Jean-Luc Godard – Godard Godard’ı Anlatıyor

Jean-Luc Godard’la Alain Bergala’nın yaptığı söyleşi (1985) Alain Bergala: Yazmaya nerede başladınız? Godard: La Revue du Cinema’da denemiştim. Doniol-Vaicroze, Lo Duca ve Andre Bazin orada yazıyorlardı; ama benim yazılanın kabul edilmemişti. O sıralar Doniol-Valcroze’u tanıyordum, çünkü annemin hanım dostlarından birinin oğluydu. Daha sonra Objectif49 ve Cine-Club du Quartier Latin adlı, Rivette’in yazdığı bir gazete vardı, ama ben orada yazmadım. Yayımlanmış ilk yazım La Gazet-te du cinema’da çıkmıştı sanıyorum; Rus sineması hakkında bir yazıydı, başlığı da “Politik Bir Sinema İçin”di. Gidip Bazin’e göstermiştim, o sırada rahatsızdı. Sonra Arts geldi, ardından, Bay Keigel tarafından yeniden finanse edilince de Cahiers. Cahiersdeki ilk yazım Rudolph Mate’nin Margaret Sullavan’la yaptığı bir film hakkındaydı. A.B.: Yazmaya niçin Hans Lucas takma adıyla başladınız? Godard: Bilmem, Jean-Luc olarak imza atmak istedim herhalde, çünkü Hans Lucas Almancada Jean-Luc’ün karşılığıydı. Adımı saklamak ya da tedbirli olmak istiyordum kuşkusuz. Ama ailemden falan değil, daha çok yazınsal kaygıyla; çünkü o dönemdeki hevesim Gallimard yayınevinde bir roman yayımlamaktı. Astruc’e hayrandım, çünkü o bu işi becermişti. B.


: Cahiers’ye nasıl geldiniz? Godard: Truffaut ve Cine-Club du Quartier Latin aracılığıyla. Ama, aslında Cine-Club du Quartier Latin aracılığıyla. Orada F. C. Froeschel başı çekiyordu, daha doğrusu Rohmer, sonra da Rivette. Doniol’un onlara “Scherer 1 Çetesi” dediğini hatırlıyorum. O sıralar Rohmer’i tanımıyordum, ama, bizler için modem sinemanın sorunlarına sahip çıkmak anlamına gelen ilk yazıyı o yazmıştı. La Revue du Cinema’da çıkan, ”Le cinema, art de l’espace” (Sinema, Mekânın Sanatı) başlıklı, Mumau hakkında bir yazıydı bu. O ara Rohmer’de bir “sağ” hava vardı ki, aşın laik olan Bazin’i biraz tedirgin ediyordu. Rivette ise, sinemada bir tür terörizmin temsilcisiydi. Ben her zaman ötekilerden sonra yazdım, hep başkalarının harekete geçmesini bekledim. Film konusunda bile bu böyle oldu, çünkü ilk film yapanlar Rohmer ve Rivette’ti. Özellikle Rohmer, Gegauffla 16 mm’ lik birçok film yaptı; sessiz olarak çekilen La Sonate a Kreutzer’i (Kröyçer Sonat) hatırlıyorum. Sessizdi, çünkü o dönemde 16 mm sesli çekilemiyordu. A.

B.: Rohmer sizlerden daha yaşlıydı. Bu, kendisine sizin üstünüzde bir otorite sağlıyor muydu? Godard: Benim için otorite Rohmer ve Rivette’ti. Rivette kuramlaştırmayı daha iyi biliyordu, en çok derinliği olansa Rohmer’di. A. B.: Bazin’in ilkelere uygun davranışçılığına oranla, metinlerinizde sizin biraz başına buyrukluğa yatkın olduğunuz hissediliyor… Plan-sekans’ı sevmiyorsunuz, montajı yeğliyorsunuz… Godard: Aldığım eğitim dolayısıyla, bende her zaman, karşıtları arama eğilimi olmuştur. Kendi kendime şunu söylüyordum: “Onlar yeşil diyorlar, acaba tersi de söylenemez mi?” Bazin plan-sekans diyordu, bense, klasik senaryo dekupajının, sonuçta iyi olup olmadığını soruyordum kendi kendime. Birbirimize yazılar gösteriyorduk. Diğerlerinin kanısı çok önemliydi; birbirlerine kendi metinlerini gösteren Kilise Babaları’nın yaptığı gibi, bir çeşit “basıla” iznini elde etmek demekti bu. Bu şekilde oluşan kanı, Bazin’in söyleyebileceklerinden daha fazla yargı değeri taşıyordu bizim için. The Man WhoKnew Too Much’ın (Çok Şey Bilen Adam) ikinci versiyonu üstüne bir yazı yazdığımı hatırlıyorum ki Scherer’i öfkelendirmişti. Ona göre, şişirilmiş, pek ciddiye alınmamış bir yazıydı bu. Doniol’un düşünceleri de bir yana atılamazdı, ama onun güleryüz-lü, insancıl, ehlikeyf bir yanı vardı. Doniol olmasaydı, belki de bütün bunlar ortaya çıkmazdı.

A.B.: O dönemde Bazin sizin için ne ifade ediyordu? Godard: Bir sinema eleştirmeniydi. Ondan önce ABD’de Roger Leenhardt ya da James Agee aynı işi yapmıştı. Yani, sinemaya, insanların baktığı gözden başka bir gözle bakan ve Bardeche ya da Sadoul’dan başka türlü söz eden biri. Bizlere göre, ana babalarımız, amcalarımız, öncellerimiz onlardı. Bazin, film yapmayan, bir işportacı gibi konuşarak sinema yapan bir sinemacıydı. Çok az tanıdım ama, oturup karşılıklı konuşma fırsatım çok ender bulduk, çünkü zamanından önce öldü. Şimdiyse, yazılarını yeniden okuduğumda anlıyorum ki onunla konuşabilirmişiz. Ama, o bambaşka bir kuşaktandı, başka bir çağdan, benim ancak daha sonra tanıdığım bir çağdan geliyordu. Bazin, Kast ve Doniol “Liberation”dan (Kurtuluş) sonra bu hareketin içinde oldular… Doniol ve Kast, Direniş Hare-keti’ne katılmışlardı sanıyorum. İlk başlarda daha çok Rivette’le ilişkim oldu, sonra Rohmer’le, sonra her ikisiyle ve bazen de biriyle, ötekiyle olduğundan daha çok. Truffaut daha sonra geldi; onun tavrı daha çok, profesyonelce ve ahbapçaydı. Bazen, bir ya da iki yıl süreyle, ilişkilerimiz “terk edilmiş çocuk” havasına büründü, ama pek uzun sürmedi bu. Truffaut ile ortak bir noktamız vardı: Orta kesime seslenen Fransız filmlerine olan düşkünlüğümüz.

A.B.: O dönemde Carbonnaux’nun bütün filmleri üstüne yazıyordunuz. Godard: Ben Carbonnaux’yu çok seviyordum, Truffaut da Jof-fe’yi çok seviyordu. Gidip erkek ve kadın oyuncularını seyrettiğimiz bir sürü küçük Fransız filmi vardı. Bunların, Nitelikli Fransız Filmleri’yle hiçbir ilgisi yoktu; küçük Fransız sinemasının iyi yanıydı bu filmler, Renoir yanı… A.B.: Fox’ta, Chabrol’dan sonra, basın ataşesiyken filmler üzerine dosyalar kaleme alıyordunuz. Kimler için hazırlıyordunuz bunları? Godard: Bunlar, basına mümkün olduğu kadar çok sayıda kopya sağlamayı amaçlıyordu. Bu işi en iyi başaran da Fox’tu, çünkü biz, sinemasever olarak elimizden geleni yapıyorduk. Bu açıdan bakıldığında, durum bugün de fazla değişmiş sayılmaz; gazeteciler, kulaklarına fısıldananı yazarlar. İyi bir basın dosyası hazırlayan, bütün kapıları açacağından emindir. A.B.: Yazdığınız metinleri yeniden okuduğumuzda, etkilere direniş bakımından Cahiers’de oldukça bağımsız olduğunuz izlenimi doğuyor… Godard: Ben deöyle düşünüyorum.

Ama aynı zamanda da fazla cesur davrandığım söylenemez. Yazmadan önce her zaman biraz beklerdim. Bir filmi çok beğeniyordum, ama Rivette kalkıp da o film için “beş para etmez,” derse, ben de aynı şeyi söylüyordum. Bu ilişkilerde Stalinvari bir yan vardı. Rivette’leyse, bu ilişki, sanki o, sinema gerçekliğini avucunun içinde tutuyormuş havasındaydı, bu gerçeklik başkalarınınkinden farklıydı ve ben bunu bir süre kabullendim. Ama, ötekilere oranla daha bağımsızdım, daha öznel eleştiriler de yazıyor, bunlarda kendi adıma sinema yazısı üretmenin başlangıcını yapıyordum. Yazmak, film yapmak demekti. Bizim bu özgünlüğümüz sonradan bir daha bulunamadı. A.B.: Eleştirel yargılarınızda, ötekilerden daha özgür görünüyorsunuz; örneğin herhangi birfilm hakkında yazarken, daha önce çıkmış bir yazıyı düşünen, bu arada, bir gözünü Bazin’den, Roh-mer’den ayırmayan… Godard: Rohmer Fransız üniversitesinden, Bergson’un falan-cayı, falancanın da filancayı yanıtladığı vb. diye uzayıp giden bir geleneğin olduğu bir yerden geliyordu. Herkes “Sinema, zamanın sanatı,” derken o, “Hayır, mekânın sanatı,” diye yanıtlıyordu. Oysa, benim için yazmak, kişisel olarak, karşı açı çekimi hakkında kendi kendime ne düşündüğümü sormak ve demek istediğimi söylemek için bir gerekçeydi sadece.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir