Mutlu Dinçer – Pedalımda 5 Ülke

Bisiklet turu, yapanın anlatamadığı, yapmayanın tam olarak anlayamadığı bir şeydir. Gezi tecrübeleriyle ilgili yeni ve özgün bir şey söylemek ne kadar zor. Avcı toplayıcı ilk insandan, konar göçer atalarımıza, İbni Batuta’ya, Marco Polo’ya, Evliya Çelebi’den modern gezginlere kadar binlerce seyahatname yazarı, içlerindeki coşkuyu, yolda olmalarının nedenini ve yaşadıkları olağanüstü anları ne derece kelimelere dökebilmiştir ki! Shakespeare’in dediği üzere “Hayat bir oyun sahnesi!” Biz bu sahnede figüran olmak yerine başrolde oynamayı ve uzun metraj bir yol filmi çekmeyi tercih ettik. İş, ev, alışveriş üçgeninde geçen hayatımızda hayaller hep erteleniyordu. 2005 yılında bu tekere bir çomak soktuk. Tüketim çılgınlığına ara verip Dünya’ya olan borcumuzu ödemek için ulaşım araçlarının en masumu olan bisikletle yollara düştük. Bu seçim kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet oldu. Önce Akdeniz sonra Karadeniz sahillerinde döndü tekerleklerimiz. Türkiye turlarından sonra hayallerimizi süsleyen ve az sonra okuyacağınız satırların da konusu olan İran-Pakistan-Hindistan-Nepal rotasındaydı gözümüz. Doğu Beyazıt’tan Pokhara’ya uzanan bu yolculuğumuzda topraklarından geçtiğimiz 5 ülkede sadece bedenimizi değil, ruhumuzu da uzun bir seyahate çıkardık. İnsanlığın yazgısına tanık olduk. Daha yola çıkmadan günlüklere dökülmeye başladı bilinçaltımızda harmanlanan düşünceler duygular. Hüzün ve mutluluk, yoksulluk ve zenginlik, huzur ve endişe her ülkede kılık değiştirerek farklı yüzleriyle tekrar tekrar çıktı karşımıza. Belki hepsi aynı şeydi zaten. İran’ın Siese Pol köprüsünden, Pakistan’ın kırmızı tuğla fabrikalarından, Hindistan’ın Altın Tapınağından geçen rotamızda bize yoldaşlık eden bir çift bisikletimiz ve terkimizde taşıdığımız birkaç çul ve çapuldan başkası değildi.


Çok hafiftik aslında. Doğu coğrafyasının insanları ve efsunlu kültürleriyle ilişkimiz hem zihnimize hem de ruhumuza kazındı. Yol boyu egomuzla, bisikletlerimizle, yolla, doğayla, insanlarla olan iletişimimizi aktardık günlüğümüze. Sanki biz sabitmişiz de yaşananlar etrafımızdan süzülüp gidiyormuş gibiydi her an. Yerleşik düzene döndükten ve kelimelerin bir süre demlenmesini bekledikten sonra, yolda kâğıda dökülenlere tekrar eğildik. O “an”ları aradık. Gördük ki notlar nerede kalınır, ne yenir gibi bilgileri pek vermiyor. Eğim kaçtır, iki şehir arasındaki mesafe ne kadardır, buraları kaç saatte geçtik, bunları yazmadık. Elinizdeki bir bisiklet turu rehber kitabı değil. Benzer günlükleri okurken çadır kurduk, su kaynattık, onu yedik bunu içtik, uyuduk, kalktık, çantaları hazırladık döngüsünden çok sıkıldığımız için, farklı ülkelerdeki benzer konu başlıklarını aramaya başladık notlar arasında. Sonra 5 ülkedeki ortak duygular, o “an”lar, benzer hatıralar, acılar, sevinçler, insanlar kümelenmeye başladı. Her ülkede yaşanan bu tekrarlar anlamlı geldi bize, bisikletteki ritim duygusu gibi rahatlatıcıydı bunları okumak, yer ve zaman değişiyor görünse de aynı “an”ın türevleriydi her şey. Yolculuk tüm çıplaklığıyla ortadadır ilerleyen sayfalarda. Kızgınlıklar, küfürler kahkahalar ve hüzün, çoğu yerde ilk kaleme alındığı gibi bırakıldı. Yoldaki halimiz gerçektir ve herhangi bir imbikten süzülmeden buradadır.

Biz de kendimize dışarıdan bakma fırsatı bulduğumuz için çok şanslıyız. Kendi fotoğrafını ilk kez gören, aynayla ilk kez karşılaşan yerliler kadar şaşkınız. Bizimle bu anları paylaştığınız için mutluyuz. Siz okudukça o anlar daha az hayal daha çok gerçek olacaktır. İyi yolculuklar. Bisiklet; Ellerinizi bırakıp kollarınızı kanat gibi açtığınızda, gerçekten uçtuğunuzu sanmanızı sağlar. Arazide, bir tepe inişinde, taşlar arasında, toz toprak içinde atlaya zıplaya ilerlerken, 4×4 bir aracın içindeymiş gibi hissetmenizi sağlayan odur. Üzerindeyken bir yandan ağzınızla uçak sesi çıkararak çocuklaşır, bir jet idare edermişçesine virajlarda pikeler yapar ve efsanevi “Kızıl Baron’a” dönüşürsünüz. Yokuşlarda, hele bir de bagajlarınız tıka basa doluysa, kaplumbağaya dönüşür can dostunuz bisiklet. Molalarınızda bir küheylan gibi ihtiyaçlarını karşılarsınız onun. Yağ ister sizden su namına. Tımarlanmamış atlar gibi huysuzlaşır, okşanmak ister. Tellerinin, jantlarının kontrolünü iyi yapmalısınız yoksa nalı kırık bir at gibi bırakıverir yol ortasında sizi. Adını seslenip ıslık çaldığınızda, bir at gibi gelemese de yanınıza, en sert abiler bile isim vermeden duramazlar bisikletlerine ve kimse deli sanmasın diye ıssız yollarda fısıldaşırlar gizli gizli onunla. Allah korusun fren teli koptuğunda, tepelerden aşağı koşan vahşi atlar kadar tehlikelidir bisiklet.

Yağmurlu bir günde araziden döndüğünüzde, çamurlar içinde yavru bir domuz kadar pis ve sevimli bir varlığa dönüşebilir bisiklet. Bisiklet nedir? “Hiçbir şey.” Birkaç pedaldan sonra ise, “Her şey.” Sihirbazım, Senin sihrinden bir adım uzaklaşıp hayatın karmaşasına dalarak nefessiz kaldığım anda, bana can ver, kaybolmayayım. Seninle kalm TÜRKİYE – İRAN – PAKİSTAN – HİNDİSTAN – NEPAL 3 MAYIS İnci ile 1994 yılında üniversiteye kayıt yaptırdığımızın ilk ayında tanıştık. Çok gençtik. Beraber büyüdük de diyebiliriz. Aşkımız da öyle. Hayat bir yolculuk değil mi? Aşk, iki kişinin gerçekleştirdiği, muazzam manzaralı, heyecanı anlatılmaz, doruk noktası olmayan ve sizi bulutlara dokunduran bir yolculuk değil mi? Evlilik. Aşkın içinde başka bir yolculuk. Biz şimdi daha uzun bir yola çıkıyoruz. Kilometrelerin uzunluğu kadar, manevi olarak da uzun bir yolculuk bu. “Aşk” olmadan altından kalkılacak bir yol değil. İnci, yine büyük bir sürpriz yaparak kapağına “sihirbazım”la başlayan bir not yazdığı bu defteri almış. Yolculuğumuz boyunca fotoğraflara, videolara sığdıramadığımız her şeyi bu deftere yazacağım.

Kızılderililer, fotoğrafların insan ruhunu hapsettiğine inanırlarmış. Hayır. Bence asıl yazıdır insanın ruhunu hapseden, duygularını yakalayan ve onu çırılçıplak maskesiz ortaya seren. İnci, defterin yanında bir de tahtadan Ikea kalemi verdi, her zamanki gibi hem romantik hem zekice. Kim bilir neler yazacağız bu deftere? Yolun getirdiği sürprizler ne olacak? Bilmiyorum. Şuna eminim ki, bu kalemlerden onlarcasını açıp bitirecek kadar çok şey yaşayacağız bu yolda. Kalemler yaza yaza tükenirken yolumuz da tükenip sonlanacak. Ancak kalemin defterde bıraktığı iz gibi, yolculuktan yeni çıkan ruhumuz da izlerle dolu olacak. 5 YANILGIMIZ TÜRKİYE, 8 MAYIS Kendimizce ulvi bir iş yapmaya soyunduğumuzu düşünüyoruz. Peki, başkaları öyle mi düşünüyor? Hayır, genelde pek öyle değil. Yola çıkışımız yaklaştıkça ve insanlar “Yahu bunlar şaka maka gidecek” diye ikna oldukça, tur henüz yapılmamış hatta başlamamış olsa bile bizden uzaklaşıyorlar. Onlara neyi hatırlatıyoruz, bilmiyorum. Ama çok hoşnut olmadıkları açık. Herkes böyle değil elbette; sürecin başından bu yana arayıp “Ne yapabiliriz?” diyenlere ne kadar teşekkür etsek az. Daha tanışalı bir ay olmamış bazı arkadaşlarım “Al sana 1000 lira, döndükten sonra” (asıl ve en önemli şeyin sağ salim dönmemiz olduğunu hatırlattıktan sonra) “istediğin zaman geri verirsin, keşke daha fazla verebilsem, elimden daha fazlası gelmiyor” diyebiliyor.

Yıllardır dost dediklerimizden ses seda yok. “Evet, yapabilirsiniz, korkmayın” deseler yetecek. Onlara neyi hatırlatıyoruz, gerçekten bilmiyorum. İRAN, 16 TEMMUZ Dönercinin önünde tanıştığımız iki Azeri genç her zaman olduğu gibi telefon numaramızı isteyip kendi numaralarını da bize veriyorlar. Türkler ne kadar fazla burada. Türkçe bilenler demek daha doğru olacak belki de. Bu coğrafyayı gezdikten sonra “Türk” kelimesinin ırk ve kan bağına dayalı etnik bir kavram olmadığını daha iyi anlıyoruz. Üniversitede öğrendiğimiz gibi en doğru tanımlama Radlof’un tanımlaması: “Türkçe konuşan Türk’tür.” Bugün yine bira isteyip istemediğimizi sordular sokakta. İlk duyduğumdan bu yana, sanki birayı satan biziz de onlar bizden istiyorlarmış gibi algılıyorum. Sessizce yaklaşıp sadece “Bira” diyerek, fısıldadıkları için olsa gerek. Bu davranışlarından ötürü bira sözüne içimden “Var mı?” kelimesini ben ekliyorum. Bu his, çocukluğumda çok uzun süre marketlerde çıraklık yapmamdan kaynaklanıyor. Bizde kimse verir misin, uzatır mısın, alabilir miyim demez. Yıllarca sadece “Ekmek”, “Samsun”, “Halley” vb.

kelimelerle alışveriş yapan on binlerce insan gördüm. Bir defa da yol üzerinde kısa bir mola vermişken karşılaştık aynı soruyla. Birayı hiç sevmem. Fakat o sıcakta soğutulmuş ne bulursa içesi geliyor insanın. İran’da ne kadar yanıp kavrulsak da biraya asla evet demeyeceğiz. Çünkü geçtim hapis ve para cezalarını, kırbaçlanmaya kadar giden bir cezası varmış. Hadi o da tamam, ama tur yarım kalır. Yine de, evet desek masaya ne gelecek çok merak ediyorum. Serbest olan alkolsüz bira mı? Yoksa kaçak olan alkollü mü? Sakince yaklaşıp adeta kulağıma fısıldayarak sorduklarına göre, yasak olan olmalı. İran’da bira var. Köpek yok. Yollar güzel. Bizde bu tura çıkacak cesaret var. Ancak buz gibi biraya evet diyecek cesaret yok. Hava çok sıcak.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir