Sevan Nişanyan – Kelimebaz

Bu kitap Sevan Nişanyan’ın Taraf gazetesindeki Kelimebaz köşesinde 29 Ekim 2008 – 14 Aralık 2009 tarihleri arasında yayımlanan tüm makalelerini içermektedir. Gazete yönetimi tarafından uygun görülmediği için yayımlanmayan yazıların tam metni eklenmiş, sakıncalı bulunarak kesilen yazıların orijinal hali gösterilmiştir. Bazı yazılara, o yazıyla ilgili okur yorumları, eleştiriler, düzeltmeler ve karşı görüşler ile yazarın cevapları ve notları eklenmiştir. Yazarın Taraf’tan olaylı bir şekilde ayrılması üzerine kaleme aldığı yazı ile, daha sonraki gelişmeler çerçevesinde yazdığı hiçbir yerde yayımlanmamış Kelimebaz yazıları kitabın sonunda yer almaktadır. Cumhuriyet 29 Ekim 2008 Bizim bu taraflarda cumhuriyet kurma işine ilk Mithat Paşa’nın giriştiği rivayet edilir. Üç ayda iki padişah devirmiş olmanın verdiği özgüvenle Paşa, 1876 sonlarında, gerekirse üçüncüsünü de devirip kendi iktidarını k Kuruş 30 Ekim 2008 Ortaçağ boyunca Avrupa’da standart kur 12 gümüş denarius = 1 altın solidus diğer adıyla schilling imiş. 13. yüzyılda altın paraya talep artıp arz yetersiz kalınca, 1 altın paraya eşdeğer (yani 12 gümüş para değerinde) büyük boy gümüş para çıkarmışlar piyasaya. Latince grossus (kalın, kaba) veya İtalyanca grossino adı verilen kalın gümüş sikkeyi ilk kez 1271 tarihinde Tyrol dükü II. Meinhard bastırmış. Kısa sürede bütün Avrupa’da benimsenmiş. Bilhassa Avusturya hanedanına bağlı ülkelerde 1300’lerden itibaren Almanca adıyla grosch bol miktarda basılmış. 1680 tarihli Meninski lugatine göre Osmanlı ülkesinde ğroş veya ğoroş veya ğuruş “Avusturya thaler’ine verilen ad” imiş. Gümüş ğroş ya da kara ğroş İstanbul’da revaçtaymış, ama Macar eyaletlerinde altın florine ğroş ya da kızıl ğroş adı verilirmiş. Osmanlı devleti ilk kez Viyana yenilgisinden sonraki mali kriz nedeniyle 1690 yılında mangırı tedavülden kaldırıp 120 akçe değerinde gümüş ğuruş darbetmeye başlamış.


Tahminimce bunun bir nedeni, Macaristan elden gidince, piyasada yaygın olarak benimsenen Avusturya paralarının kökünün kuruması olabilir. Misal, döviz kaynağı kuruyunca Türk doları basmak gibi bir şey. Sözcüğün yazımı 20. yüzyıla dek ğuruş idi. Harf devriminden sonra kuruş benimsendi. Lacivert 31 Ekim 2008 Farsça lâcivard koyu mavi renkli bir süs taşının adı, Frenkçesi lapis lazuli. Lâcivardî ise bu taşın rengi. Bizde de eski metinlerde rengin adı laciverdî diye geçer, 20. yüzyıl ortalarına doğru sondaki î düşer. Laciverd taşı 6500 seneden beri sadece Afganistan’ın doğusundaki Badahşan ülkesinde bulunan Laciverd Dağı’nda çıkarılmış. Mısır firavun mezarlarında bulunan lacivertlerin bile oradan geldiği biliniyor. Eski devirde madeni belli ki Hintliler işletmişler. Çünkü sözcüğün aslı Eski Hintçe râcâvarta, yani “kral payı”. Yabancı dilden alınan /r/nin /l/ye dönmesi Farsçada standart. Avrupa’ya Haçlı Savaşları döneminde ya da belki 1290’larda Sicilya’daki Arap emirliği vasıtasıyla Arapçadan gelmiş.

İtalyanca en eski örneklerde lazzuro, lazzulo ve lazzurto görülüyor. Geç Latince lazulum biçiminden lapis lazuli (“lazul taşı”) kalmış. Buna karşılık avam dilinde, baştaki l- İtalyanca belirleme harfi (article) zannedilip kesildiği için, azzurro (İt), azur (Fr), azure (İng), azul (İsp) biçimleri tercih edilmiş. Rum 1 Kasım 2008 Erzurum’un aslı Erzen-i Rum’dur. Diğer Erzen olan Erzen-i Arab bugünkü Garzan (yani Kurtalan) ilçesine adını vermiş olan şehirdir; Kurtalan-Batman karayoluna yakın bir yerde harabeleri görülür. 10-11. yüzyıllarda bunlardan birincisi Rum imparatorluğunun, ikincisi Arap-İslam aleminin önemli birer sınır kenti idi. Rum tabii esasen İtalya’daki Roma kentinin Şark dillerinde geçen adı. Bizim Doğu Roma veya “Bizans” adını verdiğimiz imparatorluğun ahalisi kendini Romaiós yani “Romalı” diye bilirdi. Bizans’ın resmi dili de Romaiká yani Roma dili idi. Helen/Elen adı, özellikle Hıristiyanlık-öncesi Yunanlıları ifade eden, dinsizlik çağrıştıran, güncel anlamı olmayan tarihi bir isimdi. 19. yüzyılda yeni Yunan milliyetçiliğinin doğuşuyla beraber o adı da canlandırdılar. Acemcede yakın devire kadar Türkiye Türklerine Rum, Asya Türklerine Türk adı verilirdi. Mesela 18.

yüzyılda yazılmış olan Senglâh isimli Türkçe-Farsça sözlükte Türkiye Türkçesine özgü olan kelimeler “Rumca”, Çağatayca olanlar “Türkçe” diye belirtiliyor. İranlılar ve galiba Kürtler arasında Türkiye Türklerine halen aşağılayıcı anlamda “Rum” denirmiş diye duydum. 2 Çakırkeyif 2 Kasım 2008 Çakırkeyif’teki çakır “alaca mavi renk” anlamındaki çakır değil, şarabın asıl Türkçe adı olan çakır. Çakır ta 11. yüzyılda Orta Asya Türkçesinde yaygın olarak kullanılan bir sözcük. Türkiye Türkçesinde de galiba 16. veya 17. yüzyıl dolaylarına dek şarabın halk arasındaki normal adı olarak kalmış. 18. yüzyıl başında tarihçi Naima çakır kelimesini kullanınca “kâse-i hamr demektir” diye açıklama gereğini duyduğuna göre o tarihte artık eskimiş olmalı. Çilingir sofrasındaki çilingir de eskiden “ferforje işi yapan” ya da bugün “kilitçi” anlamına gelen çilingir değil. Farsça şilengâr, yani “şölen donatan”. Farsça şilen/şilân ve Türkçe şölen, ikisi de Moğolcadan alınma bir kültür kavramı. Kelimenin Moğolca aslı çorba demekmiş, ama Cengiz Han sülalesi zamanında Moğolların bir siyasi güç gösterisi olarak kullandıkları muazzam boyutlu resmi ziyafetlere bu ad verilmiş. Tüketim manyaklığı kapitalizmin icat ettiği bir şey değil.

O devirde de bir defada onbin sığır, yüzbin koyun kesip dosta düşmana hava yaparlarmış.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. Arızaların telafisi dileklerimdir