Abdullah Kolemen – Abdullah Pasa’nin Balkan Harbi

Osmanlı Devleti 1839 Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile büyük güçlerle olan ilişkilerine yeni bir boyut kazandırmıştır. 1856 tarihli Paris Konferansı’nda büyük güçler Osmanlı Devleti’ne Rusya karşısında destek olmuşlardı. Fakat bu konferansın kararları 1870’ten itibaren Rusya tarafından ihlal edilmeye başlanmıştı. Özellikle 1871 senesinde Fransa-Prusya arasındaki savaşta, Fransa’nın yenilgisiyle birlikte Almanya güçlü bir devlet olarak ortaya çıkmıştı. Bunun sonucunda da Avrupa’nın güç dengesi ve uyumu bozulmuştu. Avrupa’daki güç dengesinin değişmesiyle birlikte Rusya, Osmanlı Devleti’ne karşı harekete geçmeye başlamıştı. Avrupa’da yeni dengeler oluşurken bu tarihe kadar özellikle İngiltere tarafından kısmen ve işine geldiği zaman desteklenmiş olan Osmanlı Devleti yavaş yavaş dış siyasette yalnızlığa itilmiştir. 1683 Viyana kuşatmasının yenilgisiyle başlayan Osmanlı dış politikasındaki gerileme, 1877–1878 [93 Harbi] bozgunundan sonra büyük boyutlara ulaşmıştı. Artık Osmanlı dış politikasındaki esas nokta, eldeki toprakları mümkün olduğunca kaybetmemekti. II. Abdülhamid’in tahta çıkmasından kısa bir süre sonra başlayan Osmanlı-Rus Savaşı, Osmanlı Devleti’nin Anayasal düzene geçişini ertelemişti. 93 Harbi’nin devam ettiği sıralarda Kanunu-i Esasi’yi yürürlükten kaldıran padişah, savaş sonrasında yönetimi kendi elinde toplayarak mevcut sorunları önlemeye çalışmıştı. 93 Harbi’nden sonra, II. Abdülhamid Balkanlar’da kalan toprakları korumayı amaçlayan bir politika izlemiştir. II.


Abdülhamid politikasını, Avrupa’nın büyük devletleri arasındaki rekabet ile Balkan ulusları arasındaki düşmanlık üzerine kurmuştur. Sultan Abdülhamid, Balkan milletleri arasındaki anlaşmazlıkları körükleyerek, onların Osmanlı’ya karşı birleşmemelerini iktidarı döneminde başarmıştır. Ancak 1911 sonrasında gerek Osmanlı’nın iç yapısı, gerekse Avrupalı devletlerin hesapları, Osmanlı Devleti’nin planlarını alt üst etmiştir. Yaşananlar, Osmanlı’nın ön görmediği bir şekilde gelişince Balkan Harplerine zemin hazırlanmıştır. 1878 Berlin Antlaşması’nda umduğunu bulamayan Bulgaristan, bağımsızlığını kazandıktan sonra Balkanlar’da etkin bir politika izlemeye başlamıştı. Bosna-Hersek’in ilhakı ise Sırbistan’ı aynı yönde bir politika izlemeye itmişti. Balkan Harbi’ni hazırlayan sebeplerin başında, Osmanlı’nın aldığı 93 Harbi yenilgisi ve bu savaştan sonra yapılan barış antlaşmasında yer alan maddeler üzerinde galip devletlerin anlaşamamaları gelmektedir. I. Balkan Harbi’nin Sebepleri 1912-1913 yılları arasındaki Balkan Harpleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflığı ve Balkan devletlerinin büyük güçlerinin yardımlarıyla ulusal birlik sorunlarını çözme kararlılığı nedeniyle patlak vermiştir. 1878 yılından beri Berlin Antlaşması’nın düzenlemeleri sayesinde Balkan Yarımadası’nda söz sahibi olan ve kendilerince barışı tesis ettiklerini sanan büyük güçler, 1912’ye gelindiğinde Balkanlar’da söz sahibi olmaktan uzaklaşmışlardır. Kontrolü ellerinden bırakmak istemeyen büyük güçler kendilerini Balkan milletinin hamisi olma noktasında zorunlu hissetmişlerdir. Bundan amaç, nüfuz sahalarını kaybetmemekti. 1912 yılında Rusya, Bulgaristan ve Sırbistan arasında arabuluculuk ve düzenleyicilik yapmaya başlamıştır. Bunun sonucu olarak Osmanlı Devleti’ne karşı yapılan ittifaka Yunanistan ve Karadağ da katılmıştır. Yine 1912 yılında İngiltere, Rusya ile gizli bir antlaşma yaparak, Rusya’yı İstanbul ve Boğazlar üzerinde serbest bırakmıştır.

Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’daki varlığına son vermek isteyen Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ, Rusya’nın aracılığıyla aralarında anlaşarak, Türkleri Balkanlar’dan atmak için çeşitli hesaplarla hareket etmeye başladılar. Bunun için zeminin uygunluğunu İtalya, Trablusgarp Savaşı ile sağlamıştır. Osmanlı’nın İtalya ile Trablusgarp’ta savaşta olması onları cesaretlendirmiştir. Balkan milletleri Osmanlı Devleti’nden, kısa bir zaman zarfında Makedonya’da ıslahat yapmasını istediler. Bu istekleri reddedilince Karadağ Osmanlı’ya savaş ilan etti ve ittifak üyesi devletlerin savaş ilanları birbirini takip etmiştir. Balkan Harplerinin nedenlerini kısaca şöyle sıralayabiliriz: 1- Fransız İhtilali’nin doğurduğu fikir akımlarının etkisi. 2- Başta Rusya olmak üzere Avrupa devletlerinin Balkan uluslarını kışkırtmaları. 3- Haçlı dünyasının Osmanlı Devleti’ni Balkanlar’dan atmak istemesi. 4- Balkan devletlerinin sınırlarını genişletmek istemeleri. 5- Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp Savaşı’ndaki başarısızlığının ve hükümetin yanlış politikalarının Balkan uluslarını cesaretlendirmesi. 6- Osmanlı-Alman yakınlaşmasını tehlikeli bulan İngiltere’nin Estonya’nın başkenti Reval’de yapılan Reval Görüşmeleri’nde (1908) Rusya’yı Balkan politikası ve Boğazlar konusunda desteklemesi ve Rusların Balkan milletlerini kışkırtması. 7- Balkanlar’daki küçük devletlerin Osmanlı’dan pay kaparak milli birliklerini sağlama isteği. I. Balkan Harbi’nde Seferberlik ve Harp İlanı Eylül 1912’de Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan, önceden gizli olarak yaptıkları harp hazırlıklarını hızlandırarak bu çalışmalarını dillendirmeye başlamışlardı. Onların bu hazırlıklarını iş işten geçtikten sonra fark eden Osmanlı Devleti de 1 Ekim 1912’de seferberlik ilan etmiştir.

8 Ekim 1912’de Karadağ’ın Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmesiyle Balkan Harplerinin birinci safhası başlamıştır. Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan’dan oluşan Balkan devletleri, yaptıkları ittifakı ve Osmanlı Devleti’nin İtalya ile savaş halinde olmasını da fırsat bilerek birlikte hazırladıkları bir notayı Osmanlı Devleti’ne bildirdiler. Osmanlı Devleti’ni hiçe sayan isteklerle dolu bu nota, garip olmasının yanında diplomatik teamüllere aykırı teklifleri içeriyordu. Yukarıda da belirtildiği gibi “Babıâli, Büyük Devletler elçileri ile görüşmeler yaptığı esnada Balkan Devletleri savaşın, her ne suretle olsun geri bırakılmaması ve önlenmesine imkân vermemek için seferberlik ilan etmişler, Rumeli’de yapılacak ıslahatlara büyük devletler gibi kendilerinin de birer delege bulundurarak, ıslahatların tanzim ve tatbikinde yer almak istediklerini ve silâhaltında olan Osmanlı askerinin terhis edilmesini içeren sert bir ültimatomu da Osmanlı’ya vermişlerdir.” [1] Babıâli, bu notayı devletin içişlerine karışmak ve milli gururu zedelemek olarak değerlendirip karşılık dahi vermemiş ve 15 Ekim 1912’de Balkan devletlerindeki elçilerini geri çağırmıştır. I. Balkan Harbi Yenilgisi Müttefik Balkan devletlerinden, 8 Ekim 1912 tarihinde ilk olarak Karadağ’ın Osmanlı Devleti’ne savaş ilanı ile Balkan Harbi patlak vermişti. Ardından da Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmiştir. Osmanlı Devleti hazırlıksız yakalandığı I. Balkan Harbi’nde hiç bir varlık gösterememiş ve bütün cephelerde yenilmiştir. Ordunun hazırlıksız olması, cepheler arasındaki kopukluk, istihbarat zafiyeti ve liyakate göre idarecilerin seçilmemesi ve ordu içindeki siyasi çekişme (İttihatçı-İtilafçı), yenilginin başlıca nedenleri arasında sayılabilir. Osmanlı Devleti’nin zor durumda kalmasından faydalanan Arnavutlar da Balkanlar’da bağımsızlığını son kazanan millet olarak bağımsızlıklarını ilan etmiştir. Bulgarların Çatalca’ya kadar ilerlemesi üzerine Osmanlı Devleti ateşkes istemek zorunda kalmıştır. Bu ateşkes sonunda imzalanan antlaşma ile Osmanlı Devleti zaten varlık gösteremediği yerlerden resmen çekilmiş oldu. I.

Balkan Harbi’nin Sonuçları “Balkan Devletleri bizi tam bir anarşi içinde yakaladılar.” diyen Osmanlı Mebusan Meclisi Reisi Halil Menteşe, harp içinde milli birliği yıkılan memleketlerin maruz kalabileceği en korkunç örneklerden birini verdiğimizi, Avrupa topraklarımızın büyük çoğunluğunu ve adalarımızın bir kaçı istisna hepsini kaybettiğimizi hatıralarında yazmıştır. Aynı hatıralarda, Bulgar Başbakanı Gesoff’un kitabında, Balkan İttifakı’nın Rus çarının desteği ve İngiltere ve Fransa’nın onay ve teşviki ile aleyhimizde nasıl geliştiğini belirttiğini ifade etmiştir. [2] Başlangıçta büyük devletlerin ihtimal dahi vermediği Balkan devletlerinin galibiyetleri neticesinde ilerleyen Bulgar ordusunun, İstanbul’u ele geçirip Ayasofya’da ayin yapacağı hatta bu amaçla çevre ülkelere davetiye bile yollandığı haberleri İstanbul’a gelmiş, böyle bir durumda, Ayasofya’nın önceden yerleştirilmiş bombalarla ayin düzenlenirken havaya uçurulması yönünde düşünceler dahi konuşulmaya başlanmıştır. [3] Bütün yaşananlardan sonra kaybeden yine Osmanlı olmuştur. [4] Osmanlı Devleti için yıkım olan I. Balkan Harbi’nin sonuçlarını aşağıdaki şekilde kısaca maddeleyebiliriz: 1- Rumeli topraklarındaki Osmanlı hâkimiyeti sona ermiştir. 2- Balkanlar’daki son azınlık olan Müslüman Arnavutlar da savaş sırasındaki kargaşadan faydalanarak Osmanlı Devleti’nden ayrılmış ve bağımsızlığını ilan etmiştir. 3- Fatih devrinden beri devam eden Ege Denizi’ndeki Türk hâkimiyeti sona ermiştir. 4- Bulgaristan, Balkan devletleri arasında sivrilmiş ve sınırlarını Ege Denizi’ne dayandırmıştır. 5- Osmanlı Devleti’nin, Balkan devletlerinden sadece Bulgaristan ile kara sınırı kalmıştır. 6- Osmanlı Devleti’nin en önemli merkezlerinden olan Edirne kaybedilmiştir. 7- Midye-Enez hattının batısında yüz binlerce Türk kaldığı için Balkan Türkleri sorunu doğmuştur. 8- Osmanlı’dan alınan toprakların paylaşımı sırasında Balkan devletleri arasında meydana gelen anlaşmazlık II. Balkan Harbi’ne neden olmuştur.

9- Ordunun siyasete karışmasının sakıncaları açıkça görülmüştür. 10- Balkan Harpleri sırasındaki İttihat ve Terakki Babıâli Baskını ile yönetimi ele geçirmiştir. II. Balkan Harbi Büyük devletlerin, Balkanlar’daki Türk hâkimiyetine son vermeye yönelik çabaları, I. Balkan Harbi sonunda büyük oranda gerçekleşmiştir. Fakat bu devletler, Osmanlı’dan alınan toprakların paylaşımı konusunda anlaşmazlık yaşamıştır. Bir başka anlaşmazlık konusu da Bulgaristan’ın, Makedonya’nın büyük bir bölümünü kontrol etmesi ve Batı Trakya’yı da sınırlarına katarak Ege Denizi’ne kadar ulaşmasıydı. Çünkü bu durum Büyük Bulgaristan’ın kurulması anlamına geliyordu. Çıkan tablo Osmanlı Devleti kadar Sırbistan ve Yunanistan’ı da rahatsız etmiştir. Sırbistan, Osmanlı Devleti’nden kopan Arnavutluk’u kendi nüfuzuna alarak Adriyatik’e açılmanın hesaplarını yapıyordu. Ancak Avusturya ile İtalya aralarında anlaşarak Sırbistan’ın hesaplarını bozdular ve Arnavutluk’u kendi himayelerine aldılar. Yunanistan ve Sırbistan’ın Bulgaristan’a karşı ittifak kurması üzerine, Bulgarlar önce Sırbistan’a ardından da Yunanistan’a saldırınca Haziran 1913’te II. Balkan Harbi başlamıştır. Bu savaş Balkan devletleri arasında giderek yayılmış, Karadağ ve Romanya da Bulgaristan’a karşı savaşa girişmiştir. Osmanlı Devleti de Balkan devletleri arasındaki bu anlaşmazlıktan faydalanarak Bulgaristan’a savaş ilan etmiş ve Edirne’yi kurtardıktan sonra Meriç’e kadar ilerlemiştir.

Savaş ortamında daha ileri sınırlara gidilebileceği halde Batılı devletlerin müdahalesinden çekinen Osmanlı, Meriç’in ilerisine gitmemiştir. Beş devletle birden savaşmak zorunda kalan Bulgaristan, bütün cephelerde yenilerek antlaşma istemek zorunda kalmış ve diğer Balkan devletleri arasında yapılan görüşmeler sonucunda Bükreş Antlaşması imzalanmıştır. Sonuç Balkan Harbi Osmanlı’yı derin bir hüzne boğmuştur. Yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen ordu ve insanımız üzerlerine düşen vazifeyi fazlasıyla yapmışlardır. Bu savaş I. Dünya Savaşı’nın bir provası olması yönüyle önemlidir. Ancak bizim için en önemlisi ise yüzlerce yıl hükmettiğimiz ve yurt edindiğimiz Balkanlar’dan gerisin geri döndüğümüz haritamızın bir bölümünün parçalandığı bir dram yaşanmıştır. Bu savaşların sonuçlarını aşağıdaki şekilde maddeleyebiliriz: 1- Balkanlar’da kalan Türk azınlığının hak ve hürriyetleri yapılan antlaşmalarla garanti altına alınmaya çalışmıştır. Bundan sonra Osmanlı için Balkan Türkleri problemi ortaya çıkmıştır. 2- Balkanlar’ın haritasında önemli değişiklikler olmuş Osmanlı ve Bulgaristan topraklarının önemli bir bölümü el değiştirmiştir. 3- Balkan Harplerindeki başarısızlık Osmanlı ordusunda yeni düzenlemelerin yapılmasına neden olmuştur. 4- Osmanlı Devleti’nin sosyal ve ekonomik çöküşü hızlanmıştır. 5- Bulgaristan’ın diğer Balkan devletleri ve Rusya ile arası açılmıştır. Bu durum Bulgaristan’ı Avusturya ile Osmanlı Devleti’ne yaklaştırmıştır. Abdullah Kölemen Paşa Hayatı Abdullah Paşa, Türk Kölemenleri’nden Mısır ordusu süvari miralayı Rüstem Bey’in oğlu olup 1268/1852 yılında [5] Trabzon’da doğmuştur.

İlk tahsilini Trabzon’da gördükten sonra Mekteb-i Sultanî’de okudu. Bursa Askeri İdadisi’ni (1876) tamamladıktan sonra Temmuz 1877 tarihinde Mekteb-i Harbiye’ye girdi. Böylece Mekteb-i Harbiye’ye (Harp Akademisi’ne) devam ederek birincilikle (1878) bitirdi. Mezuniyetini takiben, birinci olmak sıfatıyla hemen kabul edildiği Erkân-ı Harbiye Mektebi’nden yüzbaşı olarak çıktı (1269/26 Temmuz 1881). Abdullah Paşa’nın parlak bir askerî hayatı oldu. Abdullah Paşa, 21 Şubat 1882’de kurmay kıdemli yüzbaşı, 6 Haziran 1884’te kurmay binbaşı, 30 Temmuz 1887’de kurmay yarbay, 25 Ağustos 1888’de kolağası (kurmay albay), 10 Eylül 1891’de mirliva (tuğgeneral), 27 Ağustos 1894’te ferik (tümgeneral), 25 Mayıs 1904’te korgeneralliğe terfi etmiştir. 28 Kasım 1905’te en yüksek rütbe olan müşirliğe terfi eden Abdullah Paşa, 1909’da korgeneral (rütbe tasfiyesinden dolayı) olmuştur. Abdullah Paşa, askerî bilgisi ile birlikte temiz, nazik şahsiyeti ile tanınıyordu. [6] Mezuniyetinden sonra ilk vazife yeri Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Dairesi oldu. Ancak bu vazifesine başladıktan bir ay sonra (Ağustos 1881) Hicaz Fırkası’na, erkân-ı harp reisliğinde bulunmak üzere gönderildi. Hicaz Valisi Müşir Osman Paşa’nın maiyetinde bulunduğu bu vazifesindeyken isyan eden Arap aşiret reislerinden Abdülmuttalib’in ayaklanmasını bastırdı. [7] İngilizlerin Sudan Seferi sırasında görevli olarak Mısır’a gönderildi. Önce Port Said’de kömür işçisi ve bir süre sonra ücretli İngiliz askeri kılığında Lord Kitchner’in yanında istihbarat toplamak amacıyla Sudan Savaşı’na katıldı. [8] Osmanlı Devleti hesabına yaptığı gizli hizmet bitince önce Hicaz’a, ertesi sene (1882) ise Erkân-ı Harbiye Mektebi’nde tabiye tatbikatı ve erkân-ı harbiye vezâifi dersleri hocalığı ile İstanbul’a gitti. [9] “Yâverân-ı Hazret-i Şehriyârî’den Erkân-ı Habiye-i Umûmiye Reis-i Sânîsi ve Mekâtib-i Askeriye-i Şâhâne Müfettişi Ferik Sa’âdetlü Goltz Paşa Hazretlerinin muâvini Erkân-ı Harbiye miralaylarından Saâdetlü Abdullah Paşa’ya kemâkân hidmet-i hâliyesinden bulunmak üzere Erkân-ı mezkûre mirlivalığı verildi.

” [10] denilerek Goltz Paşa’nın Osmanlı Ordusu’nda çalıştığı sırada (1885-95) tercümanlığını ve muavinliğini yaptı. [11] Abdullah Paşa yurtdışındaki askerî manevralara da müşahit sıfatıyla katıldı. 1884 yazında Rusya’ya (Petersburg, 24 Ağustos-3 Eylül), 1887 yazında Fransa’ya gönderildi. Aynı senenin sonunda Yunan hududunda keşifte bulunan komisyonun reisliğini yaptı. Bu heyet Osmanlı-Yunan Harbi’nden sonra hududu yeniden çizmiştir. Aynı vazifeyle 1888’de de Sırbistan hududunda bulundu. Eylül 1889’da çok farklı bir hizmet için, Rusya’nın Çanakkale (Kal’a-i Sultâniye) konsolosu Burecek’in burada Anakaluyan ismindeki bir Ermeni vatandaş namına, Romanoflardan Grandük Aleksandr için aldırmak istediği arazi işini tahkik için bölgeye gönderildi. [12] 1890’da Goltz Paşa’nın arizası üzerine Viyana sefaretine ateşemiliterlik vekâleti vazifesiyle gönderildi. Asıl vazifesi Düvel-i Muazzama ordularının yeni tüfeklerle ve dumansız barut kullanarak yapacakları manevraları takip etmekti. Bu manevraların en mühimi Avusturya’da icra edilecekti. Manevralardan sonra yine Goltz Paşa’nın yanındaki vazifesine döndü. Bundan sonra İstanbul dışındaki ilk vazifesi, karargâhı Şam’da bulunan V. Ordu’ya keşif vazifesiyle gönderilmesi oldu (Temmuz 1892). Buradaki çalışmalarını bitirerek aynı yılın Kasımı’nda İstanbul’a dönmek üzere vapurla Beyrut limanından hareket etti. 1894’te ferikliğe yükseldikten kısa bir müddet sonra fahri Yaverân-ı Hazret-i Şehriyâri arasına katıldı.

Sasun’da 1894 Ağustos’unda Ermeniler tarafından çıkarılan isyan üzerine tahkikat için bölgeye gönderilen Abdullah Paşa’nın maiyetinde Emniyet-i Hariciye Müdürü Ömer Bey, Dâhiliye Nezareti Mektubî Kalemi Başkâtibi Mecid Efendi ve Maiyet-i Seniye Erkân-ı Harbî Mirliva Hafız Tevfik Paşa bulunuyordu (Kasım 1894). Erkân-ı Harbiye-yi Umumiye Dairesi reisliğine ve aynı zamanda ilave memuriyet alarak Maiyet-i Seniye-i Mülukâne Erkân-ı Harbiyesi ikinci ferikliğine tayin olunan Abdullah Paşa ilk vekâleten Musul valiliği ile mülkî bir vazife de almış oluyordu (Nisan 1896). Aslî vazifesi ise Musul’daki ordunun kumandanlığıydı. Aynı senenin sonbaharında (26 Ekim) yeniden İstanbul’a döndü. Alman İmparatoru Wilhelm’in Osmanlı Devleti’ne ikinci defa gelişinde, Kudüs’e yaptığı ziyarette maiyetine verildi (Ekim 1898). 27 Mayıs 1904’te uhdesine I. feriklik verilen Abdullah Paşa, Maiyet-i Seniye-i Mülûkâne Erkân-ı Harbiye Reisi Müşir Şakir Paşa’nın ölümü üzerine yerine tayin edildi (Aralık 1904) ve ertesi sene (Kasım 1905) en yüksek askerî rütbe olan müşirliğe nail oldu. [13] Lahey Sulh Konferansı’na askerî murahhas olarak iştirak etti. Paşa, Maiyet-i Seniye Erkân-ı Harbiye müşiriyken II. Meşrutiyet’in ilanı üzerine 4. Ordu kumandanlığı ile İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Mart 1909’da açığa alındıysa da 5 Mayıs’ta Edirne’deki İkinci Ordu kumandanlığına tayin edildi. Burada iki seneye yakın görev yaptı. Bu görevi sırasında muntazam bir program dâhilinde orduya talim ve terbiye çalışmaları yaptırdı. Birinci Ordu ile İkinci Ordu arasında manevralar gerçekleştirdi.

Fakat bu çalışmalar Osmanlı ordusunun diğer birimlerine şâmil olmadığı için başarılı olamadı. 1326/1910’da “Tasfiye-i Rüteb Kânûnu” mûcibince rütbesi Birinci Feriklik, yani Orgeneralliğe indirildi. [14] 1911’de kurulan yeni ordu teşkilatında Birinci Redif Müfettişliği’nde [15] ve bir müddet de Askeri Şûra azalığında bulunan Paşa, Arnavutluk’taki Malisörler İsyanı üzerine Karadağ’a karşı toplanan ordu kumandanlığına tayin ve Osmanlı-İtalya Harbi sırasında İzmir civarında toplanan Anadolu Garp Ordusu kumandanlığına naklolundu. [16] Balkan Harbi’nin başlaması üzerine Abdullah Paşa, istememesine rağmen Doğu Trakya Şark Ordusu Kumandanlığı’na tayin edilmiştir. [17] Savaş için elverişsiz bir ortam ve umumi manzaranın ne derece kötü olduğunu gerek padişaha, gerek askerî erkâna anlatmasına rağmen [18] Paşa’nın kumandan olması, daha münasip birinin bulunmamasından ve hakkındaki emniyet ve güvenden ileri geliyordu. [19] Zaten Paşa da bu noktada şahsiyetin önemli olmadığını, önemli olan şeyin vatan ve milletin böyle bir felaketten en az zararla kurtarılması gereğine olan inancı nedeniyle bu görevi kabul ettiğini ifade etmektedir. [20] Balkan Harbi sırasında Anadolu Şark Ordusu Kumandanlığı’nı [21] kabul etmek zorunda kalan Abdullah Paşa hayatının ilk ve son talihsizliğini bu harpte yaşamış, sadece Osmanlı Devleti’nin değil, Paşa’nın da talihi bu harpte dönmüş ve 22 Birinciteşrîn (Ekim) 1912 Kırklareli ve 29/31 Birinciteşrîn (Ekim) 1912 Lüleburgaz hezimetlerinden dolayı Divan-ı Harp’te hesap vermek zorunda kalmıştır. [22] Abdullah Paşa beraat etmiş ise de 6 Ocak 1914’te emekliye ayrılmıştır. [23] Mütareke devrinde Ahmed Tevfik Paşa (Okday) kabinesinde Harbiye Nâzırlığı (11 Kasım-19 Aralık 1918) yapan paşa bir buçuk ay sonra istifa etmiş [24] daha sonra herhangi bir vazifede bulunmamıştır. Abdullah Paşa’nın Harbiye Nâzırlığı sırasında Enzeli’de bulunan ve Bakü’ye gelmeye hazırlanan İngiliz birliğinin Generali Thamson, Osmanlı ve Azerbaycan birliklerinin 17 Kasım sabahına kadar Bakü’den çekilmelerini istemiş ve o gün İngilizler kente girmiştir. Şehre genel vali olan Thamson bu dönemde Türklere ve Müslümanlara saldırmış, birçok kişiyi öldürmüştür. O sırada Tevfik Paşa hükümetinde Harbiye Nâzırı olan Abdullah Paşa, 21 Kasım’da yeni bir buyruk göndererek subay ve erlerin isterlerse Azerbaycan ve öbür İslâm devletleri hizmetinde kalabilecekleri yolunda eski buyruğun kaldırıldığını, dolayısıyla bunların tümünün Azerbaycan’dan ayrılmalarını, bunu dinlemeyenlere karşı kanunî işlem yapılacağını bildirdi. Bunun üzerine subay ve erlerin hemen tümü hem Osmanlı hem de Azerbaycan Hükümeti’ni güç durumda bırakmamak için Türkiye’ye döndüler. Bu gidiş Azerbaycan ordusunu çok güçsüz bir duruma düşürdü. 6 Aralık’ta Antranik’in Ermeni çeteleri Şosa’yı aldılar.

Kentte ve köylerde binlerce Türkü öldürdüler. İngilizler ise bu duruma seyirci kalmışlardır. [25] Abdullah Paşa’nın son görevinden ayrılışından ölümüne kadar olan dönemdeki hayatı hakkında fazlaca bir bilgiye sahip değiliz. Fakat ömrünün son yıllarında İzmir’e yerleşerek mütevazı bir hayat sürmeye başlamış ve nihayet 25 Nisan 1937’de İzmir’de ölmüştür. Mezarı İstanbul’da Büyükada’dadır. Paşa aile unvanı olan Kölemen soyadını almıştır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir