Ahmet Hür – Her açıdan Lozan Konferansı

İzmir’in işgaline izin verilmesinin gizli nedeninin, İtalyanların kendi başlarına fiili bir işgale kalkmalarından korkulması olduğu genel olarak kabul edilir. Çünkü Bağlaşıkların/Müttefiklerin 1917 yılında yaptıkları gizli anlaşmada Batı Anadolu İtalyanlara verilmiştir. Rum/Yunan azınlığın can ve mal güvenliği gerekçesi ise, doğru bir gerekçe değildir. Zaten daha sonra Müttefiklerde/Bağlaşıklarda bu gerekçenin doğru olmadığını kabul etmek zorunda kalırlar. “12 Ekim 1919’da İstanbul’daki Müttefikler arası Komisyon’un İzmir’ in Yunanlılar tarafından işgali hakkında vermiş olduğu rapor şu sözlerle başlıyordu;‘Yapılan soruşturma göstermiştir ki, mütarekeden beri Aydın (İzmir) vilayetindeki Hıristiyanların genel durumları memnunluk vericidir ve güvenlikleri hiçbir zaman tehlikeye düşmemiştir. İzmir’in işgali, yanlış bilgilere dayanılarak Barış Konferansı tarafından emredilmişse, bunun ilk sorumluluğunun, yukarıda belirtilmiş olan gerçekler hakkında yanlış bilgiler vermekte ısrar etmiş olan hükümetler ve kişilere ait olması gerekir. Onun için, bu işgalin hiçbir şekilde haklı olmadığı ve Türkiye ile Müttefikler arasında imzalanmış bulunan Mütarekenin şartlarını ihlal ettiği muhakkaktır.’(Türkiye-1 Arnold J. Toynbee. Cumhuriyet gazetesi yayını. Aralık 1999. Sf:84) “İzmir’de oturan Avrupa kolonisi, İstanbul İngiliz Yüksek Komiserliği, bu delice kararın doğuracağı tehlikeler üzerine dikkati çektiler. Kabine üyesi Lord Curzon bile, 18 Nisan 1919 muhtırasında şöyle diyordu:‘-Selanik kapılarının beş mil dışında asayişi sağlayamayan Yunanistan’ın Aydın vilayetinde barış ve güvenlik sağlamakta nasıl görevlendirilebileceğini anlayamıyorum’”(Atatürk Anadolu’da. Tevfik Bıyıklıoğlu. Cumhuriyet gazetesi yayını.


Mayıs 2000. Sf:16) Ancak, İzmir’in işgalinde Yunan ordusunun direnişle karşılaşmaması da ayrı bir konudur. Yunan başbakanı Venizelos bile İzmir’in çok kolay işgal edilemeyeceğini düşünüyordu. Bunun için Paris’te 10 Mayıs’taki oturumda, İtilaf devletlerine, Türklere çıkarmadan en fazla on iki saat önce haber verilmesini, bu durumda dahi Türklerin ne yapabileceğini kestirmenin zor olduğunu ve işgal için tehlikenin hep var olduğunu belirtmektedir.(Atatürk Anadolu’da. Tevfik Bıyıklıoğlu. Cumhuriyet gazetesi yayını. Mayıs 2000. Sf:17) “Böylesine bir karşılamanın sorumluları da vardı; Bunlar İzmir Valisi İzzet ile Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa’ydı. İşgali önceden bilmelerine rağmen tek kurşun dahi atmadan, hiçbir tepki göstermeden koskoca şehri Her Açıdan Lozan Konferans an Lozan Konferansı 11 düşmana olduğu gibi teslim etmişlerdi.” (Türk Devrimi Tarihi. İlhan F. Akın. Üçdal Neşriyat Yayınları.1984.

Sf:63) Yunanlıların İzmir’i işgal ettiği gün, İstanbul hükümeti ise memurların yol masrafları konusunu tartışmaktaydı. Sonuçta, Anadolu’da ve Osmanlı Devleti’nin içinde örgütlenmiş olan İttihat ve Terakki düşüncesi, padişah ile Hürriyet ve İtilaf düşüncesine karşın, Anadolu’da milli mücadeleyi örgütlemiş ve Büyük Taarruz ile de son noktayı koymuştur. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın İzmir’e gelişi ile Türk Yunan savaşı fiilen bitmişti. Ancak İstanbul, Boğazlar ve Trakya hala işgal altındaydı. Bağlaşıklar/Müttefikler derhal Mustafa Kemal Paşa ile görüşme yollarını aradılar. Önce Fransız Yüksek Komiseri General Pelle İzmir’e gelerek, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ile görüşür. Fransız General, tarafsız bölge olarak ileri sürdükleri bölgelere Türk askerinin girmemesi gerektiğinden söz eder. Mustafa Kemal Paşa, tarafsız bölge diye bir bölge tanımadıklarını ve Trakya’nın işgaline son verilmediği sürece Türk askerinin yürüyüşüne devam edeceğini söyler. Mustafa Kemal Paşa’nın haklı tutumu üzerine, daha önce Ankara’ya gelmiş olan Fransa’nın eski bakanlarından Mösyö Franklin Buyyon, gemiyle İzmir’e gelerek barış görüşmelerine başlanılacağını söyler. Nitekim Fransız, İngiliz ve İtalyan dışişleri bakanları İzmir’de bulunan Mustafa Kemal Paşa’ya telgraf çekerek, barış görüşmelerine acilen başlanılacağını, Türkler dışında, İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan, Japon, Romanya, Sırp, Bulgar, Slovan temsilcilerinin katılacağı bir konferans için Türk tarafının delege göndermeye hazır olup olmadığını sormuşlardır. Ayrıca telgrafta, Türk Yunan barışı içinde çalışılacağı belirtilmektedir. Söz konusu telgrafta özetle, tarafsız ilan edilen bölgeye Türk askerleri girmez ise, Trakya’da Edirne’ye kadar olan kısmın Türklere verilmesi için çalışılacağı, Yunan askerinin Doğu Trakya’dan çekilmesinin sağlanacağı, Milletler Cemiyeti kararları altında Çanakkale’nin serbestinin sağlanacağı, yapılacak barış anlaşmasının sonunda, İstanbul’un Türklere teslim edileceği, İzmir ya da Mudanya’da bir ateşkes anlaşmasının yapılması istenmektedir. Mustafa Kemal Paşa ve kurmay heyeti bu önerilere sıcak bakarlar. Bu arada İzmir ile Ankara arasında doğru düzgün iletişim 12 Ahmet HÜR hmet HÜR kurulamamaktadır. Mustafa Kemal, hükümet üyelerinin İzmir’e gelmesini ve gelişmeler hakkında görüş alışverişinde bulunmak ister.

Oysaki Ankara kaynamaktadır. İktidar hırsı pek çok duygunun önüne geçmiştir. İlk meclisin Komünist milletvekillerinden Muhiddin Baha, Falih Rıfkı Atay’a, İzmir’in Kurtuluşu sonrası, Mecliste bu duruma sevinmeyen milletvekillerinden söz etmiştir. “Onlarda (Muhiddin Baha ve arkadaşları) sevinçten ne yapacaklarını bilmiyorlarmış. Mecliste bir aralık ellerini yıkamaya gitmiş. Asık suratlı bir milletvekili görmüş. Mustafa Kemal muhaliflerinden biri; -Yahu nedir bu halin? diye sormuş. Öteki dudaklarını sıkarak: -Ne var sanki? Nasıl olsa İzmir’i bize vereceklerdi. Nesini büyütüp duruyorsunuz? Diye çıkışmış da, sonra da; -Yunanlılardan kurtulduk. Bakalım Mustafa Kemal’den nasıl kurtulacağız? Demiş. Evet, muhalifleri ve rakipleri sapsarı idiler. Ah! Bir kurşun, son Yunan kurşunu Mustafa Kemal’in göğsüne saplanamaz mıydı? Doğu böyledir dostlarım. Doğu’da kin, kolayca hıyanete kadar götürür. O gün sapsarı kesilenler veya onların kinini güdenler, şimdi bile o günün hatırasını söndürmeye uğraşmakta değil midirler? Doğu kini, vicdanları saran bu kanser… Kanserlerin en habis soyu!”(Çankaya-3 Falih Rıfkı Atay. Cumhuriyet gazetesi yayını.

Kasım 1999. Sf:117) Mustafa Kemal karşıtı bazı milletvekilleri, İzmir’in kurtarılması ile zaferin kazanıldığını, Mustafa Kemal’in tüm görevlerinden istifa ederek köşeye çekilmesi gerektiğini söyleyecek kadar gözü dönmüştür. On sekiz Eylül’de Başbakan Rauf (Orbay) Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın teklifini meclise sunduğunda, muhaliflerden Hüseyin Avni Bey ve Çolak Selahattin, Meclisin üzerinde güç olmadığını, kimse meclisin hükümetini ayağına çağıramayacağını, çok istiyorsa kendisinin Ankara’ya gelmesini dile getirirler. Tartışmalar sonucunda sağduyu hâkim olur ve hükümeti temsilen Başbakan Rauf Bey ile dışişleri bakanı Yusuf Kemal Bey İzmir’e hareket ederler. Sonuçta Mudanya’da ateşkes için masaya oturulmasına karar verilir. Mudanya’da İngiltere’yi Yüksek Komiser General Harrington, Fransa’yı General Charpy, İtalya’yı General Monbelli, Türkiye’yi de İsmet Paşa temsil edecektir. Her Açıdan Lozan Konferans an Lozan Konferansı 13 Türk heyetinde Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’nın yanında, Batı Cephesi Kurmay başkanı Asım (Gündüz) Paşa, Batı Cephesi Harekât Şubesi Müdürü Kurmay Yarbay Tevfik (Bıyıklıoğlu) Bey de bulunmaktaydı.(Mudanya Mütarekesi. İsmail Eyyüpoğlu. Atatürk Araştırma Merkezi.2002. Sf:138) İsmet Paşa, Tevfik Beyi Lozan’a da götürecek ve Musul sorununda, Tevfik Beyin yanlış yönlendirmesi sonucu Kuzey Irak’ın Süleymaniye, Refanduz bölümü Türkiye’ye katılamayacaktır. İngiliz, Fransız, İtalyan generaller, 3 Ekim 1922 günü Mudanya’ya gelirler. Mudanya Konferansına Yunan temsilcileri alınmaz. Yunanlıları, felaketlerine yol açan büyük ağabeyleri İngilizler temsil edecektir.

Bir haftalık görüşmeler sonrasında anlaşmaya varılır. Doğu Trakya’nın bir buçuk ay içinde –savaşmadan- Yunan ordusundan temizlenip, Türkiye’ye iadesi İsmet Paşanın önemli bir başarısıdır. Yine İstanbul’da ve boşaltılan Trakya’da asayişin sağlanması için sekiz bin kişilik Jandarma kuvvetinin yollanması, Bağlaşıklarca kabul edilir. 19 Ekim 1922 tarihinde Refet Paşa, Trakya Olağanüstü Komiseri olarak “Gülnihal” gemisi ile İstanbul’a gider. İstanbul’da coşkulu bir kalabalık ile karşılanır. Karşılamaya gelen Veliaht Abdülmecit efendinin yaveri ile Refet Paşa arasında geçen şu diyalog önemlidir. “Gemiye ilk çıkan Veliaht Abdülmecit Efendinin yaveri Remzi Bey, Refet Paşa’ya; -Saltanatın veliahttı adına hoş geldiniz. Der. Refet Paşa’da; -Abdülmecit Efendi, saltanatın değil, yüksek makam olan hilafetin veliahtıdır. Diye cevap verir.”(Rauf Orbay. Aksel Keskin. Parola yayınları.2014. Sf:195) Bu diyalog, işbirlikçi saltanatın suyunun ısındığının açık bir kanıtıdır.

Bağlaşıklar, konferansın Lozan’da yapılmasına karar verirler ve 28 Ekim 1922 tarihinde Ankara hükümetini davet ederken, İstanbul hükümetini de davet ederler. Bunun üzerine sadrazam Tevfik Paşa Ankara’ya bir telgraf çekerek ortak bir heyetin Lozan’a gitmesini teklif eder. Telgrafta; “Konferansa Babıâli ve Büyük Millet Meclisi de davet edildi. Babıâli’nin gitmemesi, altı asırdan bu yana Levent Şahverdi Arşivi @ 14 Ahmet HÜR hmet HÜR kurulu olan bütün İslam âleminin ilgili olduğu tarihi hüviyetini yıkılmaya mahkûm etmek, Büyük Millet Meclisinin gitmemesi ise dünyanın özlediği ve beklediği barışı sonuçsuz bırakmaktır.” demektedir. (Rauf Orbay. Aksel Keskin. Parola yayınları.2014. Sf:196) Başta Mustafa Kemal olmak üzere meclis, telgrafı duyunca ayağa kalkar. 30 Ekim 1922 günü meclis Tevfik Paşa’nın telgrafını konuşmak üzere toplanır. Mecliste bulunan birinci ve ikinci grubun adeta yarıştığı ve öneriler sunduğu Saltanatın kaldırılması, yeterli çoğunluk olmadığı için ertelenir. Aslında ertelemedeki amaç, önergelerin ortak komisyonda ele alınıp, tek bir önerge olarak meclise sunulması ve dünyaya Meclisin tek ses olarak seslenmesidir. Grupların önerileri ortak komisyonda otuz bir Ekim günü ele alınarak sonuca bağlanır ve 1 Kasım 1922 tarihinde Saltanatın kaldırılması oy birliği ile gerçekleşir. Padişah Vahdettin on Kasım günü selamlıkta, camide okunan hutbede saltanat unvanının çıkarılmış olduğunu sadece halife unvanının kaldığını görünce durumu anlar.

Namazdan sonra okunacak mevlidi beklemeden Yıldız sarayına döner. “50 Soruda Milli Mücadele” isimli kitabımda ayrıntılı olarak belirttiğim üzere Vahdettin 16 Kasım 1922 akşamı “Malaya” isimli İngilizlere ait askeri gemi ile ülkesinden kaçar.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir