Ahmet Yılmaz Boyunağa – Hilal Uğruna

Amiens Şatosunun önündeki çimenlik alanda, on-beş kadar genç, ata biniyor, kılıçla çarpışıyor ve ok atıyorlardı, iki ok atımı kadar geniş olan bu çimenlik saha, doğu tarafında bir ormanla kesiliyordu. ikindi zamanıydı. Gençler beşer kişilik kısımlara ayrılmıştı. Birinci kısım uzaktaki bir hedefe ok atıyordu. İkinci kısun, at üzerinde kılıç ve giırzle çarpışıyordu. Üçüncü kısmadaki gençler de, atlarını yarıştırıyordu. Şatonun önünde kurulmuş tahta sıralara oturan asiller, gençleri teşvik ediyor ve onların başarılanın alkışlıyorlardı. Asillerin gerisinde Şatonun hizmetkârları ayakta duruyor ve onlar da ağızlan açık ve hayranlıkla bu gençlere bakıyorlardı. Hizmetkârlar arasındaki ihtiyar bir adanı, yanındakilere : — Marsel’i görüyor musunuz? Ne güzel çarpışı yor!. Bakın, bakın, rakibini atının üzerinden yuvarla dı! diye konuşuyordu. Gözlerini, çimenlik sahadaki gençlerden ayırmayan orta yaşlı b i r i de : — Senin gözlerin Marsel’den başkasını görmüyor Franklen Baba! cevabını verdi. Bir kahkaha atan, başka biri: — Başkasını neden görsün ki?. Marsel’i yetiştiren o! diye konuştu.


5 Sevinç gözyaşlarını, elinin tersiyle silen Franklen Baba: — Bu günleri göremeyeceğimi zannederdim! O da oldu. Benden mutlu bir kimse yoktur burada! diye kendi kendine söylendi. Az önce konuşmuş olan orta yaşlı adam : — O kadar da değil Franklen Baba! Bu gençler senden mutludurlar. Az mı uğraştı zavallılar bugüne gelinceye kadar. Düşün daha çok küçük yaşta şövalye olmasına karar verilen bu gençler, yedi yaşlarına kadar annesi ve nedimeleri arasında eğitiliyor. Bu arada, kadınlara ayrılmış olan bölümün pencerelerinden ava giden atlıları ve savaşa giden şövalyeleri görüp, kahramanlık masalları dinleyerek büyüyor. Şatonun bahçesinde, kendisi gibi başka soylu çocuklarla oyunlar oynuyor. “Yedi yaşında da, yeni bir eğitime tabi tutuluyor. Onu yetiştirmek görevini bu del’a da baba ele alıyor. Babasının gözetimi altında bu küçük çocuk, kılıç kalkan kullanmasını öğrenip, çeşitli jimnastik hareketleriyle vücudunu geliştiriyor. Franklen Baba, konuşmasının sözünü kesti : — Okuyup yazma, dersleri almasını ve din dersleri almasını da unutma!. — Tabii!. Unutur muyum, okuma yazma dersleri de alıyor!. Üstü başı kir içinde olan onsekiz y i r m i yaşlarında bir genç de söze karıştı: — Okuma yazma dersleri de ha?. O kadar küçük çocuklar nasıl öğrenir ki? Bir defasında hanımımın bir kitabı elime geçmişti de, o yazıları nasıl okuyabildiğine hayret etmiştim. Kırk yıl uğraşsam okuyup yazamam ben!. 6 Orta yaşlı adam, bu gence küçümser bir şekilde baktı: — Haydi oradan budala!.

Tabii senin gibi ahmak kırk yıl uğraşsa da okuyamaz, ama bir soylu dört beş senede okur yazar olur. Onlarla bizim farkımız işte bu!. Onların kafası alır, bizimki almaz. — Niye ama?. Onlar da bizim gibi bir anadan ve babadan doğmamışlar mı? Franklen Baba gülümsedi: — Doğru söyledin evlât!. Onlar da bizim gibi bir anadan ve babadan doğmuşlar ama, şanslı ana ve babalardan. Onların ana ve babalan soylu kişilermiş, bizimkiler ise köylü. Biz onlarla aşık atamayız. Bu durumu kabullenmek zorundayız. Genç, biraz düşündü. Sonra omuzunu silkti ve az önce konuşana: — Devam etsene! dedi. Marsel ve diğerlerinin nasıl yetiştirildiklerini anlatıyordun. Anlat da dinleyelim. Adam nazlanmadı: — Çocuk okuma ve yazmayı, silâh kullanmayı öğrenirken, evin kâhyası da, çocuğa yemek yemesini, et kesmesini, kadınlaıı selâmlamasını öğretir. Çocuk bu yaşlarda, büyüklerin ziyafetlerine katılamaz ama sofralarında çeşitli hizmetler görür.

— Nasıl yani? — Yemek verir, istediklerini getirir. — Hizmetkâr yok mu da böyle yapıyor? — Hizmetkâr çooook; ama çocuğun hizmet etmede ne kadar başarı kazanırsa, ileride o kadar iyi şövalye olabileceğine inanılır da ondan. Çünkü yaygın bir inanca göre, «ancak iyi hizmet etmesini bilenler iyi komuta edebilirler!» 7 — Vay canına!. Bizler i y i hizmet ettiğimize göre ileride i y i birer komutan olacağız demektir. Oradakilerin hepsi de bu söze gülüştüler. Gürültüler kesildikten sonra anlatan: — Evet! Ne diyordum! diyerek sözlerine devam etti : Şövalye adayı oniki yaşına gelince de, baba ocağından ayrılıp bir başka şatoya gidip orada yetiştirilir! — O da neden? — Nedeni var mı, apaçık meydanda. Çocuk, ana baba kucağından uzaklaşıp hayatı tanısın diye! Genç hizmetkâr, muzip bir tavırla sızlandı: — Vah bize!. Dört beş yaşımızdan beri el kapıla-rındayız. Sıkıntıya alışmak bakımından bütün şövalyeleri geride bırakırız. Bize niye şövalyelik vermiyorlar ki? — Kolayı var!. Çık şu meydana, meydan oku o yiğitlere ve sen de şövalye ol!. — Beni de yıllardan beri kılıç kalkan kullanmaya, at sürmeye alıştırsınlar, o zaman nasıl meydan okuyacağımı görürsün!. — Bu olmayacağına göre, sen de sesini kes!. — Kestim, kestim. Haydi devam et!.

— Yeni bir Şatoya gelen Şövalye adayları, herkes tarafından sevgi ile karşılanır. Çocuk soylu bir kadının ya da erkeğin yanına verilip, ondan dersler alır. Bu arada, öğretmenler, çeşitli dersler verirler. Franklen Baba, söze karıştı: —• Ondört yaşına gelen Şövalye adayına da «Da-moisoan» adı verilir. Damoisoan olan genç de doğrudan doğruya bir senyör’ün hizmetine girer. Senyöre hizmet eder. Seyahatlarda, senyörün armasmı taşımak hakkına sahip olur. Ve işte bu sıralarda da, silâh kullanma eğitimi hızlandırılır. Bu arada müzik öğrenir, savaş hikâyeleri okur, ahlâk kitaplarını ve ansiklope8 dileri karıştırır. Nezaket kurallarını öğretin. Kadınlara karşı nasıl davranacağını, küçüklerini nasıl sevip, büyüklerini nasıl sayacağını öğrenir!. Genç hizmetkâr yine dayanamayıp bir soru sordu : — Franklen Baba, diyorlar ki Şövalyelik, kurallarının hepsini de Müslümanlardan almış. Herkes Franklen Baha’nın yüzüne baktı. Franklen Baba, bir müddet durup düşündü. Sonra : — Doğrudur! Ne yazık ki, bunu kabul etmek zorundayız.

Birgün Büyük Senyörümüzün ziyafetinde hizmet ediyordum. Kont Dübua’nın da aynı şeyleri söylediğini, Avrupalıların Müslümanlardan çok şeyler almış olduğunu belirttiğini kulaklarımla duydum! — Vay canına be! Bir de Müslümanlar hakkında söylenmedik şey bırakmazlar!. — Öyledir oğul!. A m a H ı r i s t i y a n h a l k ı Müslümanlar üzerine sürmek ve o Haçlı seferlerini yapmak için başka çare de yok. — Müslümanlar bizlerden medeniymişler ha? — Tabii!., öyle olmasa, bundan senelerce evvel, dükler, baronlar, senyörler oğullarını, Endülüs’e tahsil yapmaya gönderirler miydi? — Vay canına! Bunları bilmiyordum. Demek, dük, baron ve senyör çocukları, Endülüs’e tahsil için gönderilmişlerdi ha? — Sadece Dük ve baron çocukları değil; Kral çocukları da… Yani Prenslerde. — Uuuu!. Bu Müslümanlar ne bilgiliymişler ki, Prensler bile ayaklarına gitmiş. Franklen Baba, endişe ile etrafına baktı. Sonra : — Aman sus!. Asiller, konuştuklarımızı duyarlarsa derilerimizi yüzer içine ot doldururlar! — Neyse. Sen, deminki sözlerini bitir bakalım! 9 — Ne diyordum? Ha. Şövalye adayı yirmi yaşına kadar, az önce anlattığım şekilde y e t i ş t i r i l i r . Y i r m i yaşına gelince de silâhlarını kuşanıp şövalye olur.

Tabii, bu da bir takım kurallara tabidir. — Ne gibi? — Şöyle. Yirmi yaşına gelen ve eğitimini tamamlayan Şövalye adayı için silâh kuşanma töreni hazırlanır. Törenler, çoğu zaman bir şövalye için değil; şövalyelik eğitimini aynı zamanda tamamlamış pekçok aday için birden yapılır. Bunlar, hep birlikte silâh kuşanıp, şövalye olurlar. — Bizim buradaki şövalye adaylarımız için de aynı şey olacak değil mi? — Tabii!. On gün sonra bu adayların hepsi, Kralımız Filib Ogüst’ün Sarayında yapılacak muhteşem bir törenle şövalye olacaklar. — Âmân Allah’ım ne güzel!. Hem de Kralın sarayında? — Evet!. Şövalyeliğin çok çekici tarafları varsa da, s o r u m l u l u k l a r ı da bulunmaktadır. Meselâ, şövalye, daima hakkın ve adaletin savunucusu olacaktır. Orta. yaşlı bir hizmetkâr : — Öyle de, ben şimdiye kadar hakkın ve adaletin savunucusu şövalyeyi görmedim. Hakkın ve adaletin savunucusu değil de, adaletsizliğin savunucusu olarak gördüm onları! Yanındaki, arkadaşı bu söz üzerine arkadaşını dürttü: — Ne diyorsun Şad? Bunu bir duyarlarsa? Şarl, omuz s i l k t i : — Duyarlarsa duysunlar, ne çıkar. Şu sırtımı bir aç da kamçı izlerini gör.

Kendisine yemeği geciktirdi-ğ i m bahanesi ile, asil geçinen bir şövalyenin bıraktığı izler bunlar. 10 — Ne olursa olsun, sesini kes! — Kesiyoruz zaten. Kesmediğimiz zaman da ya kamçı sesleri ya da tokat şaklamaları duyuluyor ensemizde. Neyse, sen devam et Franklen Baba!. Franklen Baba nazlanmadı: — Şövalyeler yüklendikleri hakkın ve adaletin savunuculuğu karşılığında da bazı haklar elde ederler. Şövalyeliğin sağladığı haklar arasında, başlıcaları şunlardır: Bir şövalyenin mahkemede daima doğruyu söylediğinin kabul edilmesi hakki; şövalyelerden kurulu bir mahkemede yargılanmak hakki; sıkıntıya düşmesi halinde halk tarafından bakılma hakkı. Yine genç hizmetkâr, başını sallayarak söze karıştı : — İyi be!. Bu dünyada şövalye olmak varmış. Şövalye olduktan sonra, yan gel keyfine bak. Hem halk tarafından bakıl; hem de, söylediklerinin doğru kabul edilmesi. Ya bu şövalye sütü bozuk biriyse? Franklen Baba, acınacak bir tavırla büzülürken: — Aman sus, gözünü seveyim. Duyarlarsa mahvederler hepimizi de. Hiçbirimizin gözünün yaşına bakmazlar! diye fısıldadı. — Neyse be Franklen Baba! Korkacak ne var bunda. Hadi devanı et! Franklen Baba, kendini toparlamaya çalıştı ve devam etti : — – Bu haklara karşılık görevleri de vardır şövalyelerin.

Şövalye, kendisine baş vuran herkesin hakkını savunmak zorundadır. Bu iş için de bir karşılık isteyemez. Şövalyenin üstü başı temiz olmalıdır. Şövalye sözünün eri olmalıdır. Savaşırken hırslanmamalı, çarpıştığı kimseye kin beslemenıelidir. — Bunlar da çoğunlukla lâfta kalıyor! Franklen Baba kızdı 1 .1 — Lâf maf. Siz sordunuz ben de anlatıyorum. Sesler yükseldi: – Doğru! Doğru!. — Sen devam et Franklen Baba! — Arkadaşlar, sözünü kesmeyelim Franklen Ba-ba’nın! Franklen Baba devam etti: — Şövalye adayı, silâh kuşanma töreninden önceki geceyi bir kilisede geçirir. Kilisede iken, bütün bu görevleri düşünür. Eğer, bu görevleri yerine getireme-yecekse, ertesi gün bunu söyleyerek, silâh kuşanmaktan vaz geçmesi gerekir. — Hiç silâh kuşanmaktan vaz geçen olmuş mu Franklen Baba? — Hayır! Ben duymadım. — Ben de! — Ben de!. Devam et Franklen Baba! — Evet.

Geceyi vicdanıyla baş başa geçiren şövalye adayını ertesi gün, onu yetiştiren gelip alır ve yıkanmaya götürür. Şövalye iyice yıkanır. — O da neden ki?

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir