Mary Wibberley – Endise

Ve işte oradaydı. Sık fıstık çamlarının arasında kaybolmadan önce, Sacha, La Valaise’in çatısını yalnızca bir an görebildi. Ama yeterliydi bu. Sonunda başarmıştı. Küçük Citroen’in direksiyonunu daha sıkı kavrarken gülümsedi. Arabayı kiraladığı Nice havaalanından bu yana yolun en tehlikeli ve güç bölümüydü burası. Ama kırmızı kiremitli çatının görünmesiyle o yorucu uçak ve araba yolculuklarının izleri silinip gitmişti. Bütün bu yorgunluğa değmişti doğrusu. Rahatça arkasına yaslanarak Madam Cassel’în orada olup olmadığını düşündü. Çünkü geleceğini biliyorsa/evde yapılmış limonata’, ekmek, jambon ve zeytin hazırlayarak karşılardı onu. Uzanıp bir kâğıt mendil alarak yüzünü kuruladı. Mayıs ayının sonlarına yaklaşıyorlardı gerçi, ama yine de mevsim normallerinden çok daha sıcak günler yaşamaktaydılar. Ne var ki gökyüzünün aşırı parlaklığı, beklenmedik bir sağanağın habercisi olabilirdi. Hem böyle bir şey, dayanılmaz sıcağın azalmasına da yol açardı kuşkusuz. Vücuduna yapışan nemli elbisenin etkisiyle yüzünü buruşturdu.


Serin bir duşu öyle özlemişti ki… La Valaise’de bulunmayan modern hayatın gereklerinden biri de buydu. Banyo yoktu. Ama küçük bir duş odası her zaman kullanılabilirdi. Girdiği daracık ara yolun her iki yanında yük selen iyice harap olmuş kalın duvarlar insanın üzerine yıkılıverecekmiş izlenimi uyandırıyordu. Ne var ki bunlar, Sacha’nın ilk gördüğü gün den beri hep aynı durumdaydılar. Yani sekiz yıldır… Birdenbire o hiç beklenilmeyen ve olanaksız şey gerçekleşti. Duvarın tepesine konmuş olan tombul ardıç kuşunu daha iyi görebilmek için başını hafifçe yana çevirmişti Sacha. Ama yeni den önüne baktığında tam karşıdan gelen motosikleti görmesiyle frene bütün gücüyle basması bir oldu. Araba, tekerlekleri yerleri kazıyarak dururken, yana doğru kaymış olan motosikletle Citroen’in çamurluğu arasında bir karış bile yoktu. Ürküntü veren bir sessizlik oldu. Sacha ancak saniyeler sonra yeniden soluk almaya başladığını hissetti. Aynı anda motosikletten inen adama da şöyle bir baktı. Ama gördüğünden gözünü alamadı nedense. Çünkü en azından çok ilginç biriydi bu. Uzun boyluydu.

Bir doksan vardı herhalde. Hayli yapılıydı. Zaten esmer olan tenini güneş daha da koyulaştırmıştı. Bacakların da rengi solmuş mavi bir şort, sırtında da düğ meleri yansına kadar açık bir gömlek vardı. Çıplak ayaklarına espadriller geçirmişti. Göğsü gayet geniş, kıllarla örtülü; kol ve bacakları ise hayli kaslıydı. Yüzü… Yüzü oldukça yakışıklıydı adamın. Kömür karası parlak saçlar alnına dökülmüştü. Çıkık elmacık kemikleri, gri gözler, yay gibi yükselen kaşlar ve geniş, alaycı bir ağız, bu yüzün güç ve kudretini yansıtıyordu. Üstelik kızmamıştı da. Hatta gülümsüyordu. Sacha kapıyı açarak kendisine bembeyaz dişlerle gülen adamla konuşmak için arabadan indi. Kendisi de bir kadın için hayli uzun boyluydu, ama karşısındaki bir kule gibi yükseliyordu önünde. «Bağışlayın matmazel,» dedi adam. Fransızca konuşuyordu.

«Sizi korkutmadığımı umarım. Ama herhangi birisinin karşıma çıkacağını sanmıyordum. Bu yol özeldir de.» Sacha da Fransızca, «Evet, biliyorum,» diye karşılık verdi. Ama daha fazla devam edemeden adam atıldı. «Đngiliz misiniz?» Şimdi de Đngilizce konuşmaya başlamıştı. Sacha, «Evet, ama siz nereden…» diye başladı, ne var ki devam edemedi. Adamın gülümseme sine dayanılmazdı doğrusu. Sonra birden güldü. Esmer teninde dişleri olduğundan daha da be yazdı. «Telaffuzunuzdan anladım,» dedi. «Yanılmıyorum, öyle değil mi?» Ama bir şey kesindi. Adam ne Đngiliz’di, ne de Fransız. Sacha, ‘ne milletten acaba? diye düşünürken sorusuna, «Hayır,» diye karşılık verdi. «Bağışlayın.

Biliyor musunuz, ben de herhangi birisiyle karşılaşacağımı ummamıştım. Bu yolun yalnızca La Valaise’e gittiğini sanıyordum.» «Doğru, ama neden…» Birden sustu. Sacha, kısa bir süre, yüzünde bir huzursuzluk ifadesi sezinledi adamın. Ama bu yalnızca bir saniye sürdü ve hemen kayboldu. Sacha tereddütle, «Ben La Valais’e gidiyorum,» dedi. Sonra gülümsedi. Gayet erkekçe ve sert bir yakışıklılığı vardı adamın. Evet, sert… Onu tanımlayabilecek tek kelime buydu. Belkemiğinin hafifçe ürperdiğini hissetti: Ama nedenini sorsalar, açıklayamazdı. Adamın gülümsemesi değişmiş gibi geldi. San ki içinden geldiği için değil de, kendisini zorlayarak gülümsüyordu. Sonra, «La Valaise, ben ve… Ailem tarafından kiralandı,» dedi. ‘Ailem, derken hafifçe durakladığı Sacha’nın dikkatin den kaçmamıştı. «Hem birkaç hafta daha bura da kalmaya niyetimiz var.

Bu nedenle…» Hafifçe omuzlarını silkerek sustu. Sacha son derece kaygılanmıştı. Kendinden emin bir tavırla, «Olamaz,» dedi. «Hayır, olamaz bu. Bağışlayın ama, yer ayırttığımı gösteren mektup hemen şurada. Đzninizle çantamdan…» Çantasının fermuarını açmak için başını önüne eğdi ve bu nedenle birkaç saniye neler olduğunu göremedi. Aynı anda bir erkek sesinin bağırdığını duyarak olduğu yerde sıçradı. «Tor, prinesite mne malen…» Şaşkın bir tavırla başını kaldırdığı zaman dört beş metre ötelerinde duran kır saçlı bir adam gördü. Evden, gelmiş olmalıydı herhalde. Paket taşlarıyla kaplı yolda hayretle kendileri ne bakıyordu. Sanki… sanki… Aynı anda motosikletten inmiş olan esmer adam ona dönerek öfkeyle, hızlı hızlı bir şeyler söylemeye başladı. Konuştukları dil yabancı gelmiyordu, ama ne olduğunu birden çıkartamadı. Sonra kır saçlı adam hafifçe dönerek, adeta, bağışlanmasını istercesine kollarını havaya kaldırdı. Ve La Valaise’e doğru gerisingeri yürümeye başladı. O zaman motosikletli adam yeniden Sacha’ya döndü.

Aynı anda Sacha iki şeyi birden hatırladı. Kır saçlı, yaşlıca adamın yüzü hiç de ya bancı gelmemişti ona. Onu bir yerde görmüştü. Belki yalnızca bir defa, ama görmüştü. Ayrıca motosikletli adamın adı da Tor’du. Ne ilginç ve çekici bir isimdi bu! Tor… Bir şeyler değişmeye başlamıştı. Çantasının içerisini karıştırırken adam, önemli değil,’ gibilerden elini salladı. Sonra uzanarak Sacha’nın kolunu tuttu. «Bilmem anlatabildim mi? Herhalde bir yanlış anlama olmuş. Benimle birlikte eve kadar gelirseniz, bir kadeh içkinin de yardımıyla bu sorunu çözebiliriz.» Sacha, adamın yüzüne bakması için adeta kendisini zorladıklarını sandı. Elinin dokunduğu yer, koluna bir ateş parçası değmişçesine yanıyordu sanki. Ama o kurşuni gözlerde fark ettiği bir şey onu hayli kaygılandırmıştı. Adam, «Çok sıcak bir gün, değil mi?» diye sordu. Sacha birdenbire, buradan hemen uzaklaşması gerektiğini anladı.

Aslında neler olduğunu bilmiyordu. Ama bilinçaltında uyarıcı bir zil çalmaya başlamıştı. Son derece sakin ve doğal bir sesle konuşmaya çabalayarak, «Bakın…» dedi. Bu şekilde konuşmak, birden son derece önem kazanmıştı gözünde. «Belki de ben yanılmış olabilirim. Cannes’da bir teyzem var. Bari oraya gideyim de…» Adam gayet yumuşak bir sesle, «Hayır,» diye kızın sözünü kesiverdi. «Böyle olmasını istememiştim. Bunca yoldan geldikten sonra sizi geri çevirmek hiç de uygun bir davranış değil. Benimle beraber gelin. Daha sonra da…» Yine hafifçe omuzlarını silkti, «Ne yapılabileceğine karar veririz. Doğrusu çok üzgünüm.» Sacha Gitroen’e bir göz attı. Ana yola çıkın caya kadar bu dar sokaktan geri geri gitmek zorunda kalsa bile, burada durmak istemiyordu artık. Çevresindeki güzellikler, pırıl pırıl güneş ışıkları, uzak ağaçlarda ötüşen kuşlar, her şey o kadar doğaldı ki, bütün bunlara son derece aykırı düşen o garip uyan, büyük bir korkuya dönüşmeye başlamıştı.

Elini arabanın kapısına uzatırken güçlükle adama gülümsedi. Onu önceleri çok yakışıklı bulmuştu. Aslında şimdi de yürekleri yerinden hoplatacak kadar yakışıklıydı. Ne var ki, buna yeni bir nitelik daha eklenmişti artık. Gerçi bunun ne olduğunu şimdilik kestiremiyor, ama gerçekten de korkuyordu. «Gitmem gerek,» dedi. Tor# denilen adam büyük bir çeviklikle ara banın açık camından içeri uzanıp kontağın üzerindeki anahtarları alarak doğruldu. Sonra, «Daha değil,» diye karşılık verdi. Sacha becerikli ve cesur bir kızdı. Yaşlı bir kadına saldırarak onu soymak isteyen bir ser seriyi yumrukla devirip polis gelinceye kadar üzerinde oturduğunu hatırlıyordu. Ama anla yamadığı bir şey, bu adamın o serserinin sınıfından olmadığını söylemekteydi. Bu nedenle omuzlarını gerip başını kaldırarak sert bir ses le, «Ne yapmak istediğinizi bilmiyorum,» dedi, «Ama anahtarlarımı hemen verin lütfen.» Aynı anda elini uzatmış, karşısındaki bir çift sert bakışlı gri göze bakıyordu. / Adam hafifçe gülümsedi. «Ne yapmak isteye bilirim? Bağışlayın, anlayamadım.

Ben yalnızca…. » Sonra Sacha ilk yanlışlığı yaparak atılıp Tor un parmakları arasından dikkatsizce sallanan anahtarları kapmak istedi. Adam öteki eliyle bileğini yakaladı bir anda. Ama sıkmadı. Hafifçe tuttu, o kadar. Sacha gene de bu elin ne kadar güçlü olduğunu anlamıştı. Kurtulmak için çırpınmaya başladı. Sık soluklar arasında göğsü hızla inip kalkıyor, korkunun yarattığı buz gibi bir ürperti sırtında dolaşıyordu. Son bir çabayla bileğini kurtarıp çantasını sımsıkı kavrayarak döndüğü gibi koşmaya başladı. Artık neler ola bileceğini kestirmişti. Kaçmalıydı. Her ne paha sına olursa olsun… Ana yol alt tarafı bir mil uzaktaydı. Oraya varabilecek miydi acaba? Ayak sesleri, sağlı sollu yükselen taş duvarlara çarparak o daracık sokakta yankılanıyordu. Bir an/bu bir kâbus mu, diye düşündü. Yoksa uçak ta uyukluyor muydu hâlâ? Ama arkasından yakalanıp sımsıkı tutulduğunu hissedince, her şeyin gerçek olduğunu anladı.

Bütün gücüyle çırpınmaya, esmer adamın kollarından kurtulmak için tekmeler atmaya başladı. Ama boşuna. Sacha, bunun bir yararı olmayacağını zaten biliyordu. Ne var ki, her şeye rağmen denemesi de gerekti. Adam, «Lütfen… Lütfen çabalamayın,» dedi. «Bu şekilde, yalnızca kendi canınızı acıtacaksınız. Anlamıyor musunuz, benimle gelmeniz gerek. Eğer görmeseydiniz… Eğer bir başka zaman gelmiş olsaydınız…» Sonra birdenbire sustu. Gereğinden fazla konuşmuş gibi… Onu belinden sımsıkı kavrayarak eve doğru götürmeye başladı. Sacha acı acı, ‘bizi bir gören olsa, sevgili olduğumuzu sanır’ diye düşünüyordu. Adam, onun yürüyüşüne uya bilmek için adımlarını yavaşlatmış, kolu belin de, yan yana ilerliyorlardı. Sacha hırsla, «Ellerini üzerimden çek, »’dedi. Adam derhal onun dediğini yerine getirdi. Ama «Yalnız bir daha kaçmaya çalışırsanız dinlemem, anlaşıldı mı?» diye uyardı. O sırada eve iyice yaklaşmışlardı.

Ne kadar bildik, her zaman olduğu gibi nasıl da güven vericiydi. Ama ya şimdi… Ve Sacha kapıda bekle yen yabancıyı görünce hiç şaşırmadı. Ne var ki duraladı hafifçe. Tor fısıldadı: «Merak etmeyin. Zararsızdır.» Madam Cassel uzaklarda olmamalıydı. Aklındaki tek düşünce buydu şimdi. Bu umuda sımsıkı sarılmalıydı, çünkü kadın bu evin yöneticisiydi ve hiçbir zaman buradan ayrılmazdı. Her şeyi en iyi şekilde yapan bir insandı Madam Cassel. Ve şimdi de aynı şekilde davranmak zorundaydı. Öteki adam ortadan kaybolmuştu. Sacha derin bir soluk aldı. Tor kapıyı iterek, «Lütfen içeri buyurun,» dedi. Sacha içeri girer girmez, gözlerinin alışabilmesi için duraklamak zorunda kaldı. Ayaklarının altındaki kırmızı, serin rnozayikler yine de güven vericiydi.

La Valaise’di burası. Yabancılarla dolu olabilirdi ama herhangi bir değişikliğe uğramamıştı. Adamın kalın sesi düşüncelerini dağıttı. «Lütfen oturun. Çay ya da kahve alır mısınız?» Fena halde susamış olduğunu fark etti Sacha. Ama birden içine düşen korkunç bir kuşkuyla, «Tabii, ama kendim hazırlarsam,» diye atıldı. Adam gülmekten katıldı. Ama başını arkaya atarak gök gürültüsünü andıran kahkahalarını bir türlü durduramazken, Sacha hayretle bu gülüşün hiç de sinsice olmadığını hissetti. Bir süre sonra kendisine zorlukla hâkim olabilen esmer adam, «Demek içeceğiniz şeye uyuşturucu koymamı engellemek istiyorsunuz,» diye mırıldandı. Sonra eliyle mutfak tarafını işaret etti. Sacha dışarı çıktı. Adam da peşinden. Az sonra mutfakta çevresine bakmıyordu Sacha. Ama hatırladığı kadarıyla hiçbir şey değişmemişti. Hatta duvardaki parlak renkli tablonun yanın da asılı duran soğan demetinin bile aynı olduğuna yemin edebilirdi.

Kaba sıva geçilmiş duvarlar mavi boyalıydı. Ama biraz solmuştu galiba. Fırın ve raflar da eski yerlerinde duruyorlardı. Đçini çekerek çayın nerede olduğuna bakınırken raflardan birine uzanan Tor, oradan aldığı teneke kutunun kapağını açtı. «Çay,» diye söylendi. «Siz Đngilizler çay içersiniz, değil mi? Bunu beğeneceğinizi umarım.» «Evet,» dedi Sacha. Ama herhangi bir hareket yapmasına fırsat kalmadan, adam demliği ocağın üzerinden alıp musluktan su doldurmaya başlamıştı bile. Sonra gazı yakarak demliği mavi alevlerin üzerine yerleştirdi. Sacha onun çevik ve becerikli hareketlerini dikkatle izliyordu. Sonunda, «Nerelisiniz?» diye sordu. Az önce kolunun belini kavradığı yer hâlâ hafifçe ürpermekteydi. Tor dönüp ona bakarken yavaşça başını salladı. «Önce çayımızı içelim. Soru sorma sırası bundan sonra gelecek sanırım.

» Sacha, «Ben şimdi öğrenmek istiyorum,» diye dayattı. Aynı anda da, dolap kapaklarından birine dayalı duran kaim sopayı gördü. Kuvvetle savrulduğunda çok etkili bir topuz görevi yapabilirdi bu. Sopayı kullanmaktan korkmuyordu ama acaba evde daha kaç kişi vardı? Şimdiye kadar iki erkekle karşılaşmıştı. Ama bu ara ortalıkta kimse görünmüyordu. Tor, La Valaise’de ailesiyle beraber kaldığını söylemişti. Eh… Sacha’nın bir an önce gitmesini istediği sırada böyle bir bahane uydurması çok doğaldı. Bu nedenle, diğerlerinin kolay kolay meydana çıkmayacakları konusundaki tahmini de herhalde doğruydu. Ama ya onu tek başına kaçarken görürlerse? Kır saçlı adam altmış yaşlarında vardı galiba. Hem yüzü, neden Sâcha’nın bir türlü aklından çıkmıyordu? Her neyse… Öteki kabak kafalı olan ise hızlı koşamayacak kadar şişmandı. Demek ki… Köşede dayalı duran sopaya bir daha göz attı. Gerçi Tor büyük bir titizlikle çayın demlenmesini gözlüyordu, ama onun ne kadar hızlı olduğunu bilen Sacha yine de çok dik katli davranmaktaydı. Polise ne kadar önce başvursa o kadar iyiydi kuşkusuz. Peki ama, Tor anahtarları nereye koymuştu? Tamam… Anahtarlar, şortunun sol arka cebindeydi. Öyleyse, her şey harekete geçmeye bakıyordu.

Adamı bayılt, anahtarları al ve koşup arabaya ^atlayarak rüzgâr gibi buradan uzaklaş. Marie teyzeye git tikten sonra polise onun evinden telefon açarak La Valais’deki delilerden söz edebilirdi. Birden adamın kendisine bir şeyler söylediğini fark ederek irkildi. Daldığı düşünceler yüzün den onu duyamamıştı. «Bağışla, anlayamadım,» dedi. «Şeker? Şeker istiyor musunuz?» «Şey… Hayır, teşekkür ederim.» Nasıl olsa çayı içmeyeceği için şeker konulup konulmaması önemli değildi. Çantasını tezgâhın üzerindeki içi meyve dolu kâsenin yanına koyarak çok doğal bir tavırla dönüp duvarda asılı duran takvime baktı. Ellerini yumruk halinde sıkarken o güzel sopayı bunlarla tutacağını hayal ediyordu. Ama harekete geçme zamanı daha gelmemişti. Çünkü adam kendinden yana bakı yordu. Onun, «Su kaynadı,» dediğini işitti. «Çaydanlığa çay koyar mısınız?» «Pe… peki…» diye kekeledi Sacha. Adam döndü, yüksek raflardan birinde duran fincanları almak için uzandı. Hareket zamanı gelmiş ti işte.

Şimdi… Ve Sacha, sopayı yakaladığı gibi korku ve umutsuzluğun daha da güçlendirdiği bir hızla bunu adamın kafasına vurdu. Daha doğrusu kafasına vurduğunu sandı. Çünkü Tor saniyenin onda biri kadar önce döndüğü için sopa olanca ağırlığıyla omzuna gelmişti. Sacha çaresizlikle, hareketimi hissetti! diye düşündü. Aynı anda sopa elinden kuvvetle çekilerek mutfağın bir köşesine fırlatıldı. Şimdi sol kolu sarkan, vahşi bir öfkeyle yüzü bembeyaz kesilmiş Tor’a bakıyordu. Korku, damarlarında akan kanı buza dönüştürmüştü sanki. Kapıya, özgürlüğe doğru atıldı. Ama omzunu kavrayan el hızla geri çekince, sırtı adamın sert gövdesine çarptı. Tor, «Demek, beni kandırıp masum olduğuna inandırmak istedin,» diye homurdanıyordu. Daha bu şifreye benzeyen sözlerin anlamını çözemeden oturma odasından şiddetle içeri doğru itildi. Bir saniye sonra odadaki tek koltukta oturuyordu. Tor karşısında, ayaktaydı. Hiç kımıldamaması gerektiğinin farkındaydı Sacha. Sağ eliyle sol omzunu ovan adamı süzüyordu.

Korkusu yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. Eğer kendisini dövecek olsa, bunu herhalde mutfakta kapıldığı öfke sırasında yapardı. Tor, «Şimdi…» diye mırıldandı, «Kim olduğu nu ve nereden geldiğini söyleyeceksin. Bunların gerçek olmalarına dikkat et. Pasaportun nere de?» Sacha, kupkuru dudaklarını diliyle ıslatırken, «Mutfakta, çantamın içinde,» diye karşılık verdi. Hava daha da sıcaklaşmıştı. Adam hiçbir şey söylemeden mutfağa geçip birkaç saniye sonra krem rengi hasır çantayla geri döndü. Bunu kızın kucağına atarak, «Şunu aç ve pasaportunu çıkart,» dedi. «Başka bir şey almaya kalkışma, anlıyor musun?»

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir