O HAZİRAN SABAHI tirende giderken Carol Spencer, hiç de fevkalâde olaylar arifesinde olan bir insana benzemiyordu. Güzel ve şık giyinmiş bir genç kızdı. Annesiyle birlikte New York’tan yola çıkmışlardı. Annesini bir iki hafta kalmak üzere New Port’ta ablasının yanına bıraktıktan sonra, bir daha hiç görmek istemediği sayfiye evlerini hazırlamak üzere Maine’ye gidecekti. Şimdi biraz dinlenmeye gayret ediyordu. Annesi, Bayan Spencer de yanındaki koltukta, sanki pek yorgunmuş gibi arkasına yaslanmış, gözlerini kapamıştı. Halbuki bütün yaptığı istasyona gelirken taksiye binip, taksiden inmek olmuştu. Carol’un kolları ise, çantaları ve ağabeysi Greg’in golf sopalarını taşımaktan ağrıyordu. Bayan Spencer gözlerini açmadan, “Acaba biraz ilâç alsam mı? İçimde bir baygınlık var,” diye söylendi. Carol, “Eğer yanınızda yoksa alamazsınız. Çünki bavulların hepsi bagajda,” dedi. Bunun üzerine Bayan Spencer sadece bir bardak su içmeye karar verdi. Ve Carol kâğıt bardakla ona suyunu getirdi. Sonra boşalan bardağı avucunda buruşturup pencerenin içine koydu. Annesi onun bu hareketini tenkid eder gibi ince kaşlarını kaldırdı. Fakat hiçbir şey söylemeden gene arkasına yaslandı. Carol yan gözle onu seyre koyuldu. Muntazam bir profili vardı. Uçları aşağıya kıvrık ağzı, şikâyetçi bir ifade taşıyordu. Sade, fakat şık giyinmişti. Kocasının ölümünden beri hastalıklı, hırçın bir kadın olmuştu. Savaşın bütün ümitlerini yıktığı Carol ise, henüz yirmidört yaşında olmasına rağmen, evde kalmış bir kız gibi annesine bakmakla görevlendirilmişti. Şimdi de, annesinin saçma bir kaprisi yüzünden, sayfiye evini yaz için hazırlamaya gidiyordu. Carol bunları düşünerek, rahatsız olmuş gibi oturduğu yerde kıpırdandı. Maine’ye gitmek istemiyordu. Onun arzusu orduda bir vazife almak, yahut hemşire olmaktı. Gençti, sıhhatliydi. Bu işlerden birinde faydalı olabilirdi. Fakat bundan sadece bahsetmek dahi, annesinin kalb krizi dediği sinir buhranlarına sebep oluyordu. Onun için işte burada, kucağı savaş haberleri yazan gazetelerle dolu, bacaklarına Greg’in golf sopaları batarak oturmaktaydı. Bıkkın bir tavırla sopaları öteye itti. Tabiî annesinin bu arzusuna ilk başta itiraz etmiş, “Neden Maine’ye gidiyoruz sanki?” demişti. “Bana kalırsa Gr — “Dua et ki, annemle beraber yaşamıyorsun?” Elinor, “Allaha şükür yaşamıyorum,” dedikten sonra âdeti olduğu üzere, Allahaısmarladık, bile demeden telefonu kapadı. Elinor böyleydi işte. Tiren yeknesak seslerle ilerlerken Carol düşünmeye devam etti. Tabiî Greg için elinden geleni yapmayı isterdi. Ağabeysi bunu haketmişti. Otuz dört yaşında hava yüzbaşısı olmuş, Pasifik’te düşmana duman attırmıştı. Şimdi bir aylık izinle eve geliyordu. Kazandığı madalyayı cumhurbaşkanı bizzat takacaktı. Carol savaşla ilgili bu düşünceleri bırakıp, ev için yapılmış ve yapılacak işleri zihninde sıralamaya başladı. Şu anda ellerindeki üç hizmetçi Park Avenue’deki apartmanda, halıları naftalinlemek, abajurlara kâğıt kaplamakla meşguldüler. Carol’un kendisi de yola çıkıncaya kadar durmadan çalışmış, kalın perdeleri indirmiş, kışlıkları kaldırmıştı. Bu sırada annesi onun düşüncelerini okumuş gibi konuştu. — “Kürklerimi naftalinleyip kaldırdın değil mi?” — “Tabiî kaldırdım, anneciğim. Torbaları sizin önünüzde kapadım ya.” — “Peki Greg’in elbiseleri ne oldu?” — “Yazlıkları zaten Crestview’de bırakmıştık.” Konuşma burada kesildi. Bayan Spencer, ağzı hafifçe aralık olarak uykuya daldı. Carol da tekrar, Maine’deki Crestview isimli sayfiye evine gitmekten duyduğu hoşnutsuzluğu düşünmeye koyuldu. Tabiî bunun asıl sebebi harbde ölen nişanlısı Don’un babası Albay Richardson’du. Üstünden bir yıl geçtiği halde hâlâ oğlunun ölümünü kabul etmemişti. Geçen yaz sık sık Carol’u görmeye evlerine gelmiş ve her seferinde oturup endişeli bakışlarla onu seyretmişti. —”İleride evim Don’a kalacak, Carol. Orada çok rahat edeceksiniz. Yeni bir kalorifer kazanı koydurdum.” Carol bu düşünceleri kafasından atarak yapılacak şeyleri plânlamaya başladı. O gün, 1944 yılının 15 haziranı, perşembe günüydü. Pazara kadar New Port’ta ablası Elinor’un yanında kalacaktı. Sonra, annesini birkaç gün için orada bırakıp, hizmetçilerle buluşmaya Boston’a gidecek, oradan hep birlikte Maine’ye hareket edeceklerdi. Tabiî evde hiçbir şeyi hazır bulmalarına imkân yoktu. Oraya gitmeye âniden karar verilmişti. Gerçi bekçinin karısı Lucy Norton’a, evi temizlemesi için telgraf çekmişti, ama ev çok büyüktü. Şayet Lucy yanında çalıştıracak birini bulabilirse… Hemen arkasından bunun imkânsız olduğunu düşündü. Her halde bahçe de bakımsız bir haldeydi. Bahçıvanlardan sadece George Smith kalmıştı. O da, mal sahiplerinin oraya geleceğinden haberdar olmadığı için otları bile temizlemeye vakit bulamıyacaktı. Mutfaktaki kömür ocağını yakmak jçin hizmetçi Maggie’nîn bahçeden kömür taşıması icap edecekti. Maggie yirmi yıldır yanlarında aşçılık yapıyordu. Güçlü, kuvvetli bir kadındı. Ötekilerin ikisi de gençtiler: Belki arada sırada onları kasabadaki sinemaya götürürse, gönülleri olur, bütün yaz yanlarında çalışırlardı. Yalnız, kasabaya gitmek için benzini nereden bulacaklardı? Carol içini çekti. Tiren, yoluna devam ediyordu. İçerisi son derece kalabalık ve sıcaktı. Yolcular bunalmış bir haldeydiler. İçlerinde neşeli olanlar sadece genç subaylardı. Koridorda bir oraya, bir buraya gidip geliyorlar, geçerken de Carol’u manalı bakışlarla süzüyorlardı. Genç kız onları ve onları bekliyen âkıbeti düşünmemeye kendini zorladı. Tekrar Crestview’deki durumu hayalinde tasarlamaya koyuldu. Sıcaklar erken bastırdığından orada sayfiye evleri bulunanlar çoktan gelmiş olmalılardı. Spencer’lerin geleceğinden haberleri olmadığından hiç olmazsa birkaç gün için Carol’u rahat bırakırlardı. Fakat Albay Richardson’ un derhal haberi olurdu. Çünki evi hemen tepenin eteğindeydi ve kendisi daima bahçede veva terasta oturup postacıyı beklerdi. Carol bunu hatırladığı zaman içi burkuldu. Geçen yaz ne zaman karşılaşsalar Albay, “Don geldiği zaman,” veya, “Don bacağı savaş haberleri yazan gazetelerle dolu, bacaklarına Greg’ in golf sopalan batarak oturmaktaydı. Bıkkın bir tavırla sopaları öteye itti. Tabiî annesinin bu arzusuna ilk başta itiraz etmiş, “Neden Maine’ye gidiyoruz sanki?” demişti. “Bana kalırsa Greg, New York’ta, yahut Elinor’un yanında New Port’ta kalmayı tercih eder. Virginia’ya yakın olmak istivecektir. Ne de olsa nişanlısı.” Fakat Bayan Spencer katî kararını vermişti bir kere. “Virginia isterse Maine’ye gelebilir,” dedi. “O korkunç ormanların sıcağından sonra Greg’in serin havaya ihtiyacı var. Bunu senin benden daha iyi takdir etmen icap eder.” Bu lâf üzerine Carol ister istemez susmuştu. Lâkin New Port’ta oturan Elinor’a telefon ettiği zaman, ablası bunun son derece saçma bir fikir olduğunu söyledi. — “Bunun kadar budalaca iş görmedim,” dedi. “O koskoca evi açacaksınız. Hem de sadece üç hizmetçi ile!” — “Dua et ki, annemle beraber yaşamıyorsun?” Elinor, “Allaha şükür yaşamıyorum,” dedikten sonra âdeti olduğu üzere, Allahaısmarladık, bile demeden telefonu kapadı. Elinor böyleydi işte. Tiren yeknesak seslerle ilerlerken Carol düşünmeye devam etti. Tabiî Greg için elinden geleni yapmayı isterdi. Ağabeysi bunu haketmişti. Otuz dört yaşında hava yüzbaşısı olmuş, Pasifik’te düşmana duman attırmıştı. Şimdi bir aylık izinle eve geliyordu. Kazandığı madalyayı cumhurbaşkanı bizzat takacaktı. Carol savaşla ilgili bu düşünceleri bırakıp, ev için yapılmış ve yapılacak işleri zihninde sıralamaya başladı. Şu anda ellerindeki üç hizmetçi Park Avenue’deki apartmanda, halıları naftalinlemek, abajurlara kâğıt kaplamakla meşguldüler. Carol’un kendisi de yola çıkıncaya kadar durmadan çalışmış, kalın perdeleri indirmiş, kışlıkları kaldırmıştı. Bu sırada annesi onun düşüncelerini okumuş gibi konuştu. — “Kürklerimi naftalinleyip kaldırdın değil mi?” — “Tabiî kaldırdım, anneciğim. Torbalan sizin önünüzde kapadım ya.” — “Peki Greg’in elbiseleri ne oldıı?” — “Yazlıkları zaten Crestview’de bırakmıştık.”
Mary Roberts Rinehart – Sarı Oda
PDF Kitap İndir |