Terry Pinkard – Hegel

H egel, hemen hemen bütün eğitimli kişilerin, hakkında bir şey bildiğini düşündüğü düşünürlerden biridir. Onun felsefesi Karl Marx’ın tarih kuramının öncüsüdür ama materyalist Marx’tan farklı olarak Hegel, gerçekliğin sonuçta tinsel olduğunu ve tez-antitez-sentez sürecine göre geliştiğini düşünmesi anlamında idealisttir. Hegel aynı zamanda, Tanrı’nın işi olduğunu, kusursuz olduğunu ve bütün insanlık tarihinin doruk noktası olduğunu öne sürerek Prusya devletini yüceltmiştir. Bütün Prusya yurttaşları bu devlete borçludur ve bu devlet de onlara istediği gibi davranabilir. İddialı bir tavırla Mutlak adını verdiği şeyi yarı gizemli bir biçimde göklere çıkarmasıyla Alman milliyetçiliğinin, otoriterliğinin ve militarizminin gelişmesinde büyük bir rol oynamıştır. İlk paragrafta söylenen her şey, ilk cümle hariç, yanlıştır. Daha da çarpıcı olan nokta ise, bütün bunların açıkça ve kanıtlanmış biçimde yanlış olması, yanlış olduğunun akademik çevrelerde uzun süreden beri bilinmesi, ama yine de neredeyse bütün kısa düşünce tarihlerinde ya da Hegel hakkındaki kısa ansiklopedi maddelerinde hala karşımıza çıkıyor olmasıdır. Hegel bu değilse, kirndi o zaman? Ve nasıl oldu da böylesine kötü bir biçimde yanlış anlaşıldı? Hegel modern zamanımızın uç noktasında doğdu ve modern çağın iki büyük devrimini yaşadı. 1 770’te doğan Hegel, kralların tahtlarında güvenle oturdukları bir zamanda büyüdü. Gelişigüzel bir gözlemci açısından toplum, uzun yıllar önce aldığı biçimdeydi. Gençlik yıllarında Fransız ve Amerikan devrimleri bu eski dünyayı bir daha geri gelmernek üzere yıktı. 1831’de öldüğündeyse sanayi devrimi hızlanıyordu; tren yolculuğu ve fotoğraf sahneye çıkmıştı; buhar makineleri sanayiyi yönlendiriyordu; dünya da, bugün kendi dünyamızın çok sıradan bir xv iii HE GEL parçası gibi gördüğümüz ekonomik küreselleşmeye doğru yürüyüşün kıpırdanmalarına tanıklık ediyordu. Kendi çağımızda kitlesel teknolojik değişimin yaşamlarımızı hızla değiştirdiğini düşünüyor olsak da büyük bir olasılıkla hiçbir kuşak, yaşam biçimlerinde Hegel’in kuşağı kadar şiddetli bir dönüşüm yaşamamıştır. Sanayileşmenin ve zamanın siyasi devrimlerinin karışıklığının insanların yaşamları üzerindeki etkisi az bulunur türdendi; dünya birdenbire yakınlaşır olmuştu, devrim olasılığı zamanın sürekli heyecan dolu havasındaydı, devrim savaşları tüm kıtaya hem umut hem de yıkım götürmüştü. 1 830’lara gelindiğindeyse eskinin ücra köşeleri birden buharlı gemiler ya da lokomotiflerle birbirlerine ve dünyanın büyük kentlerine bağlanıyorlardı.


Modern dünyanın büyük bir hızla ortaya çıkan ekonomilerine hizmet etmek için birdenbire tamamen yeni meslekler türüyordu. Genç kadınlar ve erkekler, hiç de haksız sayılmayacak bir biçimde, daha önce benzeri görülmemiş yaşamlar sürdüklerini, geçmişin ve hatta ebeveynlerinin dünyasının bile karşılarında beliren yeni dünyadaki yaşam için artık uygun rehber olamayacağını oldukça güçlü biçimde hissediyorlardı. Kimileri özgür kalmanın getirdiği bu baş döndürücü hisse tepki gösteriyor ve geçmişte kalan dünyanın yeniden kurulmasını istiyordu; başkalarıysa gelecekteki dönüşüme uğramış insanlığa ilişkin devrimci umutlara kapılıyordu. Hegel’in kendisi de bu devrimci olaylara ve kendi kuşağının derinden hissettiği deneyimlere kayıtsız değildi. Onlara doğru çekilmişti; onları kucakladı ve bu koşulları, bu deneyimi anlama çabasını, 18. yüzyılın sonunda büyümüş ve bu dönemin karmaşasıyla birlikte 19. yüzyılın şafağını da yaşayan genç Almanlar ve Avrupalılar olarak kendisinin ve başkalarının karşılaştığı büyük değişimierin anlamını bulma uğraşısını kendi yaşamının görevi haline getirdi. Felsefesinin büyük bölümü, bütün bu olayların bizim için, hala piyasa toplumları halindeki yaşamlarımızın, özgürlüğün yüceltmesinin anlamıyla boğuşmaya çalışan “biz modernler” için nasıl bir önemi olabileceği ve olması gerektiğiyle hesaplaşma çabasıydı. Hegel haklı olarak modernliğin kendisini düşünmesinin nesnesi yapan ilk büyük filozof olarak anılmıştır. Kendisini izleyen bunca düşünce üstündeki etkisine karşın Hegel çağdaş felsefenin oldukça büyük bir bölümü içinde büyük bir gizem taşıyan bir figür olmaya devam eder. Bu gizemse onun düşüncesinin İngilizce Önsöz xix konuşan dünyanın felsefesi bağlamında mı yoksa Kıta Avrupası bağlamında mı karşılanışına bakıldığına göre derinleşir ve çeşitlilik gösterir. Kıta Avrupası düşüncesinde neredeyse herkes ona tepki göstermiştir ve bu felsefe geleneğinde Hegel hala bir güçtür; etkisi hemen hemen her yerde bulunabilen bir düşünürdür. Modern kültürün yeri, bilimin insan bilimleriyle ilişkisi, devletin rolü, tarihin kendisini nasıl anlamamız gerektiği, modern sanatın olanaklarının ne olduğu gibi birçok kaygının arkasında, Hegel tartışmadaki merkezi figürlerden biri olarak hayal gibi befirerek durur. Oysa oldukça garip bir biçimde, düşüncesinin nihai olarak, kesin olarak ölmüş ve bitmiş olduğu, uzun zaman önce aşılmış olduğu da tekrar tekrar ilan edilmiştir. Yine de, aynı derecede garip bir biçimde, sözde ceset yeniden canlanınayı ve ortaya çıkmayı sürdürüyor.

Bir çağdaş Fransız filozofun bir zamanlar dikkat çektiği gibi bütün modern filozofların büyük kaygısı, ne kadar yeni yollar tutsalar da, bütün bu yolların, sonunda Hegel’in gülümseyerek beklediği çıkmaz sokaklar olduklarını görecek olmalarıdır. Elbette birçokları için Hegel’in ünü, onun düşüncelerini yeni koşullara uyarlarlığını iddia eden en ünlü kişi olan Karl Marx’ın ünüyle ayrılmaz bir biçimde iç içe geçmiştir. Marx ve takipçileri Hegel’in sözde “idealist” diyalektiğini, “materyalist” bir tarih, toplum ve devrim kuramma dönüştürdüklerini iddia ediyorlardı. Şaşırtıcı olmayan bir biçimde Marx’tan sonra Hegel’ e gösterilen tepki de Marksizmin kendisine yöneltilen tepkiyle iç içe geçti ve bu konu hakkında ne düşündüklerine bağlı olarak insanlar Hegel’e karşı farklı konumlar aldılar. 20. yüzyılın büyük bölümü için ” Hegel” sadece, ” Hegel’den Marx’a” diye kurulan bir cümleden bağımsız olmayan bir parça gibiydi. Benzer biçimde, karanlık sıfatını hak eden Heinrich Moritz Chalybaus’un 19. yüzyılın ortasında Almanya’da son derece popüler olan (ve Marx’ın da okuduğu) çarpıtılmış yorumundan dolayı Hegel’in düşüncesi hızlı bir biçimde oldukça kuru bir tez-antitez-sentez formülüyle eşanlamlı hale geldi. Hegel’in hiç kullanmadığı bu formül onun düşüncesinin yapısını her durumda yanlış biçimde sunuyordu. Ama bu nitelendirme yapıştı ve birçokları için Hegel sadece materyalist Marx’ın idealist atası olarak kaldı. Bu da, kişinin Marksizme bakışına bağlı olarak, onu bir kahraman ya da alçak haline getirdi. Her iki durumda da xx HE GEL Hegel, kendi düşüncesi önemli olmayan ve tek gerçek önemi etkilediği kişilerde yatan birisi oldu. Hegel’in İngiliz-Amerikan felsefesindeki karşılanışı her zaman Avrupa kıtasındaki karşılanışından çok farklı olmuştur. İngilizce konuşulan entelektüel çevrelerde Hegel’in sadık okurları her zaman olduysa da, söyleyeceği önemli hiçbir şey olmadığı gerekçesiyle İngilizce konuşan felsefenin büyük ve önemli bir bölümü tarafından kesin, hatta kimi zaman yüksek sesle reddedilmiştir. Angiasakson felsefe dünyası içinde birçok yerde Hegel’in reddedilmekten çok görmezden gelindiği rahatlıkla söylenebilir belki.

Özellikle lisansüstü düzeyinde onun okutulmadığı büyük felsefe bölümleri bulmak hiç de sıra dışı değildir. Hegel’i okuruayı reddeden, Hegel’i okumadan Bertrand Russell’ın ona yönelttiği eleştirilerle kafasını bütünüyle doldurmuş görünen çok sayıda İngiliz ve Amerikalı felsefeci olduğu bir sır değildir. İlk olarak Russell ve yüzyıl başındaki Alman İdealizmi’nin önemli analitik muhaliflerinin başlattığı, modern analitik felsefenin en büyük başarılarından biri olarak kabul edilen açıklığa ve argüman kesinliğine, ancak Hegel’in karanlık yazı üslubunu ve kıtadan gelen yoğun düşüncesini tam anlamıyla reddederek ve ondan kaçınarak varılabileceğini ve bu tavrın ancak böyle korunabileceğini düşünen güvensizlik hala sürüyor. Çağdaş felsefede yer alan bu kişiler için Hegel modern çağın büyük düşünüderinden biri, açıkça hesapiaşılması gereken biri olarak değil, adeta ne pahasına olursa olsun kaçınılması gereken, söyleyecek hiçbir önemli şeyi olmayan birisi, düşüncesi ise özellikle biçimlenmeye uygun genç zihinlerin korunması gereken habis bir ayartı olarak duruyor. Bununla birlikte, neredeyse davetsiz bir konukmuşçasına, Hegel analitik felsefeden bile ayrılmayı reddetmiştir; aksine, çağdaş entelektüel yaşamın birçok yan yolunda birdenbire karşımıza çıkıverir. O halde neden kenara itilmiştir? Hegel’in başına gelen nedir ki onu böyle bir parya haline getirmiştir? Açıklamanın bir bölümü doğrudan doğruya tarihseldir. İngilizce konuşan ülkelerde Hegel, Birinci Dünya Savaşı’na yol açan Alman otoriterliğinin ve İkinci Dünya Savaşı’na yol açan, Nazilerde ete kemiğe bürünmüş milliyetçi devlet tapınmasının sorumlusu olarak gösterilmiştir. Eski tip bir Cermen hayranı ve akademinin salonlarında varlığını sür- Önsöz XXİ düren bir sahtekar olduğundan kuşkulanılmakla kalmamış, adı da 20. yüzyılın ahlaki felaketleriyle birlikte anılmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Karl Popper’in son derece etkili olacak olan ve Almanya’nın yol açtığı yıkımın suçunu büyük ölçüde Hegel’in düşüncesinin uğursuz etkisine yüklediği Açık Toplum ve Düşmanları kitabını yayımlamasıyla, Hegelciliğin tabutuna son çivi de çakılmış oldu. Popper’in Hegel’i ele alış biçiminin kendi başına bir rezalet olması da, söyleyecekleri şeyler ciddiye alınarak Hegel’in yapıtlarının incelenmesinin, başlı başına tehlikeli bir girişim olacağını düşünen birçok kişinin korkularını yatıştırmaya yetmedi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir