Frans De Waal – Bonobo ve Ateist – Primatlar Arasında İnsanı Aramak

DEN BOSCH’TA dünyaya geldim, Hieronymus Bosch’un adını aldığı Hollanda şehrinde. 2 Sırf orada doğmuş olmak beni Bosch uzmanı yapmaz ama meydaıtdaki heykelini göre göre büyüdüğümden, gerçeküstü imge dünyasını, simgeciliğini, Tanrı’nın azalan etkisi altında insanlığın evrendeki yeriyle kurduğu ilişkiyi daima sevdim. Etrafta neşeyle dolaşan çıplak figürlerle dolu, üç kanatlı meşhur tablosu -Dünyevi Zevkler Bahçesi- cennetteki masumiyete atfen yapılmıştır (bkz. s. 80). Ortadaki tablo, püriten uzmanların geliştirdiği ahlaksızlık ve günah yorumlarına uymayacak kadar mutlu ve rahattır. İnsanlığın cennetten kovulmadan önceki halini ya da belki hiç kovulmamış gibi suçluluk ve utançtan azade halini gösterir. Benim gibi bir primatolog için çıplaklık, cinselliğe ve üretkenliğe yapılan göndermeler, bol miktarda kuş ve meyve ve gruplar halinde hareket etmek tümüyle tanıdık şeylerdir ve dini ya da ahlaki bir yorum gerektirmez. Bosch bizi doğal halimizle resmetmiş gibidir, ahlakçı bakışınıysa sağ taraftaki panele saklar ve orada, orta panelde zevküse faya dalmış insanları değil, rahipleri, rahibeleri, oburları, kumarbazları, savaşçıları ve sarhoşları cezalandırır. Bosch din adamlarından ve hırslarından pek hazzetmezdi, bu da resmin küçük bir ayrıntısını, Dominiken bir rahibe gibi örtünmüş bir domuza bütün servetini vermeyi reddeden adamı açıklar. Bu zavallı figürün ressamın kendisi olduğu söylenir. Beş asır sonra bala dinin toplumdaki yeri konusunda kavgaya tutuşmaya devam ediyoruz. Bosch’un zamanında olduğu gibi şimdi de ana tema ahlak. Tanrısız bir dünya canlandırabilir miyiz gözümüzde? Böylesi bir dünya iyi olur mu? Sanmayın ki köktenci Hıristiyanlar ve biyoloji arasındaki savaş bilgiler üzerinden yürütülüyor. İnsanın evrimden şüphe etmesi için kanıtlara karşı epey bağışıklık sahibi olması lazım, bu yüzden de şüphecileri ikna etmeye yönelik kitaplar ve belgeseller boşa zahmet.


Dinlemeye açık olanlar için çok yararlı olsalar da hedef kitlelerine ulaşamıyorlar. Çatışma hakikatle değil, hakikatin ne yapılacağıyla ilgili. Ahlakın doğrudan yaratıcı Tanrı’dan geldiğine inanan birisi için evrimi kabul etmek manevi bir uçurum demektir. Son zamanlarda ateistlerin en ateşli sözcüsü olan Christopher Hitchens’la, Rahip Al Sharpton arasındaki tartışmaya kulak verelim: “Dünyanın bir düzeni yoksa, bu düzeni belirlemiş bir varlık, bir güç yoksa, neyin doğru neyin yanlış olduğunu kim belirliyor? Her şeyden sorumlu bir şey yoksa, gayri ahlaki bir şey de yok demektir.”3 Dostoyevski’nin Ivan Karamazov’unun “Tanrı yoksa komşuma tecavüz etmekte özgürüm!” haykırışım tekrarlayan çok insanlar gördüm. Belki sadece ben böyle düşünüyorumdur ama menfur bir davranışta bulunmasını engelleyen tek şey inanç sistemi olan insandan korkarım. Yaşanabilir bir toplum için gerekli özdenetim de dahil, bütün insanlığımızın yapımızda olduğunu neden düşünmeyelim? Atalarımızın henüz din sahibi olmadıkları zamanlarda sosyal normlarının olmadığına hakikaten inanan var mı? Yardıma ihtiyacı olan birine yardım etmez, haksızlıkla karşılaşınca şikayet etmezler miydi? İnsanlar, topu topu bir iki bin yıl önce çıkan mevcut dinlerden Bahçe’nin sağ alt köşesinde, Bosch onu öpücüklerle kandırmaya çalışan, rahibe gibi giyinmiş bir domuza direnirken resmetmiştir kendisini. Rahibe ona, malı mülkü karşılığında kurtuluş vaat etmektedir (kalem, mürekkep ve resmi görünüşlü kağıdın sebebi hikmeti budur). Bahçe 1504’te, Martin Luther bu tür kilise uygulamalarını protesto etmeye başlamadan on yıl kadar önce resmedilmiştir. çok önce, toplumlarının nasıl işlediğine kafa yormuş olmalı. Biyologlar bu kadar kısa süreleri hiç ciddiye almaz. Dalai Lama’nın Kaplumbağası New York Times’m sitesindeki “Tanrısız Ahlak Olur mu?” bloğunda ahlakın dinden önce geldiğini ve bizim de dahil olduğumuz primat ailesini inceleyerek ahlakın kökeni hakkında pek çok şey öğrenilebileceğini yazınıştım.4 Her ne kadar, doğayı kana bulanmış bir yer gibi görme alışkanlığında olsak da, hayvanlar bizim de ahlaken 12 BONOBO VE ATEİST onayladığımız eğilimlerden yoksun değillerdir, bu yüzden de ahlakın bizim sandığımız gibi insanlığın getirdiği bir yenilik olduğu söylenemez bence. Şu anda okuduğunuz kitabın konusu bu olduğundan, izninizle yazımın blogda yayımlanmasını takip eden bir haftayı ve o sırada yaptığım Avrupa yolculuğunu anlatarak, anabaşlıkların üzerinden geçeyim. Ancak hemen öncesinde Atlanta’da, çalıştığım Emory Üniversitesi’nde, bilim ve din buluşmasına katıldım.

Dalai Lama, en sevdiği konu olan şefkat üzerine bir konuşma yapıyordu. Şefkatli olmak bana hayat için mükemmel bir tavsiye gibi geldiğinden, saygıdeğer konuğumuzun mesajım canıgönülden kabul ettim. İlk tartışmacı olarak, kırmızı ve sarı kasımpatılar denizi içinde yanına oturdum. Ona hitap ederken ve ondan bahsederken “hazretleri” dememi tembih etmişlerdi ama ben her türlü hitaptan uzak durlnaya çalıştım. Gezegenin en takdir edilen adamlarından biri ayakkabılarını çıkarıp sandalyesinin üzerinde bağdaş kuruyordu, başına turuncu harmanisiyle aynı renkte kocaman bir beyzbol şapkası takmıştı ve üç bini aşkın seyirci ağzının içine düşecek gibi onu dinliyordu. Sunumumdan önce, organizasyonu yapanlar, lisanı münasiple, kimsenin beni dinlemeye gelmediğini ve orada bulunan herkesin onun bilgeliğinin incileri için geldiğini hatırlattılar bana. Konuşmamda hayvanlardaki özgecilik üzerine son verileri sıraladım. Mesela, maymunlar kendi yiyeceklerinin bir kısmını kaybetseler bile, bir arkadaşlarının yiyeceğe ulaşması için bir kapıyı gönüllü olarak açıyorlardı. Kapuçin şebekleri de, farklı renklerde markalarla alışveriş yaptığımız bir deneyde yan yana konulduklarında başkaları için ödül almaya istekliydi. Markalardan biri sadece kapuçinin kendisine ödül getiriyordu, bir diğeri ikisine birden. Çok geçmeden kapuçinler “toplumdan yana” markayı tercih etmeye başladılar. Bunun nedeni korku değildi, çünkü korkacak fazla bir şeyi olmayan egemen kapuçinler aslında en cömert olanlardı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir