Theodor Plievier – Stalingrad

Kurşun rengi bir kasım günüydü ve Gnotke’nin elinde bir kürek vardı. Gnotke, Aslang, Hubbe, Dinger ve Glmpfln az önce kazmasını bitirdikleri mezar sekiz metre uzunlukta, iki metre eninde ve yarım metre derinlikteydi. Çavuş Gnotke, Başçavuş Aslang ve de Hubbe, Dinger, onbaşılarla, er Gimpf’in gerçekte hiçbir farkları yoktu birbirlerinden. Omuzlarında apukıtleri, kollarında da terflyeleri yoktu; elleriyle yüzleri de üniformaları kadar kir pas içindeydi. Belki de çok yıllar önce insanlara aitti bu yüzler, bu eller, bu üniformalar… Son kürek dolusu toprak da atılmıştı kazılan mezardan dışarı. Hubbe ile Dinger bir sedyeyi kaldırdılar yerden, Gnotke ile Gimpf de ikinci sedyeyi. Küreklerini mezarın iki yanında yükselen toprak yığınına saptamışlardı, sedyeleri kaldırdıktan sonra yola koyuldular ağır ağır.Ve sisler içinde kayboldular. Kletskaya’nın doğusundaki bölgede, Don nehrinin Kletskaya ile Vertiyaçi arasında yaptığı bir dirseğin içinde, 376. Piyade Tümeni’ne ait bölgedeydiler. Volga ve Stalingrad piyade yürüyüşüyle doğuda, iki gün uzaklıktaydı. Tümenin kuzey kanadında bulunuyorlardı ve bu kanat Don nehri dirseğini izliyordu. Cepheye gelince, önlerinde ve ardlarında, ayaklarının altında.ve havadaydı.


‘ Sahra Cezalılar Taburu için yayımianmış Kara Kuvvetleri emrinde şöyle deniliyordu: “Ceza, cephe’de, ateş hattmm en ileri bölgesinde, uygulanacaktır. Düşman topçu ateşi, bombardımanları altında, mayın temizleme, ölülerin gömülmen, bataklıklar içinden geçirilecek ahşap yolların döşenmesi gibi en güç ve tehlikeli görevleri içerecek tir… ve. En ideal yerdi burası bir Hababam Taburu’nu çalıştırmak için… Ordu emri ayrıca şunları belirliyordu: Cezaların koşulları: Yevmiye: kısılacak, üniforma: Kaçmaları önlemek amacıyla hiçbir rütbe işareti bulunmayan üniformalar giydirilecektir. Üniforma üzerindeki her türlii rütbe işareti, apulet ve terflyeler sökülecektir. Posta: Cezalıların komutanının kendi takdirine bırakılmıştır. Cezairlar_ taburundaki eriere gelen koliler sahiplerine dağıtılmayacak,bunlara dağıtımla görevli birlik tarafından el konulacaktır. Bu birlik mensuplarının, görev gereği haller dışında, diğer birliklerin mensuplartyle ya da sivillerle karışmaları, arkadaşlık etmeleri yasaktır. Aydınlatma: bu birii kiere hiçbir biçimde aydınlatma olanakları sağlanmayacaktır./tyrK’aiıA kr; Özel durumlarda ve ancak birlik komutanı tarafından tanınacaktır. Gnotke on aydan beri Hababam taburundaydı. Bir önceki kış harekatı ve Moskova üzerine yürüyüş “ahlakını bozmuş” tu. “İçtima halindeki birliklerin önünde emre karşı gelmesi” kendisine ağır bir ceza hakkettirmişti. Er Mathias Gimpf’in durumu da son kış harekatının “kaçınılmaz bir ürünü” idi. Donmuş Şisdra nehrinin gerisinde, ağaçların soğuktan buz tutarak çatladıkları ve rüzgarın pudaradan ince bir toz halinde karı kırbaçlanasım insanların yüzlerine çarptığı bir gün Gimpf sırtında incecik bir kaput, ayaklarında yırtık çizmeler, herkes gibi elleri ceplerinde izlemişti tümen komutanının savunma önlemleriyle İlgili denetlemesini. Duruşunun askerce olmadığı kendisine anımsatıldığı zaman da hiçbir şey anlamayan birinin gülümseyişiyle yanıt vermiş, ellerini ceplerinden çıkarmamış ve yaverin – raporunda yazdığı gibi “topuklarını bile birbirlerine vurmamış”tı. Böylelikle de birliklerin “düşük moral’ine korkunç bir ömek olmuş, cezası da buna uygun biçimde çok sert olmuştu.

Çavuş Aslang’a gelince, birliğe katılması pek eski değildi. Diğer iki onbaşı Hubbe ile Dinger, boşalan yerleri doldurmak üzere cephe gerisinden az zaman önce taşıtlarla getirilmişlerdi. Gnotke ile Gimpf, bir vakitler, Dördüncü Panzer Ordusu’na mensuptular ve onunla birlikte geçmişlerdi. Kursk bozkırlarını. Istihkamcılar, mayin tarlaları İçinden daracık yolları açıp onları temizlerlerken, kış harekatının “çerçöpü” – Gnotke ile Gimpf gibi erler, , bazen yerel köylülerin, kadınların ve ilk gençlik çağındaki gençlerin, Varşova’dan, Budapeşte’den, Hamburg’dan toplanmış Yahudilerin yardımıyla-mayin tarlalarında kalmış canlı mayinleri temizlemişlerdi. Bu “çerçöp” grupları, ordu yarma hareketini başardığı zaman, açılan yolların hem İç kısımlarında, hem de dış taraflarında çalışıyorlardı ve kayıplar yüzünden sayıları sürekli azaiıyor, boşalan yerler ise ya yeni gelen Yahudilerle, daha çok yerli halkla dolduruluyordu. Doğu yönünde gelişen saldırıda zırhlı tümenler, vurucu komando birlikleri, Panzer Ordusu’na bağlı zırhlı tümenler, şok birlikleri ve piyadeler kadar ordunun bir parçasıydı bu “çerçöp” birlikleri de. Gnotke ile Gimpf, patlayan mayinlerle, kaç kez yerlere serilmişlerdi; her tarafları yara bere içindeydi, ciltleri de yer yer yüzülmüştü adeta. Yüzlerine yapışmış insan etlerini, hatta bağırsak parçalarını silip atmaya zorunlu kalmışlardı kaç kez. Hemen yambaşlarında mayinlerin paraladığı, kadınlardan ya da erkeklerden arta kalmış parçalardı yüzlerine yapışan bu parçalar da. Ama onlara hiçbir şey olmamıştı. Sonra da bulundukları bölgeyi Macar ve Italyan birlikleri devralmıştı onlardan. Bu nedenle ya da belki güney cephesi şimdiden çok daha hızla insan erittiği ve bu nedenle de daha fazla “çerçöp”e gereksinme olduğu için, bir giin, ikisini, kendileri gibilerinden oluşmuş „ bir kamyon dolusu insanla birlikte yürüyüş halindeki bir birliğe katmışlardı. Yine de pek ileri gidememişlerdi. Veluki’de, bir kez daha onları kamyonlardan aşağı indirmişler, yeniden bir istihkam bölüğüne katmışlardı.

Şarapnel ateşleri altında mayin tarlatan içinden yol açar ve dikenli tel engellerini temizlerken, canlarını dişlerine takarak ilerlemeyi sürdürdüler. Bu kez Altıncı Orduya bağlıydılar ve Don Bozkırlarından öteye ve Don nehrinin büyük halkacının derinliklerine, onunla beraber, ilerlediler. Bu ileri harekette çok insan kaybettiler; Norveçli denizciler, beylik eşya çalmış kişiler, Alman Hava Kuvvetleri Luftwaffe’den gönderilmiş sinir hastaları, birdenbire işlerinden sökülüp alınarak savaşa sokulmuş ve ateş altında moralleri bozulmuş eski kamyon şoförleri vardı içlerinde. Ama Gnotke ile Gimpf, o iki kum taneciği, bir kez daha sağ kaldılar ve bu kez başka bir mangaya verildiler. Don’un kuzey halkası içindeki “çerçöp”, gündüzleri yer içindeki deliklerde geçiren birlikler, geceleri deliklerinden çıkıyor ve nehir kıyısındaki alçak bataklık bölgelere kütüklerden yol döşerken etrafta hayaletler gibi dolaşıyorlardı. Bu bölgede topçu ateşiyle ya da hummaya yakalanarak ya da bir kez daha yorulup sinirleri bozulanlar, darmadağın edilmiş tümenlerin son kalıntıları olan bu adamlardı. Alman ileri herakatı Kletskaya ile Vertiyaçi arasında ağır ağır durduruldu. Kızıl Ordu, Kletskaya’da Don’u geçerek bir köprü başı, ilerideki harekat için basamak yapacağı bir kilit mevkii tutmuştu. Çok daha aşağılardaki Kalaç’ta, Altıncı Ordu’nun ileri harekatı Don üzerinden süregitmiş, Don ile Volp arasındaki ova geçilmiş, Ordu Stalingrad’a varmış ve orada harabelerin çıkmaz sokakları içinde durmuştu. Ama burada, Don ilmeği İçinde, mevziler için savaş uzun bir süre daha devam etti ve insanlar aynı yerde günlerce beklediler, savaştılar, öldüler. Stalingrad’ın kuzey cephesine çok ağır bir tehdit oluşturan Rusların Kletskaya’daki köprübaşının karşısında çok büyük sayıda Alman ve Romen birlikleri yığınak yapmıştı. Yan yana, sıra sıra yollar ve portatif köprüler tekrar tekrar kuruluyor, ama Rus topçusunun ateşi çok kez onları darmadağın ediyordu. Alman askerlerinin cesetleri haftalarca Don nehrinden aşağı aktı durdu. Ovada, Kletskaya’nın doğusunda ve kuzeye uzanan tepelik engebeli bölgede de çok ölü verilmişti. O ölüleri gömme İşi de Gnotke ile Gimpf’e verilmişti.

Ekim geldiğinde bağlanmış oldukları taburun hemen hemen tamamını gömmüşlerdi. Üç bölük komutanı ile tabur komutanı da gömülenlerin arasındaydı. Tabur komutanlarını gömmek için kaba ağaçtan tabut gerekliydi; bölük komutanlarının siper örtüsü brandalara, tank tümenlerinin muvazzaf erlerinin de battaniyelere sarılması gerekiyordu. Mezar kayıt subaylarının verdikleri yönergeler böyteydi daha doğrusu. Belki de bir zamanlar bu emirler aynen uygulanmıştı. Ama artık değil. Mezarlarjn üzerinden de göğe bir manga asker ateş etmiyordu artık. Hatta bir bölüğün yarıst gömüldüğü zaman bite. Tümen papazları, sıhhiye birliklerinden kimi bulurlarsa onların, yol üstünde durdurup mezar başına çağırdıkları kamyon şoförlerinin, yolunu şaşırmış iaşe birlikleri mensuplarının huzurunda ayak üstü görüyorlardı son görevlerini, ölü gömülmesinin bu daha ciddi tarafı Gimpf’in ve Gnotke’nin hazır bulunmadığı sıralarda sürdürülüyordu. Çünkü ikisi yeni mezar kazarken uzaktan bakıyorlardı bu ayaküstü törenlere… Mezar fetüne mezar kazıyorlardı. Ekim gelip geçti, kasım girdi. Havada kar vardı; yer, yarıklar, hendekler ve çukurlar kar savruntularıyia dolmuş, bu kar, yığınlarının üzeri de çok kez ince bir buz katmanıyla örtülmüştü. Alçak araziden ve Don nehrinden, çok büyük bir çamaşr kazanından yükselir gibi, burgulana burgulana buhar bulutları yükseliyor, döne döne alabildiğine uzaklara yayılıyordu. Zaman zaman sisin daha üst katmanlarında bir yıldırımı andırır uzak parıltılar belirip sönüyordu. Ardından da top sesleri duyuluyor ve sisin içinde bir yerlerden, kardan ve donmuş toprak topaklarından bir dağ yükseliveriyordu.

Yeraltı sığınaklarında ve siperlerdeki erler çömelmiş, (pekleşiyorlardı. Cephane her sabah şafaktan önce, tayınlar da ancak ortalık karardıktan sonra getirilebiliyordu. Bir tek adam bile siperlerin kenarından başını göstermeye cesaret edemiyordu gündüzleri. Yalnız ölü gömme ekipleri ortalıkta serbestçe dolaşıyorlardı. Ve bugün de her zamankinden çok benziyorlardı sisler içinde havada gezinen hayaletlere. Biri önde, öteki arkada, üzeri ölü yüklü sedyeyle, leke halindeydiler. Çünkü her şeyin biçimini değiştirip çarpıtıyordu sis. Birdenbire sisler içinden belir!veren atlı biri bir köpek sırtına binmiş gibi görünüyordu göze. Aralarında yüklü sedyeleriyle Hubbe ve Dinger, yine yükleriyle Gnotke ve Gimpf, tıpkı bir nehirden aşağı ağır ağır kayarak giden yüklü mavnaları andırıyorlardı. Aslında, önce Rus kadınlarıyla ihtiyarları tarafından kazılmış ve Aslang, Hubbe, Dinger ve Gnotke ve Gimpf tarafından genişletilmiş çukur, son birkaç günün oraya buruya dağılmış ölülerini bir araya gömmek için açılmıştı. Bu ölüler geçici olarak buraya gömülüyorlardı ve daha sonra gömüldükleri yerlerden çıkarılarak Hitlerln zaferlerle doğuya doğru yürüyüşünün anısına düzenlenecek çok büyük bir mezara toptan gömüleceklerdi. Ama iki gün önce yirmi sekiz tankla bir piyade taburunun giriştiği saldırı Ruslar tarafından Alınanlara ağır kayıplar verdirilerek püskürtülmüştü. Bunun üzerine, gömme ekipleri planlarını değiştirmek zorunda kalmışlardı. Şimdi de bu mezara .ait asıl cesetlere ek olarak, tank tümeni ile piyade taburunun yeni ölülerinin de gömülebilmesi için büyük çukurun daha da büyütülmesi gerikiyordu.

Tüm belirtiler bu ölülerin alelacele gömülmüş olduklarını gösteriyordu: Sonunda bunun da “unutulmuş bir mezar M olacağı gün gibi açıktı. Daha önceleri, böylesine gömme törenlerine sadece “ölü adamları”-ki Ceza Taburunun erlerine böyle deniliyordu-kaz makta oldukları yeni mezarın yanıbaşında ayakta durmuş, işi başından aşkın papazla mezar kayıt subayının birdenbire görünerek üç, beş sözcük mırıldanışlarını seyretmiş, sonra da geldikleri kadar hızla yine sisler içinden kayboluşlarını seyretmişlerdi. Ondan sonra da ölü adamları kitle mezarının başına dönüp onu toprakla doldurmaya başlarlardı. Kefenlere gelince, aylardan kasımın ortalarıydı ve ordu ilk keskin acı donlardan birkaçını geçirmişti. Yaşayanlara bile kış teçhizatı, giysileri, battaniyeleri nereden bulabileceklerdi? Cesetlerin bir şeylere sarılması ancak ölüler parçalanmış halde olduğu zaman gerekliydi; böyle zamanlarda da sadece parçalanmış ölülerin toplandıkları yerden mezara kadar olan kısa patika boyunca kullanıyorlardı onları taşımak için kullandıkları brandaları. Kana bulanmış bir siper tentesi parçalanmış ölüleri taşımak için tekrar tekrar kullanılıyordu ve geceleri de gömme ekibi çok kez onu nemli toprağa serip üzerinde uyuyorlardı. Hubbe ile Dinger çukurun başına döndüler, taşıdıkları sedyeyi yere bıraktılar, sonra onu yana çevirdikleri gibi üzerindeki cesetleri mezarın içine boca ettiler. Ölüler, birer tahıl çuvalı gibi düştü mezarın dibine; paralanmış cesetlerden birinin üzeri bir kat donmuş çamutfa mumya gibi kaplanmıştı. Hubbe ile Dinger duraklamadan, ara vermeden, tek söz konuşmadan başlarını kaldırıp bakmadan tekrar eğilip sedyenin iki ucuna yapıştılar, onu kaldırıp sisierin içinde kayboldular yeniden. Arkalarından Gnotke ile Gimpf geldi, aynı hareketi tekrarlayarak sedyeyle getirdikleri yükü mezara boşalttılar. Taşıyıp getirdikleri ölü bir tank sürücüsü ya da bir piyade ise, ölünün boynundaki künye plakasının yarısı, ölünün kemeri, palaska ve palaskasının halkaları, adamın cebinden çıkanlarla birlikte istihkam çavuşu Aslang’ın yanıbaşına konuluyordu. Hubbe ile Dinger ya da Gnotke ile Gimpf ne zaman yanına gelseler bir direk kadar hareketsiz duran Aslang, bir kağıt parçasının üzerine yatay bir çizgi çiziyordu. Her dört yatay çizgiden sonra onların üzerine dikey bir beşinci çizgi çiziyordu. Burada sisierin içinde kaybolmuş ve sıkı bir göz altında olmamalarına karşın yine de konuşmuyorlardı; gecelerini geçirdikleri delikler içinde sıcak ya da ışık bulmaktan nasıl umutlarını kesmişlerse konuşma huyunu da öylece yitirmişlerdi. Gnotke ile Gimpf üçüncü ya da dördüncü turdaydılar ki bir şarapnel patladı yakınlarında.

Şarapnel parçaları uluyarak gecenin karanlığında fırladı toprak topakları tok seslerle tekrar yere döküldü. Patlama kıllarına bile dokunmadığı halde kalın duman çizgileri başlarının çevresinde sıcak birer soluk gibi dolandı, sonra beyazımtrak sise karıştı. İki adam çevrelerine hiç aldırış etmiyorlardı. Biri önde, öteki arkada, işlerini sürdürdüler, getirdikleri yükü mezarın içine boca ettiler, sonra tekrar gidip yeni ölüler getirdiler. On altı metre küp inan eti gerekliydi mezarı doldurmak için; ama cesetlerin hepsi de tek parça halinde değildi; piyade taburunun savaştığı yerde donla beyazlaşmış çalıların üzerinden inan parçalarını ve bağıraklarım çekerek koparmak gerekiyordu. Bir defasında, “yetkili subayın izniyle” o seyrek rastlanan ayrıcalıklardan biri tanınmıştı Gnotke’ye. Ceset taşıma görevinden affedilmiş tye o güt Aslang tarafından sürdürülen göreve verilmişti. Yani abahtan akşama kadar mezar başında ayakta durup mezar ağır ağır dolarken suratları çarpılmış, gözleri deli deli bakan, bacakları kopmuş, çamura bulanmış, cesetleri, kolları, yarım vücutları ve tanınmaz hale gelmiş et parçalarını seyretmişti. “Bir tanem Sepp.” “Zavallı sevgili Karl’ım…” ‘Biricik sevgilim…” “Sevgili oğlum…” “Sevgili kardeşimiz ve damadıma…” “Sevgilim…” ‘Benim en tatlı, dünyalara bedel Maz’ım…” ölülerin ceplerinden töpladığı ve derlenmiş, diğer eşyanın yanına konulmuş mektuplar böyle başlıyordu. Sonra da mezar kayıt subayı için bir isimler listesi düzenliyordu. “Sevgilim, aşkım…” “Sevgili kocam ve babacığım. ” ” Çok uzak kıyılardan gelen seslerdi Bıinlar; hafifleyerek öylesine bir fısıltı halini almışlardı ki Gnotke duyamıyordu onları. Mektupların yollanmış olduğu kimseler,eylülde güneş daha sıcak, toprak da yer de kuruyken bozkırın üzerinde kuru odun parçaları gibi toplanmışlardı. Yine biliyordu ki, bir süre sonra, bu cesetler çürümeden öylesine kalmış, yalnız vücutlarındaki özsuları kan, su olduğu gibi, öylesine kalmıştı; yalnız nedense biraz ağırlaşmışlardı; aradan biraz daha zaman geçince (şimdiden ısının sıfırın altında altıya, hatta dokuza kadar düştüğü olmuştu) sedyenin üzerinde taş kadar katı ve ağır yatıyorlardı.

Kimi oturur, kimi de kolları bacakları iki yana açılmış halde donmuştu ki bunları taşımak çok daha güç oluyordu, üstelik mezarda da gereğinden fazla yer kaplıyorlardı. “Benim çok sevgili oğlum…” ve “Kendine çok iyi bak…” ve ”Dikkat et ayakların soğuk almasın… postallarının altına mukavva koy.” mektuplardaki bu veya benzer tüm diğer cümleleri bu buruşup büzülmüş yaz cesetlerine ya da taze sonbahar cesetlerine ya da donarak çarpılmış cesetlere yakıştırabilmeye olanak yoktu. Gnotke’nin de bildiği gibi, bambaşka anlamsız, saçma sapan cümlelerdi bunlar. Mektuplarda yazılı öteki şeyler, umutlar, korkular, coğrafi ya da askeri gözlemler, Gnotke için hiç mİ hiç bir anlam taşımıyordu. Tüm umutların son bulduğu noktaya gelmişti artık. “…bu savaşın sonunun gelmesini içten bir arzuyla bekliyorum. Savaşın sona erişinden sonraki ilk mektubunu ise çok daha büyük bir özlemle bekliyorum. Çünkü o zaman bileceğim ki fen… “Ne biçim bir sonu olabilirdi bu savaşın. Ve ne biçim mektuplar yazılabilirdi böylesine bir savaştan sonra? “Ne yazık ki, Stalingmd çevresindeki savaşların hâlâ sonu görünmüyor. Bu kent ele geçirildiği zaman, az çök bu yıiki saldırının sonu gelmiş olacak. Olsun olsun da, sadece Kofkaslardaki harekat sürecek. Bu arada Klohov’u.Mammissov’u ve Çapraz geçitleri almayı başarabilirsek tabii… Çünkli Kafkasların güneyinde bir kış harekatım sürdürebilmek olanağı vır, o zaman hiç olmazsa yıl sona ermeden Bakü petrol yataklarını ele geçirebiliriz…” “Stalingrad için boğuşma sürüp gidiyor. Bugün yine gördük Stalingrad savaşını dünya haberlerinde.

O kadar heyecanlıyım kif Ne zaman düşecek acabaf Belki de yarın pazar günü, bir hafta sonu ödülü olarak tamamen elimize geçmiş olduğunu haber alacağız…” Bu mektuplarda durmadan yineleniyordu, “Stalingrad”, “Stalingrad.”Fakat sık sık yinelenen bu söz pek bir anlam taşımıyordu Gnotke için. Geçmişi (hiç düşünmüyordu onu) on ay önce birdenbire kesilip atılmıştı; hali ise gerçeksizdi. Coğrafî bir gerçek bile taşımıyordu, hatta. Islak, soğuk kum, mezarlar. Geceleri bile isular damlıyordu, geceleri bile kum dökülüyordu tavandan yüzüne. Bu sonbahar günü öğleden sonra üçü geçer geçmez karanlık oldu etraf ve siperler, savunma mevzileri, mezarlar ve dikenli teller üzerine sis inerek herşeyi örttü. Ülke karanlığa büründü. Sis hababam taburu sürgünlerinin çamura bulanmış halde çürümüş hasır hra, kan lekeli siper örtülerine uzanmış, başlarında nöbetçiler dikilmiş bir halde geceyi bekledikleri derme çatma siperieri her yerden çok kedere, karanlığa boğmuştu. Gnotke, o nemli tüyler ürpertici gece, bir kez daha, birdenbire doğrulup oturdu, yüzünü nice zamandır birlikte olduğu Gİmpf’in yüzüne yaklaştırdı, “Matt…”diye fısıldadı. Gimpf görmeyen bakışlarla ona baktı hiçbir şey demedi. SONRA VlLSHOFEN VARDI. Ama Vilshofen, bir adamın yüzünden ve kişiliğinden çok daha fazlasını simgeliyordu; kan ve gözyaşları içinden doğacak yeni bir dünyayı simgeliyordu. Sancılar içinde yeni biçimler alan, sınırları değiştiren, hükümetleri alaşağı eden yepyeni bir toplumu simgeliyordu kişilğinde. Karpatlardan aşağı koyu bir toz bulutu içinde harekete geçmişti bu yeni düzen.

Sonra Prut’u, Dinyestr’i, Bug’u, Ve Dinyeper’i geçmişti yaz boyunca. Sonra da bir çayır yangını gibi sarıvermîşti tüm Ukrayna’yı* Moskova cephesine atanmış olan Vilshofen savaşın ikinci yılında bir. panzer tümeninin komutasını üzerine almıştı. Başka milletlerin bağımsızlıklarını ve iradelerini ezip, yok etmeyi amaçlayan bir gücü simgeliyordu Vilshofen. Aşınmış silindir yataklarını, bozkırların çok ince kumunu ve çölün pudra gibi incecik tozunu da süzemeyip sızdırmış, bu yüzden de yenilenmesine olanak kalmadan aşınmış karbüratörleri de simgeliyordu ayrıca. Vatanından üç bin kilometre uzakta makinelerin ve de insanların yedekleriyle de ilgiliydi ayrıca. Harekatın büyüklüğü ve hedefin devamlı elden kaçışı da şaşırtıyordu kendisini sık sık. Vilshofen tanklarıyla Stalingrad’ın kuzey kenarında durmuştu. Sonuca ulaşamayan yüz günlük savaştan sonra kendisiyle grubu ateş hattından geri çekilmiş ve Don üzerinden ileri gönderilerek Kletskaya’nın batısında yeniden savaşa sürülmüştü. Kletska-ya’ya, Vertiyaçi tarafından, dolaylı bir yoldan gitmesi emredilmişti ama o yoldan gitmek yerine egzozları duman yapan, çamura batmış tank kolunu, gümbür gümbür Gumrak-Rossoka yolundan ve kolordu karargahının bulunduğu Peskovatka’dan ileri sürmüştü. Kolordu karargahı Peskovatka’da kurulmuştu ve karargah karayolunu birliklerin geçişine kapamıştı; yine de Vilshofen tanklarını o yoldan sürmüştü. Kara Kuvvetleri karargahı bile orada kurulmuş olsa yine de meydan okurcasına oradan geçecekti. O gece Albay Vilshr>fen, yanında yaveri, yolun kenarında durarak tanklarının dönüşünü seyretti. Yirmi sekiz tank sürmüştü ateş hattına, şimdiden tankların yirmisi önünden geçmişti, geri kalanları bekliyordu. Zırhlı tümenin saldırı birlikleri geçiyordu şimdi.

Son kamyon durdu. “Hey, ne haber Tomas? .” diye seslendi Vllshofen. Bir adam indi kamyondan, sisler İçinden onlara yaklaştı. Bölük komutanı yüzbaşı Tomas’tı bu. Şefinin tank sürücülerinden almış olduğu haberi doğruladı. İlk anda elde ettikleri başarıdan söz etti, bir Rus bataryasını susturduktan sonra ileri hareketleri yan taraftaki bir başka Rus bataryasının ateşiyle kırılmıştı. Bu saldırının tek sonucu İki yüz kadar ölü olmuştu. Dört tank cayır cayır yanar durumda bırakılmış, öteki dört tanesi de yedekte çekiliyordu, az sonra geleceklerdi. Albay Vllshofen tank paletlerinin gürültüleri tekrar duyulmaya başlayana kadar bekledi. Sonra sisli bir limanda beliren romörkör gibi, bir tank göründü; yara almış bir tankı çekiyordu. Bir İkincisi, bir üçüncüsü, bir dördüncüsü izledi onu. İlkinin o kadar ağır değildi yarası; Vİlshofen onun ertesi gün,, en geç İki gün sonra savaşa hazır edilebileceğine hükmetti. İkindfİ İçin de durum aşağı yukarı aynıydı. Üçüncüsü sadece bir paletini kaybetmişti.

Sonra da dördüncü göründü: tüm paletlerini kaybetmlş,çıplak çarkları üzerinde ağır ağır geliyordu, ama tam İsabetle yırtılıp açılmıştı ön kısmı. Onun için üzülmeye değmezdi artık. Hırdavat toplamakla vakit kaybedecek zaman değildi. Vllshofen durması için dördüncü tanka İşaret etti, sonra onu yakından gözden geçirmeye gitti. Cep fenerini yakıp tankın yırtılmış zırhlı kabuğundaki delikten İçeri baktı. Farlarının bembeyaz ışığı yüzüne vurdu…elll yaşlarında, çıkık çeneli, aydınlık iri gözlü bir adamın yüzü aydınlandı farların ışığında. Bir tankın kapalı dar iç -kısmında patlamış bir şarapnelin sonucunu gördü o gözler. Sürücü hâla yerinde oturuyordu ama kafası yoktu. Başı patlamanın gücüyle göğsüyle boyun adelelerİn üzerinden biçilmişti düpedüz. Direksiyon başında oturan bir iskeletten ibaretti, akciğerleri İle kalbi görünüyordu. Hâlâ direksiyonunu sıkı sıkıya kavrayan yarasız eller, etleri dökülmüş çıplak kol kemiklerinin ucunda birer eldiveni andırıyordu. Mürettebattan öteki Uç kişi kaybolmuştu; tankın iç duvarlarına sıvanmış kanlı bir cıvık et tabakasından başka bir şey kalmamıştı üçünden geriye. Albay hepsinin de İsimlerini, nereli olduklarını da biliyordu. ”Wuppertariı Burstedt bir tornacının oğlu; Eder kıyılarındaki aynı köyden Hofmann ile Redemacher ve Schwerln’Iİ Çavuş Elmenreİck, ” diye mrıldandı. Bir mezar taşını okumuştu sanki.

Yarın katımın I9’u idi. Sahipsiz bölge batadaki Rus köprübaşından nehire kadar uzanıyordu kuzeyde. Yer yer durgun su birikintileriyle, minicik göllerle, gür baltalıklarla, fundalıklarla örtülü, bataklık bir düzlüktü burası. Âte$ hattı boyunca, ta Don çemberinin en doğu yöresine kadar sarp vadilerle bölünmüş tepelik bir yöreydi ve Rus topçusuyla piyadesi haftalardır bu bölgeyi ele geçirmek için savaşlar veriyordu. Ruslar şurada burada cepheyi yarmışlardı. O zamandan, beri Luftwaffe odların ellerine geçmiş yöreleri her Allahın günü bombardıman etmiş ve Almanlar da sayısız karşı saldırılara girişmişlerdi. Ne var ki, 18 Kasım gecesi, öldürücü bir sessizlik inmişti cephenin bu huzursuz yöresine.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir