Ted Hughes – Doğumgünü Mektupları

Doğum Günü Mektupları’ndaki şiirler gerçekten de Ted Hughes tarafından Sylvia Plath’a yazılmış birer mektup havasında oldukları için, şairle eski eşinin ortak hayatlarına ilişkin sayısız ayrıntı içeriyorlar. Çoğu kez okurun bu ayrıntıları şiirin genelinden yola çıkarak çözmesi mümkün. Örneğin, “Rugby Sokağı, N o.l8″in Hughes’un Plath’la tanıştığı sırada oturduğu evin adresi olduğunu çıkarmak zor değil. Buna karşılık, St. Botolphs’un tam olarak neresi ya da Mary Ellen Chase’in tam olarak kim olduğu ancak Hughes’la Plath’ın hayatlarını yakından bilenlerin cevaplandırabileceği nitelikte sorular. Şairin, şiirlerin anlaşılmasını olanaksız kılmayan bu tür ayrıntıları İngiliz okurlara açıklamak gereğini görmediğini göz önüne alarak, biz de bu tür açıklamalar yapmamayı seçtik. Ancak Hughes’un, Shakespeare, Milton, Coleridge ve başka İngiliz şairlerine yaptığı göndermeler bizce başka bir kapsama giriyor. İngiliz okurların hemen farkına varacağı bu göndermelere Türk okurların da dikkatini çekmek bize çevirmenlerin kültürlerarası arabulucuk işlevinin bir parçası gibi geldiği için, hem bu durumlarda hem de İngiliz okurlarının bildiği ama Türk okurları için yabancı olan başka konulardan söz edildiği yerlerde açıklayıcı dipnotlara başvurduk. Kitap boyunca bu tür tüm dipnotlar bizimdir. Ş.A. – R.M. BURSLULAR Strand Caddesi’nde miydi, neredeydi, son Haberleri sergilemişlerdi fotoğraflarla.


Neden bilmem, gözüme çarptı. O yıl Fulbright bursu kazananların Yer aldığı bir resim. İngiltere’ye ayak basarken. Ya da bastıktan sonra. Ya da birkaçı içlerinden. Sen de aralarında miydin? Resmi inceledim, Ama çok yakından değil. Merak ettim Hangileriyle tanışacağımı. Bunu düşündüğümü hatırlıyorum. Yüzünü Değil. Kuşkusuz özellikle bakmışımdır Kızlara. Seni farketmiş olabilirim. Belki tartmışımdır seni, uzak bir olasılık olduğunu düşünmüşümdür. Hafif dalgalı uzun saçlarını farketmişimdir, Veronica Lake kâkülünü. Ama onun gizlediğini değil. Sarışın olsa gerekti.

Ve gülümsemeni. O abartılmış Amerikan gülümsemeni, Fotoğraf makinelerine, jürilere, yabancılara, tüm korktuklarına çevirdiğin. Sonra da unutmuşumdur tüm bunları. Ama hatırlıyorum Resmi işte: Fulbright bursu alanlar. Bavulları da yanlarında mıydı? İhtimal vermiyorum. Birlikte gelmiş olabilirler mi? Yürüyordum Ayaklarım sızlayarak sıcak güneşin altında sıcak kaldırımlarda. O noktada mı bir şeftali almıştım? Öyle kalmış aklımda. Charing Cross Garı’na yakın bir sergiden. Yediğim ilk taze şeftaliydi. Nasıl da lezzetli olduğuna inanamamıştım. Yirmi beş yaşımda bir kez daha şaşıp kalmıştım En yalın şeylerden böylesine habersiz olmama. SÜTUNLAR (1) Neydi kadın şeklindeki o sütunların tuttuğu? Gördüğüm ilk şiirindi. Yazdığın tek şiirdi, Bir yabancı olarak bakıp sevmediğim. Cılız ve güçsüz gelmişti, dizeleri soğuk. Bir kapan teoremi gibiydi, kurbanını ezmeye hazır bir kapan.

Bunu görmüştüm. Ve kapanın açık ve boş durduğunu. İlgimi çekmemişti. Kıpırdanan bir belirti görememiştim İçinde. O günlerde her işaretten Benden yana olumlu bir kehanet Zorlayıp çıkarmaktı âdetim. Dolayısıyla her şey gözümden kaçtı Beyaz, gözleri bağlı, katı yüzlerinde O kadınların. Kırılganlıklarını gördüm, evet: Gevrek, yanmış alüminyum. Bir gaz lambasının gömleği kadar narin. Ama bir şey çıkaramadım O dev, yıldızsız, düşme ortasında, düşen Granit cennetinden, bir fotoğrafta donmuş gibi durdurulan Kadınların saçları tarafından. SÜTUNLAR (2) Özgüvenimizden budalalaşmış, üstümüzde Hâlâ büyümekte olmanın oyun giysileriyle, hâlâ Yaslanmış tahtırevan yastıklarına, Doğanın bizi hiç acele etmeden yetişkinliğe taşıyan Dadılığına, umurumuzda değildi Ciddiliği hayatın, üçümüz, dördümüz, beşimiz, altımız Dostluk oyunumuzu oynarken. Bol bol zaman vardı Her rolü deneyecek – iş olsun diye, Nasıl olduğunu görmek için, saatler vererek En garip içgüdülere, rol yapmaya benzeyen Budalaca gösterilere. Mahkûmlar gibiydik, gerçek hayatımız Zorunlu olarak ertelenmişti, gerçek Dünya ve kişiliğimizle birlikte. Böylelikle, öğrencilik oynayarak doldurup Sarhoşça dikiyor ve gene doldurup dikiyorduk Bir cansıkıntısını, bitip tükenmez Bir boşluğu, kahverengi Bira ile sarı bira, yapmakla bozmaktan oluşan – Tanrılar gibiydik, onlar kadar ciddiyet ve sadakatten uzak, Kaprislerimize dayanarak yazdığımız bir oyundu her şey. Buydu işte eğitimimiz. Dünya Pazarları geçerdi ıslak avlulardan, kibarca, Çekingen ayakkabılarıyla turistlerin.

Her yol fazlasıyla açıktı. Fazlasıyla açıktı Pusulanın çevresindeki derecelerin tümü. Ağın ortasındaki bu noktada, bu kavşakta O şiirini yayınladın Sütunlarla ilgili. Kulağımıza gelmişti Sarışın peçelerinin savruluşu, yelpaze gibi açılan el hareketlerin, Uyumsuzca kendini teşhir edişin. Seni kınamaktan çok Sana ulaşmak için, bir temas kıvılcımı Çıkarabilmek için, tahterevalli gibi inip çıkan, durmak bilmez Havasında yüksek eğitimin M Ve alçak sosyal ilişkilerin, bunlar için, Modası geçmiş ilkelerimizle sana ders vermek için değil, Bir saldırı, bir parçalama düzenledik gülerek. Bunu yayınlamak için kendi gazetemiz vardı elimizde. Galli dostumuz kaleme aldı hepsini – duyamıyordu daha Sağır edici uğultusunu o ağıdın, Ağzıyla kulağını dolduracak olan Dünyalar sonra Cader Idris’in yamacında Rüzgârıyla karı sırasında senin son tırmanışının.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir