Lewis Carroll – Alice Harikalar Diyarında ve Aynadan İçeri

Alice Harikalar Diyarında ve devamı Aynadan İçeri kitapları, mantık ve matematik kavramlarının arka planda yer aldığı, ses ve biçim oyunlarının alabildiğine at koşturduğu büyükler için yazılmış bir kara mizah eserleri olarak ele alındıklarında, akıcılıklarına ve bütünlüklerine zarar verilmeden çevrilmeleri, bir çevirmen için oldukça çetin, ama bir o kadar da keyifli bir iştir. Bu iki kitabı diğer çevirilerimle karşılaştırdığımda, bu süreçte sanki Türkçede Lewis CarrolPı ve onun yazarlığını oynadığım hissine zaman zaman çok kapıldım. Alice’in özündeki anlamı, okur üzerinde bıraktığı etkiyi ve akıcılığını kaybetmemek adına birebir çeviriden yer yer kaçındım ve bu uğurda çok mecbur kaldığımda kimi zaman yoruma ve uyarlamalara yer verdim. Ancak bütün bu süreçte çevirinin, çevirmen tarafından baştan yaratılan bir eser olmadığı ve yabancı bir dil ve kültürden erek-dil ve kültüre aktarılan bir eser olduğu gerçeğini de göz ardı etmedim. Ses ve biçim öğeleriyle birlikte, özellikle seslere bağlı anlam ve çağrışımların ağır bastığı, özünde bir şiir olan Alice’i çevirmeye oğluma hamileyken başlamıştım, bitirdiğimde oğlum hayata merhaba diyeli altı ay olmuştu. Farklı bir yaratma sürecini hem bedensel hem de psikolojik boyutuyla yaşıyor olmam, bu süreci benim için hem zor hem kolay kıldı. Öncelikle emeğe, alın terine, eseri yaratana ve yaratılan esere olan saygım ve sevgim bin kat arttı. Yaratılan eserin özüne ihanet etmemem gerektiğine olan inancım bir kez daha pekişti. Yine bu yüzden olsa gerek olabildiğince bağlı, gerektiğince özgür çeviri anlayışının gerektiğince özgür kısmına mecburen fazla yöneldiğim oldu. Kaynak metne görece sadakat sanki Alice’i Barbie güzelliğinde bırakacak, onu özü itibarıyla cansız, kuru, yavan ve sıkıcı kılacaktı. Oysa onu Türkçede İngilizcedeki güzelliğine ve canlılığına yaklaştırmaya çalışmak gerekti. Hamileliğimle başlayan bu çeviri sürecinde karnımdaki tekmeler, bir bakıma Türkçede de can kazanmak ve özgürleşmek isteyen Alice’in de tekmeleriydi. Böylece bir yandan oğlum Kerem İlke ışığa kavuşmanın özlemi içinde tepinip durdu karnımda, bir yandan da ben, Lewis Caroll’ın Alice’i doğurma sürecini oynadım. Öyle ya çevirmenlik biraz da yazarı oynamaktı galiba. Bu anlamda yazarı oynadığım, dolayısıyla özgür davrandığım bölümlerden bir tanesi Jabbenvocyk (Cabbaroku) şiiridir.


Eserdeki matematiği ve mantığı en iyi gördüğümüz yerlerden birisi olan bu şiir, İngilizcede yazılan saçma şiirlerin en önemlilerinden de bir tanesidir. Şiirde ses ve şekil oyunlarıyla beraber, İngilizcede olmayıp doğrudan yazarın türettiği birçok sözcük vardır. Yine de Lewis Carroll gerçek olmayan kelimeleri sanki gerçekmişçesine kullandığından şiirde neler olup bittiğini az çok çıkarırız. Örneğin bir kelimenin ne anlama geldiğini bilmesek bile bunun bir sıfat mı, isim mi, fiil mi olduğunu kullandığı eklerden anlayabiliriz. İşte bu ilginç şiirin, yazarın türettiği saçma sözcüklerden oluşan özellikle ilk kıtasını çevirmem geceli gündüzlü bir haftadan fazla bir zamanımı aldı. Hatta yayına hazırlanıncaya değin dönüp dönüp değiştirme gereği duyduğum yerler oldu. Bu süreçte ilmek ilmek işlenen bir şiiri önce söktüm, sonra yeniden işlemeye çalıştım. Sökme işleminde öncelikle sözcüklerin türetilme yöntemlerini anlamaya çalıştım. Bu yöntemlerinden birinde yazar var olan sözcükleri birbiri içinde eriterek yeni kaynaşık sözcükler (portmanteau vvords) oluşturmuştur. Bu kelimelerin anlamlarını çözme aşamasında, öncelikle Carroll’ın daha sonraki yazılarında yer alan eklemelerden ve Aynadan İçeri kitabının 6. Bölümünde Yumurta Adam’a yaptırdığı açıklamalardan yola çıkıp hangi sözcüklerin birbirleri içinde eridiğini anlamaya çalışarak yeni kaynaşık sözcüğün anlamına ulaşmaya uğraştım. Örneğin, bu şiirin ilk kıtasında yer alan “sümrak” sözcüğünü, Carroll’ın uydurduğu bir kaynaşık sözcük olan “slithy” sözcüğü içinde eriyen kelimelerin (slimy: sümüksü, lithe: kıvrak,) Türkçe anlamlarından yola çıkarak uydurdum. Bazen de yazarın, hangi sözcüğü var olan hangi sözcükten yararlanarak türettiğini çözmeye çalıştım. Örneğin, Yumurta Adam’ın yaptığı açıklamalardan ve bunu destekleyecek şekilde Carroll’ın kendi yazdıklarından yola çıkarak, ilk kıtada yer alan “brillig” sözcüğünün, “bryl or broil” sözcüklerinden türediğini ve “akşam yemeğini pişirme öncesi, akşamüzeri” anlamına geldiğini çözdükten sonra, Türkçedeki şiirselliğe de uyacağını düşünerek “çayaltı” sözcüğünü uydurdum. Kimi zaman da bir türlü kaynağına varamadığım sözcükler oldu.

Örneğin şiirin adı bu şekilde uydurulan sözcüklerden biridir. Jabberwocyk sözcüğünü Türkçeye çevirirken, şiirin genel ruhuna ve özüne sadık kalarak, ses ve biçim öğelerini de dikkate alıp İngilizceye “Cabbaroku” şeklinde yaklaştırmaya çalıştım. Metnin diğer geri kalan bölümlerinde de yer yer çok ümitsizliğe kapıldığım, yine de umarsız bir umutla yoluma devam etmeye çalıştığım kelime oyunlarını çevirme sürecinde, metnin kendi içindeki bütünlüğüne, akıcılığına ve tutarlılığına zarar vermemeye çalışmak öncelikli hedefim oldu. Çoğunlukla İngilizcesinde yer alan ses ve anlam benzerliğini korumaya çalıştım. Örneğin, Alice Harikalar Diyarında kitabının eğitim sistemiyle inceden inceye dalga geçildiği 9. Bölümünde yer alan ders adlarından Reeling (gerçekte Reading) ve Writhing (gerçekte Writing) sözcüklerini Türkçede çocukların bu sözcükleri ilk konuşmaya başlama dönemlerindeki telaffuzlarını da hesaba katarak Otumat ve Yazmat şeklinde çevirdim. Bu bölümde bazı derslerin adlarını yazar, İngilizcede var olan farklı bir sözcükle karşılamıştı. Bunları çevirirken ince anlamsal ayrımları ve kullanışlarını dikkate almaya çalıştım. Böylece ”Toplama” yerine “Tamah” , Çıkarma yerine Çıldırma, Çarpma yerine Çopurlaşma (İngilizcesinde de uglifıcation o dönem için pek kullanılan bir kelime değildi) ve Bölme için İstihza sözcüklerini kullandım. Bu bölümde bazen de kaynak metinde kullanılan mantıktan yola çıkarak yorum ve uyarlama katıp Türkçe ses çağrışımları kurmaya çalıştım. Resim için kullandığım Rasim, Çizim için kullandığım Sızım, Karalama için kullandığım Yaralama, Yağlı Boyama için kullandığım Yağlı Bayılma sözcükleri böyle çıktı. Ses, anlam ve şekil benzerliğini kurmakta çok güçlük çektiğim zaman genel anlamı korumaya çalışarak, kaynak metinde anlamaya ve çözmeye çalıştığım mantığı bir tarafından Türkçeye uyarlamaya çalıştım. Alice Harikalar Diyarında da yer alan Istakoz Kadrili bölümündeki “bezgitmestgit-mezgit” uyarlaması buna bir örnek. Doğrudan ses ve şekil benzerliğinden ödün verip, bu benzerliği ses çağrışımları ve oyunlarıyla yakalamaya çalışarak anlam benzerliğini korumaya çalıştığım bölümler de oldu. Alice Harikalar Diyarında kitabının 9.

Bölümünde İngilizce metindeki “lesson-les-sen” arasındaki sözcük oyununu Türkçeye “Derslerden ders çıkarılırdı, dersler dert olmasın istenirdi. O yüzden dersler gün gün eksilirdi, ” şeklinde aktardım. Ses ve biçimi örtüştürmeye anlamı da yakınlaştırmaya çalıştığım yerler de olmadı değil. Aynadan İçeri kitabındaki Tweedledum and Tıveedledee bölümünü Tumbadız ile Tumbadik şeklinde çevirirken, bunun İngilizcede bir tekerleme parodisi oluşunu ve kitaptaki karakterleri betimleyici yönünü dikkate alarak Türkçede halk dilinde “kısa ve şişman” anlamına gelen ”tumbadız” sözcüğünü kullanıp tumbadik sözcüğünü de uydurdum. Kimi bölümlerde de kaynak metinden birebir çeviri yapmak gerekti. Örneğin Alice’deki masalsı havayı bozmamak için, Aynadan İçeri bölümünde Türkçedeki satranç terimleri doğrudan kullanılmadı. Bundan dolayı da Kızıl Kraliçe’yi Siyah vezir, Beyaz Kral’ı Beyaz Şah, Piskoposu Fil olarak çevirmedim. Bir başka örnek de 17. yüzyıldan bir tekerlemeye gönderme olarak Humty Dumty’de-ki ses, biçim ve anlam benzerliğini Türkçede bir türlü örtüştüre-mediğim için, bu karakterin adını birebir çevirisiyle anlamı korumaya çalışıp “Yumurta Adam” şeklinde çevirmem oldu. Bu çeviri ya da Lewis Caroll’ı oynama süreci beni aynı zamanda çocukluğuma, çocukluğumda babaannemden, annemden dinlediğim masallara, tekerlemelere ve ninnilere de götürdü. Şiirleri özellikle de tekerlemeleri çevirirken kulağımda çocukluğumdan kalan sesler ve sözcükler yeniden gün yüzüne çıkmak için can atıyorlardı. İşte 160. sayfada kullandığım “daldafanmak” sözcüğü böyle çıktı. Kaynak metindeki anlam ve ses uyumuna çok yakın olduğunu düşündüğüm bu sözcük, farklı farklı yörelerde “duldalanmak, tuldalanmak” şeklinde de telaffuz edilmekte olup, “bir yerin altına girip sığınmak, kendini korumak, güvene almak” anlamında kullanılır. Metinde de çiçeklerin ağacın dallarının altına girerek daldalanmaları anlamı ve sesi yakalaması açısından benim için çok heyecan verici olmuştu.

Bir çevirmen olarak yer yer Türkçenin çok kısır sözcük dağarcığı olduğu söylemlerini çok duydum, benim de aynı duyguya kapıldığım dönemler olmadı değil. Ama Alice ile şu ihtimali de göz önünde bulundurmak gerektiğini düşünmeye başladım. Sanırım Türkçenin kaynaklarını yeterince kullanmayan, Türkçeyi sadece İstanbul Türkçesi olarak gören araştırmacıların, yazarların, çevirmenlerin de biraz sorgulama ve araştırma içine girmeleri, hem halihazırda halk arasında kullanılan sözcükleri keşfetmeleri, hem de Türkçenin sözcük türetmeye yatkın yönünü dikkate almaları gerekiyor.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir