Rene Girard – Dostoyevski Yeraltı İnsanı

Çağdaş eleştirmenler, bir yazarın yapıtını yaratırken, kendini de yarattığını söylemeyi pek sever. Formül, yaratıcılık bakımından bu ikili gelişimin bir teknik veya beceri kazanmayla karıştırılmaması koşuluyla, Dostoyevski’ye de büyük ölçüde uyarlanabilir. Birbirini izleyen yapıtlarını, bir müzisyenin yavaş yavaş ustalaşmasını sağlayan o alıştırmalarla karıştırmamak gerekir. Işǚ in özü başka bir yerde yatmaktadır ve bu öz öncelikle olumsuz bir biçimde açığa çıkar. Dostoyevski için kendi kendini yaratmak demek, insan ve yazar olarak uϐkunu daraltan estetik, psikolojik ve ruhsal biçimlerin tutsağı olmuş yaşlı adamı öldürmek demektir. Bütün olarak bakıldığında, ilk yapıtların yansıttığı düzensizlik, içsel çöküş, körlük Ezilenler’den sonraki yazılardaki açık bilinçle, özellikle Karamazov Kardeşler’deki dâhice ve yansız görüş açısıyla çarpıcı biçimde çelişir. Dostoyevski’yle yapıtı, bir yapıtla kusursuz bir yaşamın imkanlı olacağı anlamda değil, bunun tam tersi anlamda örnek oluşturur. Bu sanatçının yaşamına ve eserlerine baktığımızda, belki ruh huzurunun ele geçirilmesi en zor şey olduğunu ve dehanın doğal bir olay olmadığını öğreniriz. Tövbekâr zindan mahkûmunun neredeyse dillere destan bakış açısından, bu ikili kefaret düşüncesini akılda tutmak gerekir, başka bir şeyi değil, çünkü Sibirya’yla belirleyici kırılma anı arasında on yıl geçmiştir. Dostoyevski, Yeraltından Notlar’dan başlayarak, “elindeki kanıtları yinelemek”le, insanlara ve kendine sürekli aynı noktadan bakarak kendini haklı görmekle yetinmez olur, içindeki cinleri, birer birer romanlarında canlandırarak kovar. Her kitap ya da aşağı yukarı her kitap, yeni bir dönüşüme işaret eder ve dönüşüm de her zamanki sorunlara yeni bir açıdan bakılmasını gerektirir. Odžznelerin yüzeysel farklılıklarının ötesinde, tüm yapıtlar aslında birdir; işte tarihi ne olursa olsun, bir Dostoyevski metnini daha ilk bakışta tanıyan okurun duyarlı olduğu şey bu birliktir. Bugün birçok eleştirmenin betimlemeye, kavramaya ve incelemeye çalıştığı şey de yine bu birliktir ama hayran olunan yazarın eşinin benzerinin olmadığını kabul etmek yetmez. Bunun ötesinde, bir sonuca ulaşmış ya da ulaşmamış bir araştırmanın göstergeleri olan yapıtlar arasındaki farkların tek tek saptanması gerekir. Dostoyevski’de saltık arayışı boşuna değildir; iç sıkıntısı, kuşku ve yalanla başlayıp, kesinlik ve sevinçle biter.


Yazar kendini herhangi bir değişmez özle değil, belki de başyapıtlarının en büyüğünü oluşturan o heyecan verici yolculukla tanımlar. Bu yolculuğun aşamalarını görebilmek için, Dostoyevski’nin yapıtlarını tek tek karşılaştırmak ve birbirini izleyen “bakış açıları”nı açığa çıkarmak gerekir. Deha işi yapıtların özünde, her zaman daha temel, daha kökensel bir geçmişin yıkımı, demek ki zamandizini bakımından sürekli daha uzak anıların o yapıtlarda anımsatılması vardır. Dağcının uϐku genişledikçe, dağın doruğu yaklaşır, ilk yapıtlar, yalnızca yazarın tutumlarına ya da yaşamında metinlerin yaratıldıkları dönemle aynı zamanlarda meydana gelmiş olaylara anıştırmalar isteyecektir bizden. Ama başyapıtlarda, bir yandan, epey değişken bir dizi flasbback’le, yaratıcılarının yeniyetmeliğine ve çocukluğuna uzanmadan ilerleyemeyiz. Takıntılı izlekleri ortaya çıkarmak için, ilk yapıtların anlamlarını çok göreceli olarak zorlamamız, herhangi bir psikanalitik ya da toplumbilimsel “anahtar”la değil, başyapıtlardaki o üstün bilinçle doğrulanacaktır. Kısacası, bize çıkış noktasını, ne yöne gitmemiz gerektiğini, hatta araştırmamızda gerekli araçları gösteren kişi yazarın kendisidir. Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin yazın yaşamında attığı ilk adımlar büyük yankı uyandırmıştır. O dönemin en güvenilir eleştirmeni Bielinski İnsancıklar’ın bir başyapıt olduğunu söyleyecek ve kitabın yazarını birkaç gün içinde gözde bir yazara dönüştürecektir. Bielinski bugün güdümlü yazın olarak adlandıracağımız şeyi pek sevmekte ve kahraman Makar Devuşkin’in alçakgönüllü boyun eğişini, doğrudan dile getirilmediği ölçüde acımasız bir toplumsal düzen eleştirisi olarak değerlendirmektedir. Makar yoksul, yaşını başını almış, küçük bir memurdur. Içǚ karartıcı ve horlanan yaşamındaki tek ışık, dedikodu çıkar diye görüşmekten sakındığı, ama çok dokunaklı bir biçimde mektuplaştığı, Varenka adındaki genç bir kadındır. Ne yazık ki “anacık” da en az utangaç koruyucusu kadar yoksuldur; genç ve zengin, ama yontulmamış, kaba saba, zorba bir toprak sahibiyle evlenmeyi kabul eder. Makar bundan ötürü yakınmaz, karşı çıkmaz, isyan ettiğini gösterecek en ufak davranışta bulunmaz; düğün hazırlıklarına katkı sağlar, yararlı olabilmek için didinir durur. Hissedildiği üzere, Varenka’cığının gölgesindeki alçakgönüllü yerini korumak için aşağılanmadan kesinlikle çekinmez.

Kısa bir süre sonra, Dostoyevski Öteki’yi yazar, bu kimi romantik Ötekiler’den ve özellikle Gogol’ün Burun’undan bazen fazlasıyla esinlenen, buna karşın yazarın Yeraltından Notlar’dan önce yayımlayacağı her şeyin merkezini oluşturan yapıttır. Kahraman Golyadkin gülünç olduğu kadar aşağılayıcı birtakım tersliklerden sonra, bedensel açıdan kendisine benzeyen, o da memur olan ve aynı yönetim kadrosu içinde kendisiyle aynı mevkide çalışan ikizi, Küçük Golyadkin’in ortaya çıkışına tanık olur, ikizi, Büyük Golyadkin’e küçümsercesine saygısızca davranır ve onun ister yönetimle, ister aşkla ilgili tüm tasarılarına engel olur, ikiz gitgide daha çok ortaya çıkmaya başlarken, çok gülünç başarısızlıklar da birbirini izler ve sonunda, Golyadkin akıl hastanesine gider.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir