Soner Yalçın – Kayıp Sicil – Erdoğan’ın Çalınan Dosyası

Tarih: 27 Aralık 2012 Silivri Cezaevi’nden çıktım… İki yıl sonra evimde uyandım sabaha. Kütüphaneye girdim. Polisler gün boyu yaptıkları arama sırasında tüm kitapları birbirine karıştırmışlardı. Kütüphane dağınıktı. Düzenlemek zaman alacaktı. İlk gün başladım çalışmaya; ve bu aslında benim için kitaplarıma “merhaba” demekti. Aradan kaç gün geçti bilmiyorum. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili yazılmış kitapları bir araya getiriyorum. Kitaplar tamamdı; ama ayrıca bir defter ile bir dosya olacaktı. Aradım… Aradım… Yok. Bulamadım. İyi biliyorum, dosyanın üzerine “Erdoğan’ın Sicili” yazmıştım. Erdoğan ile ilgili topladığım özel bilgileri ileride kitap yapmak için bu dosyaya koyuyordum. Çok özel bilgiler toplamıştım; yılların emeği vardı. Bulmalıydım.


Aramaya devam ettim; bulacaktım o dosyayı… Kütüphanenin iki katının altını üstüne getirdim. Yok. Evin her yerine baktım. Bulamadım. Dosya ve defter kayıptı… Anladım: O dosyayı ve o defteri evden biri/birileri çalmıştı! Peki… Hırsız kimdi? Önce dedim ki; “Polis olsa gözaltı-tutuklama sürecinde medyaya sızdırır, ‘Başbakan’ı bile fişlemişler’ diye yalan haber yaptırırdı!” Öyle ya… Rahmetli AP’li Bakan Seyfi Öztürk’ün yıllar önce Nazlı Ilıcak’ın özel hayatıyla ilgili söylediği ve benim bir ajandama öylesine yazdığım iki cümlelik not medyaya servis edilmiş ve günlerce yazılıp söylenmişti. Polis bu fırsatı kaçırmazdı! Hayır. “Erdoğan’ın Sicili” medyaya sunulmadı. O halde… Dosyayı ve defteri çalan polis değil miydi? Adi bir hırsızlık vakası mıydı? Bilmiyorum. Bildiğim; evimden 14 Şubat 2011’de polisler tarafından çıkarıldım ve iki yıl evime giremedim. Ev kapalıydı. Hırsız girdiyse niye bir tek o dosyayı ve defteri alsın? Saçma. Peki… Polis almış ve gözaltı sırasında kaybetmiş olabilir mi? Olamaz; çünkü evden alınan her defteri, kitabı, CD ve DVD’yi ben gördüm, üzerine imza attım. Öyle ki halen çalışmakta olduğum bir ailenin soyağacını bile polis aldı. Çok iyi hatırlıyorum; “Aman dikkat edin, kaybolmasın, çok emek harcadım,” diye uyarıda bulundum. Eminim… Polisler o dosyayı ve o defteri imzalamam için önüme getirmedi.

Nerede “Erdoğan’ın Sicili”? Tahminim var kuşkusuz. Çağlayan Adliyesi’nde tahliye edildiğim duruşmada şöyle dedim: “Baksanıza, Başbakan Erdoğan bile kendisinin dinlendiğini, ofislerinde dinleme cihazı böceklerin bulunduğunu açıkladı. Şimdi sıra bu böceği yerleştiren kötülük merkezini ortaya çıkarmaya geldi. Buradan açıklıyorum: Biz bu tertipçileri biliyoruz. Yazdık. Ve 2 yıldır da bu mahkeme salonunda haykırdık. Bu tertipçiler: Deniz Baykal’a kaset komplosu kuranlardır. Bu tertipçiler: Bir değil, üç değil, beş-yedi değil, 10 MHP’liye kaset komplosu kuranlardır. Bu tertipçilerin kim olduğu bellidir. Komplo kuracağı kişinin telefonunu dinleyecek, adım adım takip edecek, gizlice evlere girip kamerayı yerleştirecek, görüntüleri kaydedecek, montaj yapacak, yurtdışından internete sızdıracak ve hiç yakalanmayacak! Böylesine bir tertibi kim yapabilir? Sırtını devlete dayamadan; devletin istihbarat olanaklarına sahip olmadan bu tezgâh kurulabilir mi, yapılabilir mi? Türkiye’nin merakla aradığı asıl derin devlet işte budur. Evet, biz bu tertipçileri biliyoruz; bunları yazdığımız için bize de komplo kurdular; bilgisayarlarımıza virüslü word dosyaları yükleyip bizi hapse attırdılar…” (27 Aralık 2012) Dönelim tekrar “Erdoğan’ın Sicili” dosyasına… Bize komplo kuranlar, insanların evlerine sözde “delil” koyanlar, “İleride lazım olur” diye kimi bilgi ve belgeleri de çalmış olamaz mı? Bal gibi olur. Eminim; o dosyayı ve o defteri çalanlar bize komplo kuranlardı. 14 Şubat’ta evime giren tüm polisleri suçlamak doğru değil; içlerinde işini dürüst yapmaya çalışan emekçi polisler mutlaka vardır. Ama… Biliyorum ki… İçlerinden bazıları o dosyayı ve o defteri çaldı. İleride Erdoğan’a karşı kullanmak için alıp götürdü.

Polisler, bana güvenilip özel olarak anlatılan bilgileri, iddiaları telefon-ortam dinlemeleriyle elde edemezlerdi. Belki polis ekibinin içine böyle gizlice görevlendirilmiş bir-iki polis koyuyorlar. Bunlar evlerdeki, işyerlerindeki aramalarda ileride kullanılmak üzere “delil” arıyorlardı. Aklıma böyle birçok olasılık geliyor. Ne bileyim… Dosyayı ve defteri o gün evimde inceleme olanağı bulamadıkları için dosyanın üzerindeki “Erdoğan’ın Sicili” yazısına bakıp “içinde işimize yarar bilgi vardır” diye mi alıp götürdüler? Öyle ya, onlara göre ben “karanlık bir adamım” ve elimde çok özel bilgiler olabilirdi. Çaldılar. Resmi tutanaklara geçirmediler. Bana imzalatmadıkları için de bir daha ortaya çıkarmadılar. Sonra kimin çaldığı konusunu bıraktım; yapacak bir şey yoktu; burası Türkiye… Erdoğan’a yönelik 17 Aralık Operasyonu başlayınca, bekledim; “Bakalım bizim dosya ve defterden de bilgiler ortaya serilecek mi” diye! İşte o günlerde… Hürriyet gazetesinden Ayşe Arman 17 Aralık Operasyonu’yla ortaya serilen Erdoğan-Cemaat kavgasını sorunca şöyle konuştum: “Erdoğan’la ilgili belgeler, dosyalar topluyordum, ileride kitap yapmak için. O polisler aldı onları ve yok ettiler. Yok o dosya! O dosyayla Recep Tayyip Erdoğan’ı fişlediler! Benim elimdeki bu dosyayı kim aldı, yok etti? O dosyayı bir yere koydular, zamanı gelince açacaklar herhalde!” (14 Ocak 2014) Sonra dedim ki, “O dosya ve o defter bana artık geri gelmez. Belki Cemaat/paralel yapı o bilgileri Cumhurbaşkanlığı’na aday olması kesinleşen Erdoğan aleyhinde kullanacak. En iyisi çıkmasını hiç bekleme, otur yaz.” Kayıp Sicil/ Erdoğan’ın Çalınan Dosyası kitabı böyle ortaya çıktı… Soner Yalçın Mayıs 2014-İstanbul Bölüm: 1 TEYÜP Rize bölgesi MÖ 4000’lerde Kuban; MÖ 3200’lerde Kolkhide; Pontus Krallığı döneminde Sannika; Roma İmparatorluğu döneminde Pontus Polemoniacus; Bizans İmparatoru I. Justinianos zamanında Rhisios; Osmanlı Devleti ve Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde Lazistan olarak adlandırıldı.

Rize, Yunanca “Rhizios” (pirinç) ya da Rumca “Riza” (dağ eteği) sözcüğünden geliyordu. Potamya; Rize’nin Güneysu ilçesinin Osmanlı dönemindeki adıydı. Pilihoz ise Potamya’nın köyü. Yeni adı, Dumankaya. Dumankaya… Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın baba tarafının köyü. Babası; Ahmet Erdoğan. Dedesi; –nüfus kâğıdında Teyüp– Bakatalı Tayyip. Erdoğanlar “Bakatalı” lakabını kullanıyordu. Dr. Turgut Günay’ın Rize İli Ağızları kitabında, “Bakata” sözcüğü yok. Osmanlı-Türkçe Sözlüğü’nde böyle bir isim-sözcük yok. Âdem Işık’ın Antik Kaynaklarda Karadeniz Bölgesi kitabında “Baktrialılar” var; ama onlar Kuzey Afganistan halkı. İbrahim Tellioğlu’nun Osmanlı Hâkimiyetine Kadar Doğu Karadeniz’de Türkler kitabında da yok. Laz dilinde yok. Hemşince dilinde yok.

Çok sözlüğe baktım, bulamadım. Yazar Muhammet Safi, Rize Tahrir-i Öşür Envanteri isimli eserinde, Başbakan Erdoğan’ın bundan 159 sene öncesine, yani 1850 yılına ait aile kayıtlarını Osmanlı Arşivleri’nde bulduğunu yazdı. Bu kayıtlarda Rize’de 1850’de yaşayan, 1682 ailenin isimleri ve köyleri, ödedikleri vergilerle birlikte yer alıyordu. Pilihoz (Dumankaya) ile hemen yanıbaşındaki Kaluharaf (Kiremitköy) deftere bir arada kaydedilmişler ve ödeyecekleri vergiler, deftere “Karye-i Pilihoz Kaluharaf” başlığı altında işlenmişti. Deftere göre, ailesi geçmişte “Bakatoğlu” lakabını kullanan Başbakan Erdoğan’ın büyük amcası olan ve Rize’nin o yıllarda “Pilihoz” adını taşıyan “Dumankaya” köyünde çiftçilik yapan “Bakatoğlu Memiş”, devlete 86 kuruş vergi ödemişti. Defteri yayımlayan Muhammet Safi, Bakatoğlu Memiş’in Başbakan Erdoğan’ın büyük büyük dedesinin kardeşi olduğunu yazdı. Pilihoz Köyü’nde en fazla vergiyi ödeyen ikinci mükellef olduğunu ve Erdoğan’ın büyük büyük dedesinin, yani asıl cetlerinin Osmanlı Arşivleri’nde bulunan 1831 tarihli defterde kayıtlı bulunduğunu iddia etti; “ancak tasnifler yıllardır tamamlanamadığı için, o dönemin defterleri araştırmacılara kapalı” idi. Muhammet Safi, “Erdoğan’ın asıl cetlerinin” kaydının o defterde olduğunu nereden biliyor acaba? Biraz zorlama var. Çünkü… Dr. Arzu Pehlevan’ın Topkapı Sarayı’nda bulunan Rize tarihinin 1869-71 yıllarını kapsayan, 1495 Numaralı Şer’iyye Sicili Defteri (mahkeme kayıtlarında) araştırmasında; “Bakatoğlu” diye bir sülale ismi yok. “Baskaboğlu” diye bir sülale var. Ayrıca, “Bakatoğlu Memiş” yok, “Baskaboğlu Memiş” var! Boşnakoğlu var… Bursalıoğlu var… Bağdatlıoğlu var… Uzun uzun hangi sülale isimlerinin olduğunu yazmayayım. “Bakat-oğlu” yok! Uzatmayayım, sadece Erdoğan’ın hemşerilerinin hazırladığı Güneysu Rize kitabında “Bakatoğlu” mahallesi var. Kitabın 351. sayfasında “Köyde yalnız Bakatoğlu mahallesine yol gitmez” diye bir cümle geçiyor.

Bir yerde daha “Bakatalı” adı geçiyor… Tarih: 11 Ağustos 2004 Başbakan Erdoğan Gürcistan gezisinde şöyle dedi: “Ben de Gürcü’yüm, ailemiz Batum’dan Rize’ye göç etmiş bir Gürcü ailesidir.” Olabilir mi? Güney Osetya’nın başkenti olan Tskhinvali’ye bağlı köylerin arasında Bakata (Bagata) adı var. Yaşasın “Bakatalı”yı bulduk! Bagata; Gürcistan’a bağlı Güney Osetya bölgesinde; Tskhinvali’ye bağlı. Kuzey Kafkasya’ya bağlantılı bir ticaret yolu üzerinde yer alan Tskhinvali’de karışık bir nüfus vardı: Yüzde 38.4 Yahudi; yüzde 34.4 Gürcü; yüzde 17.7 Ermeni ve yüzde 8.8 Oset. Bölge, 1801’de Ruslar tarafından işgal edildi; nüfus dağıldı. Bugün kuşkusuz bu nüfus yapısı değişiktir; yüzde 67.1 Oset’tir. Gürcü yüzde 25, Ermeni yüzde 1.3, Yahudi yüzde 0.9 ve Ruslar yüzde 3. Yahudiler ve Ermeniler bölgeyi terk etmişti… 1 Başbakan Erdoğan diyor ki: “Babama sordum ‘Biz Laz mıyız, Türk müyüz?’ dedim.

Allah rahmet eylesin, babam (Ahmet Erdoğan) dedi ki: ‘Oğlum ben de dedeme sordum; ‘Dede biz Laz mıyız, Türk müyüz?’ ‘Torinim, dedi, yarın öleceğiz. Öldüğümüz zaman Allah bize bir soru soracak; torunum Rabbin kim? Nebin kim? Dinin ne? Ama kavmin ne diye bir soru sormayacak. Sana sordukları zaman ‘Elhamdülillah Müslüman’ım de, geç.’” İnsanlar hangi inançtan ve etnik kimlikte olursa olsun benim için eksiklik değil, aksine zenginliktir. Düzeysiz, spekülatif yakıştırmalardan hep kaçındım. Kim kendini hangi inanç ve etnik kimlikle tanımlıyorsa, benim için “doğru” odur. Erdoğan “Gürcü’yüz” diyorsa, öyledir. Emine Hanım “Arap’ım” diyorsa doğrudur. Gelelim tekrar Ahmet Erdoğan’ın söylediklerine… Diyor ki, “Oğlum ben de dedeme sordum!” Babasına değil dedesine soruyor. Niye? Çünkü babası Bakatalı Tayyip, Ahmet Erdoğan küçükken kayboldu! Nasıl kaybolduğuna dair iddialar var. Birincisi… Tarih: 8 Mart 1916 Birinci Dünya Savaşı… Ruslar, Rize’yi işgal etti. Yöre halkı evini, bahçesini, hayvanını bırakıp Trabzon’a doğru kaçmaya başladı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir