Necip Fazıl Kısakürek – Tarih Boyunca Mazlumlar

Bu eser, «Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar» dan sonra beklenmesi ve ona eklenmesi gereken bir bahsi çerçeveliyor. Dmân ve ideal uğrunda umumî mazlumluk davasının çok yakından, öz hayatımızdan, yakın tarihimizden ele alınması ve hususî plânda gösterilmesi… Bu yakın tarih ve hususî plân, Dtti-had ve Terakki ile başlayıp Cumhuriyetle yerleştiğini gördüğümüz Dslâm nefretinin zeminini çizer ve o zemin üzerinde en kuduz zalim kılıcıyla düşürülen masum başların hikâyelerini anlatır. Bu hikâyeleri, zaman ve mekân şartlarına göre mümkün olabildiği kadar ifadelendirme ve mânalandırma yolunda elimizden geleni yaptık; ve sebep ve netice hükmünü, son zamanlarda inkişafına şahid olduğumuz Dslâm dâvasının dost ve düşman kutubları tanımak gibi bir borcu yerine getirmeleri kaydiyle okuyucunun takdirine bıraktık. Allahtan, mazlumluğumuza nihayet verecek sabahın nurlu şafağını diliyoruz. N. F. K. BÜYÜK DOĞU ideolocyasını bilenlerce en derin ve mahrem sebepleriyle malûm olduğu gibi, eğer din bağlarının ruhunu kaybettiği devir Kanunî ve Tanzimat arası ise kasıtla çözülmeye başlandığı devir de Tanzimat ve Meşrutiyet arasıdır. Tanzimat devri, Batı’nın maymunvâri kopyası hareketi olduğuna ve hiçbir zaman dünyalar arası mahsup sırrını keşfettirici bir nefs ve tarih murakabesine yol açmadığına göre, her şey, vicdanlarda öldürücü bir Îslâm şüphesiyle başlamışken doğrudan doğruya Dslâmiyet’e karşı ve aykırı görünmemiş, her ân küfür dünyasına ivaz verici ahmak bir «idare-i maslahatçılıkla, hem imân, hem de inkâr cephesinin yarım, hattâ çeyrek adamları elinde it-tihad ve Terakki Komitesine kadar gelmiştir. Bu bakımdan, ister Kanunî sonrası, ister Tanzimat devrinde, Dslâmiyet, feci bir idraksizlik yüzünden mânâda zulüm görür ve eşya ve hâdiselere tahakküm kudretinden düşerken, sözde kaim bulunduğu ve henüz resmen aleyhine dönülmemiş olduğu için, din adamları kadrosuna herhangi bir zulüm eli uzanamamıştır. Yâni Meşrutiyete kadar din adamları kadrosunda mazlumlar aranamaz. Meşrutiyetle Cumhuriyet arası 15 yıllık süre, kabukta Dslâmiyet yaftasına ve «Kanun-u Esasi» de «devletin resmî dini “Dslâm’dır” kaydına rağmen artık Dslâmiyet’in kâh resmî, kâh yarı resmî ve kâh hususî ellerde çürütülmeye ve işte resmî, yarı resmî ve hususî plânlarda böyle bir kast güdülmeye başlandığını gösterir. Ziya Gökalp’ın Dslâmiyet esası üzerine kurmak değil de, Dslâmiyetle yer değiştirmekten başka gayesi olmayan posa milliyetçiliği, Enver ve Cemal Paşaların Birinci Dünya Savaşında şapkaya doğru yol açmak niyetiyle icat ettikleri Enveriye ve Cemâliye serpuşları, yine Enver Paşa’nın kumar parası gibi harcadığı Türk ordusunu düşünmek yerine Türk «Elifba»sına musallat olması ve Lâtin alfabesi şeklinde birbirinden ayrı ve rabıtasız harflerle bir imlâ hayal etmeye kalkışması, Tevfik Fikret ve Abdullah Cevdet’lerin alenî inkâra sapmaları ve millî ruh kökünü çürütücü kalem faaliyetlerine girişmeleri, felâketin Tanzimat ile beslenen mikroplarına ilk tecelli zemini olarak Meşrutiyet devresini çerçeveler. Böyleyken, akıllarınca medenîleşmeye engel saydıkları Dslâmiyet’e karşı düşmanlık büsbütün resmî ve alenî plâna çıkamaz, daima tutuk ve kekeme bir zemin üzerinde cereyan eder ve tam tezahürünü bulmak için Cumhuriyet yıllarını bekler. Bu yüzden, Meşrutiyet devresinde de din mazlumları bakımından fazla bir misale mâlik bulunmuyoruz.


Fakat, ters tarafından, 31 Mart vak’ası gibi, din adamlarının zulmü şeklinde gösterilip hakikatte din ve din adamlarına bir tuzak olarak tertip edilen hâdiseyi başa almak zorundayız. Birinci Fasıl 31 Mart Vak’ası MDLÂDÎ 1909 yılının 31 Mart (Rumî 1325 – 13 Nisan> Salı sabahı, Dstanbul, uzak ve yakın bütün semtlerini dehşete boğan tüfek sesleriyle yatağından fırladı. Zaten tarihî şehir, tabiîlik dışı bir hayat sürdüğünün, yaprak kımıldamaz bir havada zelzele bekler gibi bir hâl içinde olduğunun farkındadır. Taksim’den Fındıklı ve Tünel istikametinde ikiye ayrılan, bir kısmı Beşiktaş’a sapan, sonra geriye dönen ve bu iki hat üzerinde sokak sokak yelpaze gibi bölünüp Ayasofya Meydanında toplanmaya doğru ilerleyen kollar, Dstanbul’un mahmur semalarını kurşunlarıyla delik deşik etmektedir. Bunlar, bir gece baskını şeklinde sabaha karşı Dstanbul üzerine çullanmış bir eşkiya sürüsü değil, hakikî asker… îttihadçıların «Meşrutiyet Muhafızları» ismiyle ve bir inzibat vesilesiyle Rumeliden getirtip Taksimde Taş-kışlaya yerleştirdikleri avcı taburları…

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir