benimsemişti. Bu ilkeler O’nu, 1834 yılında, liberal milletvekilleri için bir şölen vermeğe itti. O tarihte Karl Marx onaltı yaşındaydı. Davetlilerin hep birlikte, özgürlük taraftarlarının birleşmelerini temsil 1 Karl Marx 5 mayıs 1818 yılında Trèves’de doğdu. 13 eden «Marseillaise»! söylediklerini duydu. 1815 yılında Mosellan bölgesini kendine bağlayan Prusya hükümetinin şüphesinin bundan böyle babası Avukat Marx’m üzerinde olduğunu hissetti. Trêves lisesinde müdürü olan Wyttenbach da, fransız özgürlüğüne âşık kantçı gruplara mensuptu. Karl Marx 1837 yılında, Argyll düklerinin eski irlanda asaletinden gelen Barones Jenny von Westphalen ile nişanlandı. Doktora tezini ithaf ettiği müstakbel kayınbabası asilzade Ludwig von Westphalen ona sadece Shakespeare ve Homer sevgisini değil, aynı zamanda Saint-Simon hayranlığını da aşıladı. Berlin Üniversitesi’nde en sevdiği hocaları da Marx’i aynı şekilde yönelttiler, özellikle bir liberal olan Gans, Hegel’in çıraklarından olmakla beraber, Hegel’deki gelişme fikrini alıyor ve kurulu düzeni meşrulaştırmak ve ona mutlak bir değer vermek için târihi durdurmaya çalışacağı yerde, tersine bu fikri geleceğe doğru akılcı bir şekilde yayıyordu. Hegel’in ölümünden sonra, Gans Fransız ihtilâli üzerine bir dizi ders vermeye başladı.


Demokrasinin gelişmesinden ve hatta saijıt-simoncu sosyalizmden yana olduğunu söylüyordu. 1837’de, Karl Marx’in kurlarını muntazaman izlediği bir sırada Gans şunları yazmaktaydı: «Saint-simoncular köleliğin ortadan kalkmadığını doğru olarak saptadılar. Şeklî olarak sona ermekle birlikte, gerçekte tam olarak süregeldiğini gördüler. Bir zamanlar köle ile efendinin, daha sonra patrisiyenle plebiyenin, onu takiben süzeren ile vassalın karşı karşıya gelmesi gibi, bugün de avare ile çalışanın aynı durumda bulunduğunu görüyoruz. Zayıflamış ve yoksul yüzlerce erkek ve kadının, bir kişinin kârı ve hizmeti için, sağlıklarını ve yaşamın bütün zevklerini, bir lokma yemek karşılığında feda ettiklerini görmek için fabrikaları gezmek yeter. Kendisine sadece açlıktan ölmek özgürlüğü bırakarak, insanı bir hayvan gibi sömürmek kölelik değil de nedir ? Bu zavallı emekçileri bilinçlendirmek ve şimdi makina gibi yaptıkları işde bilinçli bir taraf meydana getirmelerini sağlamak olanaksız mıdır? Devletin en kalabalık ve en yoksul sınıfın ihtiyaçlarına cevap 14 vermek zorunda olduğuna inanmak, çağımızın en derin görüşlerinden birisidir… Geleceğin tarihi, emekçilerin orta sınıflara karşı mücadelesinden bir defadan fazla sözetmek zorunda kalacaktır.»1 Genç Marx böylece, ailesinde olsun üniversitede olsun, ekonomikman geri kalmış, ulusal açıdan parçalanmış ve siyasal bakımdan Prusya’nın tepkisine boyun eğmiş olan bir Almanya’nın içinde bulunduğu durumun aynısını yaşıyordu. Bu Almanya’da, yarım yüzyıl önce başlayan ve 1830’larda burjuvazi tarafından tamamlanan Fransız İhtilâli, liberal gençliğe geleceğe ait bir hayal gibi geliyordu. Palatinat’da Hambach bayramında, 17 mayıs 1832 günü, Paris ihtilâli ile heyecanlanan 25 000 liberal, Almanya’nın birliği ve anayasal bir rejimin kurulması için bir gösteri düzenlemişlerdi. 1834’te Mazzini’nin «Genç Avrupa»sı, Kutsal-Birliğe karşı kendi manifestosunu yayınlamıştı: «Kralların eski Avrupa’sının, yerini halkların Genç Avrupa’sı alacaktır. Bu, eski köleliğe karşı genç özgürlüğün mücadelesi, eski ayrıcalıklara karşı genç eşitliğin savaşı, eski inanca karşı yeni düşüncelerin zaferidir…» Marx’in sevgili hocası Gans, 1837 yılında, Berlin’de, Polonya ayaklanmasının bastırılmasından sonra kurulan Polonya Dostları Kulübü’nün önderlerindendi. Bu liberal burjuva hareketi, üretimin akılcı bir biçimde düzenlenmesi ve zenginliklerin adaletli bir şekilde dağıtımı yoluyla insanın tam anlamıyla özgürleştirilmesi gerektiğini ileri süren saintsimoncu düşüncenin geliştiği, daha cesur, demokratik ve sosyal bir hareketin etrafında dolaşıp duruyordu. Bu ideale göre ve fransız halkının tarihsel girişimlerinden sonra, Temmuz ihtilâlinin burjuvalar tarafından istikrara kavuşturulması geçici gibi görünüyordu. Gans 1837’de şöyle yazmaktaydı: «Eğer Tanrı, Temmuz ihtilâlini Saint-Denis sokağındaki mağazacılar için yaptıysa fel1 E. Gans.

Rückblicke auf Personen und Zustände, s. 99-101. Aktaran Auguste Cornu: Karl Marx et Frédéric Engels, tome, I. s. 88. 15 sefe ve tarihle uğraşmaktan vazgeçeceğim. Çünkü onları eserleri ile ölçmek olanaksız hale gelir.» Zaten Almanya’da bile, 1834 gümrük birliğinin de yardımı ile ekonomik gelişmenin hızlanması, işçiler için git gide daha aktif mücadele koşullan yaratıyordu. Solingen ve Crefeld işçilerinin Rhénanie’de 1823 ve 1828 yıllarındaki ayaklanmaları ile Aix-la-Chapelle ve Ruhrort işçilerinin 1830 ayaklanması hükümet tarafından hızla bastırıldı. Fakat bu ayaklanmalar, burjuvazi sınıfı ile işçi sınıfı arasındaki ilk karşıtlıklara damgasını vurdu. Burjuvazi ile alman feodalleri arasındaki mücadelenin hâlâ sürdüğü bir dönemde bu yeni zıtlığın bilincine varıldı. Bu Kari Marx’m erginlik çağına rastlıyordu. 1835’te, Trèves’deki doğduğu köyde, fourierci Ludwig Gali şunları yazmaktaydı: «Paraca ayrıcalıklı olanlarla çalışan sınıflar, birbiri ile çatışan çıkarlarla temelde karşı karşıyadırlar; birincilerin durumu, diğerlerininki daha da kötüleştiği, daha kararsız ve sefilleştıği ölçüde iyileşir.» Marx, gelecekteki dostu Friedrich Engels gibi, doğrudan doğruya işçilerin yaşantısıyla ilgili bir tecrübeye sahip değildi. Engels, «patron çocuğu» olmasına rağmen, içlerinde gençliğini geçirdiği emekçiler ortamının sefaletini ve kızgınlığını görmesini ve anlamasını bildi: Rhénanie’nin sanayileşmiş bölümünde, Wupper vadisinde, babasının fabrikalarının işçilerinin üstüste yaşadığı barakaların ortasında çocuk ve kadınlar dahil dokumacılar günde 16 saat çalışıyor ve veremden veya sefaletten ölüyorlardı.

Marx tarımsal bir bölgede doğmuştu. Burjuvazide bir işçi sınıfı korkusu daha az olduğundan, libarel burjuvazi ile şarap fiyatlarındaki düşmenin büyük darbesini yiyen, topraklarından kovulan ve tarım emekçileri arasına atılan Moselle bağcıları arasında bir yakınlık daha kolaylıkla ortaya çıkabilmişti. Ortak eğilimler beliriyordu: mutlakiyet rejimi ve ayrıcalıklarla mücadele, içerdeki gümrüklere karşı mücadele, özgürlükler ve anayasal bir rejim için mücadele. 1835’te, Bonn’da bir üniversite öğrencisi olarak geçirdiği yıl İ6 boyunca, Karl Marx baskının liberal öğrencileri nasıl ezdiğini görmüştü: ihbarlar, tutuklamalar, üniversiteden uzaklaştırmalar, Avrupa Kutsal-Birliği’nin ve Prusya gericiliğinin yüzünü hatırlatarak çoğalıyordu. Berlin’de, hocası Gans’ın ve onun meslektaşlarının etkisi altında, genç Karl Marx ölmekte olan bir dünyanın canhıraş feryatlarını ve doğmakta olan bir dünyanın, çelişkilerini, bulanık bir şekilde hissediyordu. Baskıyı ve burjuvaları yeren bir dizi hicivde, genç üniversite öğrencisi Marx, Goethe ve Schiller’in büyük insancıllıklarına, Faust ve Wallenstein’in yüksek simalarına övgüler diziyordu. Nişanlısı Jenny’e yolladığı şiirler ve mektuplar, eğilimlerine cevap vermeyen menfur bir dünyanın yetersizliğini, isyanı, endişeyi ve bazen de umudu temsil eden romantik duygularını, tumturaklı bir ifade ile açıklıyordu. Kendisinde, geleceğe meydan okuyacak bir güç hissediyordu: «Eldivenimi küçümsemeyle dünyanın yüzüne fırlatacağım ve bu dev cücenin yıkıldığını göreceğim… «Zafer sarhoşluğu içinde tanrılara da aynı şekilde davranacağım. Harabelerinin ortasında ateş yakacağım ve sözlerime eylemin gücünü vererek, kendimi Yaratıcı ile eşit hissedeceğim… «Fakat ruhun eğilimleri kadar sonsuz, senin gibi ve evren kadar sonsuz bir şeyi kelimeler arasına nasıl sıkıştırmalı ?» Bu romantizm, başta Goethe olmak üzere, en büyük burjuva hümanistlerinin de kafalarım vurduğu çelişkilerin ifadesiydi. Werther’den Wilhelm Maister ve Promethée’den Faust’a kadar, Goethe büyük burjuva hümanizminin ana çelişkisini işledi: iş bölümünün genelleştirilmesi, insanların evrenselliğinden, bir insan gibi çalışan organik bir bütün, tek bir sistem yaratmağa meylederek, insan türünün iktidarını doğanın üzerine sınırsız bir şekilde uzattı. Ve Promethée’nin herşeye muktedir insan rüyasını yarattı. Fakat aynı zamanda, zenginliklerin ve tabiat üzerinde kazanılmış iktidarın özel mülkiyete dayalı rejimi, vahşi ormanlardaki öldürücü mücadelelere benzer bir anarşi içinde, bencillikleri ve hırs17 lan karşı karşıya getirdi. Böylece de, büyük çoğunluğun ezilmesine sebeboldu. İnsanların ihtiraslarına sonsuz ufuklar açan aynı rejim, insanların çoğunluğunu insanlığa yakışmayacak bir yaşantıya mahkûm etmektedir. Bu nedenledir ki, aynı dönemde, hegelci dialektiğin «çakıllı melodi»si1 Marx’da derin bir tiksinti uyandırmaktadır: Kabullenemediği şey, düşüncenin gerçekle «barışması»dır.

Babasına şunları yazdı2 : «Benim bundan çıkardığım sonuç, düşünceyi bizzat gerçeğin içinde aramak oldu. Eğer tanrılar eskiden dünyanın üzerinde uçuyorlar idiyse, şimdi dünyanın merkezi haline geldiler… «Sağlam bir gezgin olarak, kendinden bir kavramın görüntüsü olarak, din olarak, doğa olarak, tarih olarak, kutsallığın felsefesinin dialektiğinin gelişmesini kendime iş edindim. Hegelci sistemin başlangıcı, benim son önerimdi… Bu çalışma beni, aldatıcı tatlı bir ses olarak, düşmanın kollarına attı.» Ve işte «Hegel’i bir uçtan öbür uca»3 okuyan ve, o zamana kadar nefret ettiği «sevgi»lisi haline getiren Marx. Gerçekten Marx, hiçbir zaman gerçek bir hegelci olmadı: önce, , düşüncenin gerçekle barışmasını kabullenemediğinden dolayı; sonra, hatta hegelciliğe nüfuz ettiği zaman, Mutlak Düşüncede, kurulu düzenin tamamlanışını ve feda edilişini hiçbir zaman görmeyeceği için. O’na göre Mutlak Düşünce, insanın uygulama ile, eylem ile, mücadele ile gerçekleştirmesi gereken geleceğin düzeninin uzak bir tasarısı idi. O’nun için hegelcilik gerçek değildi, gerçek haline gelmeliydi. Gerçeğin kendisi değildi, bir programdı. «Gökyüzünün ateşini çaldıktan sonra evler kurmaya ve yer yüzüne yerleşmeye başlayan Promethée gibi, dünyayı bütünü içinde kavrayan felsefe de olayların dünyasına isyan ediyor. Hegelci felsefe için şimdi durum budur.»

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir