Keşke insanlar herkesi, beni sevdikleri kadar sevselerdi. Dünya çok daha güzel bir yer olurdu. [MUHAMMED ALİ CLAY] Olimpiyatlarda bronz madalya kazananlar, gümüş kazananlardan daha çok seviniyormuş. Olimpiyat Madalyalıların Akla Aykırı Tefekkür ve Hoşnutluğu başlıklı, 1995’te yapılan bir araştırmanın sonucu bu. Niye böyle? Gümüş madalyanın, bronzdan daha üstün olduğu aşikar değil mi? Üçüncüler, ikincilerden neden, nasıl, niçin daha çok seviniyor? Çünkü bronz kazanan, galibiyet kürsüsüne yaklaşamayan çok sayıda sporcuyu geride bıraktığını görürken; gümüş kazanan, altın madalyayı yalnızca bir adım farkla kaçırdığını düşünüyor. 20 SALİSE Londra Yaz Olimpiyatları’nda 10 Ağustos Cuma günü, 1500 metreyi 4 dakika 10 saniye 43 salisede koşarak gümüş madalya kazanan Gamze Bulut, üçüncü gelen Bahreynli atlet Meryem Yusuf Cemal’den daha mı az sevindi? Bulut; Aslı Çakır Alptekin’in yalnızca 20 salise gerisindeydi… 1500 metre koşusundaki en genç atlet olan Gamze Bulut’un durumu bana son derece etkileyici görünüyor. Aslı Çakır Alptekin’in ülkemize altın madalyayla dönmesi elbette muazzam bir gurur ve kıvanç kaynağı. Fakat eğer bu koşunun hikayesini anlatacak olsam, başkahramanım kesinlikle Gamze Bulut olur. Bronz madalyalının gümüş madalyalıdan daha mesut olmasını mümkün kılan akıl dışılığın, gümüş madalyalıyı da altın madalyalıdan daha çok sevindirmesi mümkün müdür? İKİNCİLİK UĞRUNA Tam da bu konuyla ilgili bir film var: Beççeha-yı Asuman [1997, İran]. Mecid Mecidi’nin yönettiği film bizde Cennetin Çocukları adıyla biliniyor. Konuya dikkat: Ali, kız Son üç saniyede şimşek gibi çakarak tüm dünyayı şoke eden, altın madalyaya ne kadar sevinilebilirse o kadar sevinmeyi hak eden Gamze Bulut. Birinciliğin 20 salise gerisinde miydi? Hiç sorun değil. Onu ve ilham verici zaferini ömrüm boyunca unutmayacağım. Müşfik Kenter’i bulmuş muyduk? Hayat büyük bir sürpriz. Ölüm niye daha büyük bir sürpriz olmasın ki? [VLADIMIR NABOKOV] Türk tiyatrosunun gelmiş geçmiş en büyük oyuncularından Müşfik Kenter [Müşfik=Şefkatli; Kenter=Kentli, şehirli] dört dörtlük bir İstanbul beyefendisiydi. Nur içinde yatsın. Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. Kara haber ışık hızıyla yayıldı. Sosyal medya ve haber sitelerinde enformatik tsunami meydana geldi. Ertesi gün tüm gazetelerin birinci sayfalarında tiyatro dehasının fotoğrafı vardı. Niye böyle? Yani neden iyi haber de tez yayılamıyor? Müşfik Kenter’in oyunları bu ölçekte medyatik ilgi uyandırsaydı hoş olmaz mıydı? Bir insan ölmeden onun hakkında iyi konuşamamak bize yakışıyor mu? Cenaze törenleri, haliyle matem içinde, hüzünlü bir havada cereyan eder. Yoğun bir duygusallık, gözyaşları, teselli fısıltıları, taziye kucaklaşmaları eşliğinde gerçekleşir. Bu, tamam. Fakat her “uğurlama” aynı zamanda bir tefekkür seansı olmalı sanırım. Aydınlık yüzlü, işinin ehli, hayırlı bir evladını yitiren Türkiye, bundan nasıl bir sonuç çıkarmalı? Müşfik Kenter’e hakkımızı helal ediyoruz. Peki o bize hakkını helal ediyor mu? Mesela, tiyatroya 65 yılını veren sanatçıyı kaçımız bir kerecik olsun sahnede izlemiştik? Martı, Kökler, Antigone, Konken Partisi, Hamlet, Üç Kuruşluk Opera… BİR FLAŞ HABERLİK SALTANAT Tiyatro, icra edilirken, bizzat katılarak alımladığımız bir sanattır. Yani sinema, edebiyat veya mimari gibi değil. Sanatçı ve izleyici aynı anda aynı mekanda olmalı. Tiyatro bize bir durumu tahlil etme, okuma yetisi kazandırır. Sahne, belli bir anlam gözetilerek tasarlanmıştır. Sahih bir diyalogun hem biçimsel hem de içeriksel örneklerini tiyatro sunar. Belagatli beden dilini ancak tiyatroda görebiliriz. Şahsen, kostümleri de daima ilham verici bulurum. Tiyatro, sinemaya kıyasla, empati kurmayı daha yoğun bir şekilde teşvik eder. İkili veya sosyal ilişkilerde neden-sonuç bağlantılarını daha net yansıtır. Her tiyatro oyunu, izleyici için, aynı zamanda bir terbiye, olgunlaşma adımı değeri taşır. Kolektif bilinci keskinleştirir. Sesini duyurmayı öğretir. Olacakları kestirmeye yönelik zihinsel bir idmanla, hayatımızda hedefler belirlememizi kolaylaştırır… Savaş Dinçel, Gazanfer Özcan gibi ustaların ardından Müşfik Hoca’nın vefatı, kanaatimce, bizi tiyatronun önemi hakkında düşünmeye sevk etmeli. Türkiye’nin en büyük sanatçılarından birinin, yalnızca bir flaş haberlik saltanatı mı olacak medyada? Bir aktüalite formalitesiyle konu kapanacak mı? Düşünceyle, fikirle hatta projeyle pekişmemiş, yavan bir duygusallıkla mı yetineceğiz? Bu apacı kaybımız, tiyatrolara olan ilgiyi tetiklemeli değil mi? SEYİRCİ BAŞARILI OLACAK MI? Müşfik Kenter’i Alf’in seslendirmeni, Orhan Veli şiirlerinin baş okuru olarak hatırlamak yeterli mi? Sanmıyorum. Oscar Wilde’a sormuşlar: “Yeni oyununuz başarılı olacak mı?” Cevap net: “Oyun zaten başarılı. Bakalım, seyirci başarılı olacak mı?” Hiç değilse bundan sonra tiyatronun ehemmiyetini, hayatımıza katacaklarını kavramaya çalışsak… Önümüzdeki sezon tiyatroları doldursak, kahkahalarla, alkışlarla çınlatsak ne harika olur. Dikkat buyurunuz, sinemada özel efektlerle görkemli filmler çekiliyor. En popüler yapımlar üç boyutlu gösteriliyor. Tiyatro zaten üç boyutlu. Üstelik canlı. Bir bakıma, sinemanın erişmeye çalıştığı etki gücünü en üst seviyede taşıyor. Donald Sutherland’e bir oyuncu seçimi direktörü şöyle demiş: “Bu rol için yan komşu tipi gerekiyor. Siz ise kimseye kapı komşusu olmamış gibi görünüyorsunuz.” Müşfik Kenter, yan komşunun ötesinde, aileden biri ifadesine ziyadesiyle sahipti.
Murat Menteş – Köşe Yazıları
PDF Kitap İndir |