Adalet Ağaoğlu – Fikrimin İnce Gülü

Sürücüsüne göre balrengi olan Mercedes, sabırsız, nerdeyse son bir atılırola hızlandı. Bulgar çıkışıİlı geride bırakıp girişe yaklaştı. Orada yavaşladı. Yavaşla… Yavaşla… Bırak geçsin bokoğlu bok! Hasköy mü, Haskova mı, ne cehennemse, ordan bu yana caruma okudu hokkabaz. Eğlendi benimle… Güldenhouse’unun içine sıçıym senin! Geç, hadi geç!. Gir içeri de, orda görüşürüz. Benim, o koskoca Volvo Transport’larla bile böyle başım ağrımadı be!. Yürüsene hokkabaz arabası! Yaşı geçmiş boyalı orospu! Olup olmuşu bir kamyonetsin işte… Dökülen bir kamyon et… Lakin, herif, bu süslü döküntüye bir Mercedes 280 motoru oturtmadıysa bana da Bayram demesinler! Bayram’ın gözüne, direksiyonuna kurulduğu Mercedes’i bütünüyle bir kez daha göründü. Yüreğiyle bir kez daha tozunu aldı; sevip okşadı onu. Güvenle kaykıldı arkasına. Oturduğu yere, salt geçmiş yılların değil, çok uzun bir yolun yorgunluğunu da hemen hiç duymaksızın, keyifle yerleşti. Ayağım gazdan usulca çekti. Karoserine boydan boya Güldenhouse yazılı, şişko çıplak adamlar, doğada rastlanması olanaksız çiçekler ve sırtlana benzer hayvanlarla renk renk resimlendirilmiş kamyonete yol verdi.


Bundan yararlanan GG AN 321 plakalı mavi bir Taunus da, Bayram’ın M HU 617 plakalı Mercedes 230’unu solladı; gaziayıp öne fırladı. Sımr kapısı önünde fren yapıp durdu. Üstü resimli ve Güldenhouse yazılı kamyonet, 5 “FİKRİMİN İNCE GÜLÜ” yine Bayram’ın önünde kaldı. Bayram, karşısını büsbütün göremez, karşıdakilerce de hiç görülemez oldu. Sentetik hasırdan örülmüş tirol biçimi, deniz yeşili şapkasını düzeltti. Kırmızı üstüne kara baskı notalar, Franz Lehar yazılarıyla süslü gömleğinin açık yakasım çekiştirdi. Sabrına sabır katıp usul usul okşadı direksiyonu. Bu· girişi yol boyu bambaşka düşlemişti. önünde, yanında yöresinde hiç bir oto, hiç bir kamyon, kamyonet, ya da şu tren gibi uzun TIR’lardan bir teki bulunmayacaktı. Sınır kapısından .çıkan herkese ve sınır kapısında görevli bütün memurlara karşı öyle, balrengi, gıcır gıcır, süzülerek giriverecekti içeri. Kapıda yavaşlayacak, memurların, durması için ona saygıyla gösterecekleri yere doğru kayarak ilerleyecekti. Son yüz elli kilometrede bunu hep böyle düşünmüştü. Son otuz kilometrede ise, ön cama çarpıp kanayan en küçük sinek lekesini bile temizlemek için durmuş, dört kez de tozunu almıştı arabasının. Üstüne Güldenhouse yazılmış boyalı, resimli kamyonetin üst yanı çıplak, sakallı ve sıska sürücüsü de Bayram’ın titizliğini daha ·ikinci rastlaşmalarında farketti. Yorgunluğunun, uykusuzluğunun üstüne tuz-biber ekti onun. Böylece, sabahın alacasında Bayram, kendi yüzünü sık sık görmek zorunda kaldı.

Güldenhouse’un, peşinden hep öyle, arsız bir kedi gibi gelip gelmediğini anlamak için, dikiz aynasında kendi gözleriyle de karşılaştı. Özellikle son üç yılda ne denli yaşlanmış olduğunu ilkin, işte bu Güldenhouse hergelesi yüzünden anladı. Daha kötüsü, bu titrek sakallı herif, Bayram’ın içinde sürekli döndürdüğü, tadına doyum olmayacak bir filmi yeniden yeniden seyretmesine izin vermedi. Onca inatla sürdürülmüş bir koşunun son noktasına giriş demek olan filmi. Kamyonetin sürücüsü, günün ilk ışıklarıyla sırtındaki 6 “FİKRİMİN İNCE GÜLÜ” fanilayı çıkarıp atmıştı. Gittikçe yükselen ve şimdiden yakıcı olan güneş, seyrek kıllı beyaz göğsünü sevindiriyordu. Kıvanarak ikide bir Bayram’ın önüne geçiyor, elini çıplak göğsüne sürterek ccOhh… Oh … ” yapıyor, sağ tekerini inadına toprak banketten geçirerek ortalığı toza boğuyor, ya da bir domatesi yarım ısırıp salıveriyordu Mercedes’in üstüne. Sonra yeniden yavaşlıyor, yeniden Bayram’ın geçmesine izin veriyor … Sarı, kıvırcık sakallarını titreterek gülüp selamlıyor Bayram’ı. Cılız göğsünde ince bir zincir sallanıyor. Bayram, arabasının iyi cins, lekesiz aynasında kendi yüzünü ilkin bilmeden gördü. Bu’ şapka, o kravatlar, arka cama bir naylon torbada asılı o takım elbise, bir fotoğraf makinesi, yine kendine sentetik bir yağmurluk, bu Franz Lehar’lı gömlek, sonra, Mercedes’in bütün geçmiş yıllarına ait modelleriyle desenlenmiş bir başka gömlek, -fakat bunu varışa saklıyor. Akşama, varacağı yere Mercedes’iyle takım girecek … – bütün bunları alırken, alıp Mercedes’ine yerleştirirken, sonra da içine kendi kurulup yola çıkarken yüzü hep ilgisinin dışındaydı. Yüzüne bakmaya, ordaki çizgilerde yılları kurcalamaya zamanı olma.: dı. Ama, kamyonetin sürücüsü Bayram’la oynamayı sürdürdükçe, sık sık aynada kendi yüzüne bakarken yakalıyor kendini.

Orda, bu Mercedes’in içine daha çok yaraşacağını sandığı, bir zaman öncesinin tutkulu bakışlı, kıvılcımlı, esmer delikanlısını görmeyi umuyor. Nerde? Aşağı doğru damar damar sarkan yanakları,’ sağ gözünün altındaki bir yanık izi, derine kaçmış gözleri, sarı-kara yüzünde cansız, mat, sigara isi bir kırçıllıkla uzayıvermiş sakallarıyle; ağzını açtıkça, sol üstten ikisinin eksikliği hemen görünen dişleriyle karşılaştıkça içini biber yutmuş gibi bir acılık çabucak dalayıp geçiyor. Bu Mercedes’in 7 “FİKRİMİN İNCE GÜLÜ” direksiyonu başına artakalan Bayram’ı, aynada artık salt kendisinin s�çebildiği, gözlerinin kuytularına çöreklenmiş bir ışıltı, bir de, gürlüğünü, sertliğini hala saklayan, sadece rengi güneşsiziikten birazcık paslanm�ş izlenimini veren kaşlarıyle ulaşacağı yere ulaşınaya değer buluyor. Geriye artakalan o gizli ışıltı ve bu kaşlar, Mercedes’in pırıl pırıl dikiz aynasıyle birleşinc� Bayram’ın içine yine de usuldan bir gönenme yayılıyor. Bu yüzü sevmeye hazır buluyor kendini. Bu yüzü kutluyor. Yazık ki, Güldenhouse’un maraz suratlı sürücüsü, sık sık yitirip yeniden bulduğu şu tadın sürekli olmasını engelleyip durdu işte. Hele bu, en önemsediği anda … Canının ne istediğini bilmedim değil orospu çocuğunun… Hep bildim ülen niye kaşındığını. Kalıbımı görüp ağzının suyu aktı değil mi? Elbeet… Otuzumu yeni aştım daha. Kırkıma çok var. Hem çook… Or am yumuşamadı. Adam dediğin, bizim oralarda, kalburu yerden kaldırabildiği zamanca adamdır. Kalburu yerden kaldırıyorsa noksan basmaz. Hedefi şaşmaz evet. Lakin, becermemi istedin diye becerecek değildim seni.

Bak haı’a kuyruk sallıyor! Yürüsene be! then, taksime bir zarar gelmeyeceğini bilsem, kı çından sürerdim ya ben seni şimci … Süslü kamyonet nazlıca ierledi. Girişe doğru içeri, Bulgar Sınır Karakolu’na doğru ise dışarı açılmış demir kafes kapılar turuncuya boyanmıştı. Yolun iki yanında birkaç akasya ile zeytin ağacının yaprakları, üstlerinden sabahın serinliğini hemen atmış, şimdiden nerdeyse iyice ısınmıştı. Haziran sonunun sabah güneşi, bunaltıcı bir günü haber veriyor. Üstü resirnli kamyonet sağdan girdi. Motoru çalışırken bekledi. Boz gömlekleriyle kapıda dikilen üç memur8 “FİKRİMİN İNCE GÜLÜ” dan biri, düğmesine basılmışçasına, sol kolunu yukarı, Güldenhouse sürücüsüne uzattı. Sürücü, beklenen kağıtları verdi. Memur, şöyle bir göz attı kamyonetin içine; ccgeçıı ve ccilerleıı işareti yaptı. Kamyonet ilerledi. Sağa kıvrıldı. Gitti, Gümrük Kontrol’ün karşısında, kendisine gösterilen yerde durdu. Bayram, artık inadına acele etmedi. İnadına hemen sürmedi Mercedes’ini. Önü iyice açılsın, memurların hepsi, sımr giriş kapısı ile sınır giriş yolu arasında kalan alandaki herkes tam karşıdan, girişini bütünüyle görebilsin istedi.

Memur şimdi mavi Taunus’a bakıyor. Bayram da eğilip, siyah parlak ön tabloya yeniden birikmiş ince tozu üfledi. Omuzlarını dikledi. Uzanıp sol dikiz aynasım düzledi. Arkadan alt yam yeşil, üst yam kara, eski bir Ford Escort’un çabucak yaklaşmakta olduğunu o sıra gördü. Ford’un önünde, çelimsiz bir sürücünün yanında anaç bir kadın oturuyor. Arkalarında o denli eşya yığılı ki, geride daha başkalarımn da olup olmadığı. seçilemiyor. Ford’un üst bagajına, büyük naylon torbalar içinde birkaç denk bağlanmıştı. Naylon torbalardan en üstteki yırtılmış. Yırtıktan dışarı, şişirilmiş, koskocaman bir tirnsalım kuyruğu sarkıyor. Kuyruğu seçer seçmez anladı Bayram. Bizim V eligil bunlar!. Şuna bak. Salkımsaçak.

Bir de kalkmış, eşyalarımn yarısım sana yükleyeceklerdi Balkız. Ben çocuklardan birini almayınca eşyaların yarısını, hele o televiz�onu bize yükleyivermek için amma direttiydi bu Veli. Oğlum, sen ne diyorsun be? . Kıyabilsem Balkız’ıma, ben kendim için, hısım akrabam, eşim dostum için, değil mi ya, yüklenirdİm bir iyice. Bak, amcamız hastaymış da, ona bile eli boş gidiyoruz. Hasta adam kravatı, gömleği ne yapsın? Bari, başucuna bir radyo alsaydım, pilli… Yükleyecek olsam ben, değil mi ya a Veli, 9 “FİKRİMİN İNCE GÜLÜ” seni mi beklerdim? Ford’un da iyice canına okunmuş … Gördün ya Balkız? Bunlar bizden bir gün önce çıkmadılar mıydı yola? Ee, arızalanmışlardır tabii… Çocukların da ikide bir çişi gelmiştir. Hadi canım! Lafa bak lafa! Çocuklardan birini yanıma alacakmışım . Tükrüğünü, sümüğünü yeniı kılıfımıza silecek de . Kapılarımızı ayaklarıyla, camlarımızı elleriyle çizip kirletecek de… Adam kendi bile oturmaya kıyamıyor, değil ki. Bayram gaziayıp ilerlemeden Ford kornasını öttürdü. Cırt cırtt!, Bayram içinden güldü. Kornadan gel. Tanımadılar bizi. Tanısalar, hadlerine mi düşmüŞ cırt cırttt… Düdük. Bastı Mercedes’in kornasına.

Traray trarayy!. Ne güzel be! Ne güzel bir ses bu!. Kadın sesinden güzel. Bütün türkülerden, bütün şarkılardan güzel. Traray trarayyy!. Turuncuya boyalı kapının yanında duran memurlardan kapkara gözlüklüsü Bayram’a haykırdı: •- Cakayı bırak da yürü! n Askerliğini Gevaş’ta, bir jandarma çavuşunun kariyolüne sürücülük ederek yaptı Bayram. Komandoların �ilah kaçakçısı yakalamak için Uludere’de, Hoşap’ta verdikleri baskınlara, üstlerinin buyruğu, onlar da katılırlardı. Van’dan doğru, Gevaş’tan doğru, Hoşap Kalesi’ne uzanan tozlu yolu tüttürerek, keyfinden narala,r salıverecekmiş gibi sürerdi kariyolü. Jandarma Başçavuşu, onun böyle cakalı, tumturaklı; üstüne bindikleri bir lunaparkın yalandan çarpışılan elektrikli arabalarıymışçasına kariyol sürüşüne sık sık öfkelenir: ıı- Cakayı bırak, bakoğlu bok! Canımı sen vermedin. Sürdürürüro piyadeye haa! . Anam avradım olsun sürdülO “FİKRİMİN İNCE GÜLÜ” rürümıı der, mavzeriyle Bayram’ın böğrüne böğrüne dürterdi. Askerliğinin son aylan, hep bu huyundan ötürü Diyarbakır-Siirt İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı emrinde geçti. Bu kez de, Diyarbakır Cezaevi yönetiminde görevli üsteğmenin cip sürücüsü olarak. Cezaevi’nin kapısına yaklaşırken, içerdeki bütün tutukluların birer delikten kendi sürücülüğünü, yalnız bunu seyrettiklerini sanırdı. Cipi hoplatıp zıplatıp iyice barbarlaştırarak koyverirdi taa karşıdan.

Taş, tümsek tanımaz, onu sihirli bir Hint seecadesine benzetrnek isterdi. Tek düşüncesi, bütün tutuklulara, bütün Cezaevi personeline, kendisinin bir direksiyon başında olduğunu göstermek… Görenlere, daha çok bir merkebi hoplatıyormuş izlenimi verirdi ama. Yine de, cipin üstünde iken görünmeden, ilgileri toplamadan geçip gitmektense Bayram cipiyle Dicle’ye yuvarlansın, orda boğulup yitsin daha iyi. Böylece, üsteğıneni de, bir ere yapılandan daha çok horlama, dövme olanağı buldu Bayram’ı. Onu kayıştan geçirmediği zamanlar en tatlı sözü: ((- Oha hayvan! Oha hayvan! Oha öküzoğlu öküz, ohaa!.ıı idi. Cezaevi’ne yaklaşırlarken en sık yinelediği ise: “- Akşam, tekmilde bu cakanın içine sıçacağım yine.!.ıı Bir kez de Dicle kıyısında cipi durdurtmuş, Bayram’ı cipin önüne sırtüstü, bir pösteki örneği yatırtmış, direksiyona da kendisi geçip motoru çalıştırmıştı. Cip homurdanıyor. Durduğu yerde ha yürüdü, ha yürüyecek. Yer de nere? Tam Bayram’ın karın hizası. Tekerlekler az sonra nerdeyse gövdesine teğet geldi. Üsteğıneni onu ezmeye hevesienirken bir yandan da:

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir