Rene Girard – Romantik Yalan ve Romansal Hakikat- Edebi Yapıda Ben ve Öteki

Rene Girard’ın Romantik Yalan ve Romansal Hakikat: Edebi Yapıda Ben ve Öteki ilk kez ı 96 ı ‘de yayımianmış ve bütün bir dönem boyunca en çok yankı uyandıran -ve tepki çeken- eleştiri yapıtlanndan biri olmuştu. Marksist eleştirmen Lucien Goldmann, Romantik Yalan ve Romansal Hakikat’in, Lukacs’ın Roman Kuramı ‘yla birlikte modern roman eleştirisinin en önemli metinlerinden biri olduğunu belirtecek ve Bir Ronıan Sosyolojisine Doğru adlı kitabında Lukacs ile Girard’ın eleştirel bir sentezini kurmayı deneyecekti. Ama yarattığı çalkantıya karşın Romantik Yalan ve Romansal Hakikat’ın Paris’in edebiyat ortamında çokça benimsendiği söylenemez. Bunun bir nedeni yapıtın polemikçi üslubuysa, daha önemli bir etken de Girard’ın l 940’lardan beri peşpeşe gelen düşünce akımlannın hiçbirinin içine rahatça yerleşemiyor olmasıydı. Kitap, romantik aldanışın (ve aldatmacanın) açmazlarını ve körlüklerini açığa çıkarmak için yazılmıştı, ama o yıllarda bütün etkinliğiyle gündemde olan varoluşçuluğun da, özgürlük ideolojisi nedeniyle, aynı aldanışın (ve aldatmacanın) bir uzantısı olduğunu öne sürüyordu. Bir süre birlikte anıldığı yapısalcı akımla da aslında ciddi bir yakınlığı yoktu Girard’ın ( 1970’ıerde Levi-Strauss’a yönelttiği eleştirilere burada değinemeyeceğiz). 70’lere doğru başka bazı eleştirmenler de (örneğin Paul de Man) Girard’ın edebi metnin “edebiliğine” yeterince dikkat etmediğini, dosdoğru ”içeriklere” yöneldiğini öne sürecekti. Aynı yıllarda etkili olan yapıbozumcu kuramcılarsa Girard’ı yeterince “radikal” olmadığı, hiila bazı idealist (“Hegelci”) ön-varsayımlara bağlı kaldığı için eleştiriyordu (Girard, sonradan, bu Hegelci sıfatının belli bir gerçek payı içerdiğini kabul edecektir). Ama Girard’a göre yapıtının hedefe ulaşamamasının asıl nedeni, “en kıymetli yanılsamamıza, arzularımızın gerçekten kendimize ait olduğu, gerçekten özgün ve kendiliğinden olduğu inancına” saldırması, arzunun öykünmeci (mimetik) doğasını vurgulamasıydı. 10 ROMANTIK YALAN VE ROMANSAL HAKIKAT Romantik Yalan ve Romansal Hakikat’te, arzunun öykünmeci doğası, “üçgen arzu” gibi o dönemin yapısaıcı duyarlığına hoş gelecek bir kavramla betimlenir: Üçgenin köşelerinde arzulanan nesne, arzulayan özne ve arzunun dolayımiayıcısı (mediateur) vardır. “Safdil” anlayış için, esas olan nesnedir; öznenin arzusunun sebebi ve kaynağı o nesnedir. Bir sonraki (daha az “safdil”) anlayışa göre, her şey özneden kaynaklanıyordur; nesne önemsiz değildir ama arzunun kendisi (ve öznesi) nesneden bile önce gelir: Arzu, nesnesini arayıp bulacak, yoksa yaratacaktır. Bu iki anlayışta da üçüncü köşe (dolayımlayıcı) silinmiştir; bir üçgen değil, bir düz çizgi vardır ortada. Girard’ın yaptığı, bu gizli, üstü örtülmüş “kışkırtıcıyı” ön plana çıkarmaktır: Özne, bir başkası tarafından arzulandığı için arzuluyordur nesnesi ni; ona arzusunu veren, o arzuyu “dölleyen” ve kışkırtan (başka bir deyişle “dolayımlayan”) başka biri vardır hep. Bu başkası, arzusunun modelini verir özneye.


Girard, dolayımianmış arzuyu bazen “Ötekine göre arzu”, bazen “metafizik arzu”, bazen de “mimetik arzu” olarak adlandırır. (Burada, “mimetik” arzu terimi, taklit arzu olarak çevrilmiştir.) Girard, amacının edebi bir sınıflandırma yapmak veya yeni bir “tür” (genre) kuramının temellerini atmak olmadığını vurgular – yine de taklit arzu kavramı, edebi yapıtları bir yansıtma/açığa çıkarma ekseni üzerinde derecelendirme imkanı doğurmaktadır. Eksenin bir ucunda, dolayıının varlığını ya büsbütün gizleyen ya da “edilgin bir biçimde yansıtmakla” (ya da tekrarlamakla) kalan yapıtlar vardır, öteki ucundaysa dolayıının varlığını “etkin biçimde açığa çıkaran” yapıtlar. Girard, romantik-romansal karşıtlığı olarak da adlandırır bu sınıflamayı. Romantik yapıt, öznenin özerkliğini ve arzunun kendiliğindenliğini yücelten yapıttır; romansal yapıt da bu yüceltimi kurcalayan ve deşen, aldanışın mekanizmalarını gösteren ve böylece arzunun dolayımianmış niteliğini açığa çıkaran yapıt. Hemen görüleceği gibi, Girard’ın şemasında romantik ve romansal terimleri, belirli edebiyat akımianna ya da dönemlerine tam olarak denk düşmemektedir. Örneğin, Romantizmin kuruculanndan biri sayılan Chateaubriand’ın Rene romanı düpedüz “romantik” kutupta yer alırken, aynı yazarın Mezar Ötesinden Anılar’ında “romansal” özellikler belirginleşiyordur; öte yandan, öznenin ve arzunun özerkliği düşüncesinin edebiyat tarihçilerince “Romantik” olarak adiandınlan dönemde “ayyuka çıktığını” da belirtir Girard ve bunun bazı önemli tarihsel/toplumsal koşullarını tanımlar: Geleneksel mesafelerin ve sabit hiyerarşilerin yıkılması, “demokrasi”nin yayılması. SUNU Ş 11 Aynı şekilde, eksenin romansallık kutbuna uzana_n kısmında yer alan yapıtlar da hep aynı döneme ait değildir: Romansallık Cervantes ile Dostoyevski ve Proust’u birleştirir, oysa ilkiyle ikincisi arasında 18. yüzyılın gevşek örgülü pikaresk romanları durmaktadır. Romansallık, bu açıdan “Büyük 1 9. Yüzyıl Gerçekçiliği” kavramıyla da tam olarak örtüşmez: Girard, büyük hayranlık duyduğu Balzac’ı Cervantes’le başlayıp Stendhal, Aaubert, Proust’la devam ederek Dostoyevski ile doruğa ulaşan o açığa çıkarıcı yapıtlardan ayrı tutma nedenini kitabın 7. bölümünde anlatacaktır (“Balzac, burjuva arzusunun epik şairidir”). Bu derecelendirme, kesin bir kronolojik sıralama da değildir: Dostoyevski, Proust’tan 50-60 yıl önce yazdığı halde, bu şemada ondan sonraki evredir (neden böyle olduğu, 8. ve özellikle 10.

bölümlerde açıklanmaktadır). “Şema”dan söz ettik: Girard’ın yapıtı gerçekten şematik midir? Her güçlü kavrama çabası kadar. Kitabın hemen başında, kendi yöntemini şöyle anlatır yazar: … üçgenin hiçbir gerçekliği yoktur;· sistemli bir biçimde sürdürülen sistemli bir eğretilemedir. Boyut ve biçimindeki değişiklikler bu şeklin temel özdeşliğini ortadan kaldırmadığı için de [ … ] yapıtların hem birliği hem de çeşitliliği aynı anda gösterilebilir [ . ] Bütün yapısal düşünme biçimleri, insan gerçekliğinin kavranabilir olduğunu varsayar; bir logos’tur bu gerçeklik ve bu yönüyle de doğum halindeki bir mantıktır, ya da yozlaşarak kendini bir mantığa indirger. Dolayısıyla, sistemi işleteniere bile -ya da özellikle onlara- ne kadar sistemsiz, akıldışı ve düzensiz görünürse görünsün, hiç değilse bir noktaya kadar sistematikleştirilmesi mümkündür. Bu denemenin temel iddialanndan biri, büyük yazarların, başlangıçta çağdaşlarıyla birlikte kendilerini de hapsetmiş olan sistemi, kendi sanatlannın gereç ve imkanları aracılığıyla, biçimsel olarak değilse bile sezgisel ve somut olarak kavrayabildikleridir. Edebi yorum da sistematik olmalıdır, çünkü edebiyatın devamıdır. Örtük olanı ya da daha en baştan yarı yarıya bel irlikleşmiş olanı, açığa çıkarıp biçimsclleştirmelidir yorum. Eleştirinin asla sistematik olamayacağını öne sürmek, hiçbir zaman gerçek bilgi olamayacağını öne sürmekle birdir. Eleştirel düşüncenin değeri, kendi sistematik niteliğini ne kadar ustalıkla gizlediğiyle değil, edebi malzemenin ne kadarını gerçekten kuşattığı, kavradığı, konuşturabildiğiyle ölçülür. (a.b.ç.) Girard’ın yaptığı da budur: Sırf Cervantes ile Proust’u üst üste koymakla bile, Stendhal, Flaubert ve Dostoyevski gibi “aşina” yazarlarda yeni anlam alanlan açmakta, daha önce işitilmemiş seslerin duyulmasını sağlamaktadır.

Burada eleştirinin en temel gereklerinden birine, her zaman tam uygulanması mümkün olmasa bile hep gözetil- 12 ROMANTIK YALAN VE ROMANSAL HAKIKAT mesi geeeken bir yöntemsel ilkeye de bağlı kalıyordur Girard: Yöntemin konuya dıştan uygulanmaması, tersine konunun kendi içinden türetilmesi. “Benim kendi mimetik arzu kuramım edebi metinlerden geliyor,” diye yazar daha sonraki bir kitabının Giriş bölümünde: Sözcüğün alışılmış anlamıyla bir metodoloji değildir; kendini önsel olarak bütün edebi metinterin üzerine yükseltmek amacıyla, özellikle “bilimsel” olduğu varsayılan bir edebiyat-dışı disiplini yardıma çağırmaz. Ama bu kuram bir boşlukta geliştirilmiş değildir; geliştirilmesi de edebi bir özellik taşır: Bildiğim kadarıyla, mimetik arzuyu keşfeden ve bazı sonuçlarını araştıranlar, sadece edebi metinler olmuştur. Burada bütün edebi metinlerden, genel olarak edebiyaltan değil, görece küçük bir grup yapıttan söz ediyorum. Bu yapıtlarda, insan ilişkileri, arzunun mimetik doğasından kaynaklanan strateji ve çatışmaların, yanlış anlama ve aldanışların karmaşık sürecine uygun düşer. Bu yapıtlar, örtük ve bazen de belirtik biçimde, mimetik arzunun yasalarını açığa çıkarır lar. ı Mimetik arzunun yazarlannda “neredeyse-kuramsal bir ses” vardır Girard’a göre ve bu ses her zaman susturulmuştur: Önce, sanatı sadece bir “eğlence” olarak gören anlayış tarafından, sonra “sanat sanat içindirciler” tarafından ve şimdi de ·sanata hiçbir gerçek soruşturma gücü tanımayan eleştirel metodolojiler tarafından. “Büyük başyapıtlan modern kurarnların ışığında yorumlamak yerine,” der Girard, “modern kurarnları bu başyapıtiann ışığında eleştirmeliyiz. Bizim onlardan öğreneceklerimiz, onların bizden öğreneceğinden fazladır.” Girard, mimesis’in Aristoteles’ten itibaren giderek basit bir “kopya” kavramına indirgenmesiyle, daha sonra kavramın bütün bütüne reddedilmesinin kolayiaştığını belirtir. Ferdinand de Saussure’e yakıştınlan “dilsel göstergenin nedensizliği” görüşü de Girard’a göre bu kolaycı reddin belirtisel ifadelerinden biridir.2 Aslında Saussure’de nedensiz (ya da “keyfi”) olan, göstergenin kendisi değil, sadece onu oluşturan iki öğe (gösteren ile gösterilen) arasındaki ilişkiydi – yine de bu kuram, “özgün! ük” gibi bir kavramla birleşerek, bütün mimetik anlayışların yadsınmasıyla sonuçlanmıştır. Öte yandan, mimesis’in tehlikeli içeriğinden arındınlması, 19. yüzyılda başlamış da değildi. Girard’a göre Platon’dan sonra bütün felsefe, taklit ile arzu kavramlarını ilişkilendirmekten kaçınır ve böylece mimesis’in çatışkılı boyutu görünmez olur.

Aristoteles’in Poetika’sı yoluyla Platon’un mimesis kavramından türetiten standart görüş, çok temel bir insan davranışını taklite tabi olan davranış- SUNU Ş 13 ların dışında bırakmıştır hep: arzu, veya daha da temel bir düzlemde, ele geçirme, temellük. Eğer bir birey, bir başkasını herhangi bir şeyi ele geçirirken taklit ederse, sonucun rekabet ya da çatışma olması kaçınılmazdır [ … ] rekabet belli bir yoğunluğun ötesine geçtiğinde, çatışan taraflar ortak nesnelerini artık göremez olur ve onun yerine birbirleri üzerinde odaklanarak prestij rekabeti adı verilen çekişmeye tutuşurlar [ … ] Sadece felsefede değil, psikoloji, sosyoloji ve edebiyat eleştirisinde taklitin budanmış bir versiyonu hep geçerli olmuştur. Platon’da mimesis’in bölUcU ve çatışkılı boyutu hala sezilebilir ama açıklanmadan kalır. Platon’dan sonra bu da tümüyle kaybolur ve mimesis, eğitsel ve estetik, tümüyle pozitifleşir.J Bu zorunlu çatışma vurgusu, Girard’ı Romantik Yalan’dan sonra mitos ve ritüel gibi antropolojik “malzemeler” ve kutsal metinler üzerinde daha çok çalışmaya yöneltecektir. Mimesis kavramının böyle “budanması”, çatışmacı boyutunun bastınlması, rastlansal bir “hata” da değildir Girard’a göre. Mimetik arzu ve temellükün bütün yönleriyle kavranması, sadece bireyler olarak kendimizle ilgili yanılsamalarımızı tehdit etmekle kalmaz, “toplum adını verdiğimiz o kolektif benlikle” ilgili okşayıcı ve yalıştırıcı yanılsamalanmız için de bir tehlike oluşturur. Bütün ilkel tanrılar gibi mimesis’in de iki “yanı” varsa ve bunlardan biri topluluğu bir arada tutarken öbürü farklılaştırıp parçalıyorsa eğer, bu iki yanın birbiriyle ilişkisi nasıl gerçekleşir? Çatışmacı ve yıkıcı mimesis, insan toplumlannın gelişmesi ve sürmesi için zorunlu olan eğitim ve öğrenirnin çatışkısız mimesis’ine nasıl dönüşür? Eğer mimetik arzu ve rekabetler az çok normal insani olgularsa toplumsal düzenler bu yıkım gücünü nasıl gemIeyebilirler ya da bu gücün etkisiyle parçalandıklarında böyle bir yıkımın içinden nasıl yeniden doğabilirler? Düpedüz toplumun varoluşu sorunsallaşmaktadır.4

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir