Alan W. Watts – Zen Yolu

“Bildiğin yol, en kısa yoldur” denir. Yolculuk^ne? şeyden önce bir cesaret işidir sonra da istikamet. Peki önünde yürünebilir bir yol olmayanlara ne denebilir, ya da yürüme heyecanı ile tutuşup da ayakları olmayanlara… Her-, halde hepsinden daha da acıklısı yürümek ihtiyacında olup da gerekli organlara sahip olmayanların durumu olsa gerek. Mesela bir yürek. Yollar, nefesler adedince… Mühim olan yürüme ko-> nusunda ki ısrar. Şarkta önce yap.sonra açıklarsın felsefesi geçerli olmalı. Birçok yol var ki, kılavuzları ardından gidenleri çok olmuş ama haritaları yeni çiziliyor. Zen bu yollar-içinde yine de en çok bümenlerinden. Kitaplar ile Öğrer nilecekler kısıtlı da olsa, en kısa, en sağlam, en doğru yol bilinse de, yol kültürünü geliştirme adına Zen Yolu mecburi bir argüman. Şule’ GİRİŞ Zen Budizm’in son yıllarda gittikçe artan bir ilgiyle karşılaşması dikkat çekici bir gelişme olarak duruyor önümüzde. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu ilgi öylesine arttı ki, daha şimdiden Zen Budizm’in Batı dünyasının düşünce ve sanat yaşamında önemli bir yer kaplayacağım söyleyebiliriz. Aslında bu ilginin, son dünya savaşının olumlu sonuçlarından biri olan, Japon kültürüne duyulan ilgi ve merakla ilişkili olduğunun iddia edildiğini biliyorum. Fakat bu coşkulu ilgi büyük olasılıkla geçici bir durumdur. Zen’e duyulan ilginin daha derinlerdeki nedeni ise Zen’in ortaya koyduğu bakış açısının Batı düşüncesinin gelişmekte olan yönüyle çok daha yakın olmasıdır.


Batı uygarlığının yıkıcı ve kaygılandırıcı özellikler taşıyan yönleri, bu uygarlığın aynı zamanda en yaratıcı dönemlerinden birini yaşadığını görmemize engel olmamalıdır. Batıda, psikoloji ve psikoterapi, bilim felsefesi ve mantığı, anlambilim felsefesi ve mantığı, anlambilim (se9 mantik) ve iletişim teorileri gibi, nispeten yeni alanlarda heyecan verici düşünce ve teorilerin peşi sıra ortaya atıldığı bir gerçektir bugün. Bu gelişmelerden bazıları Asya felsefesinin katkılarıyla ortaya çıkmış olabilir. Fakat genel anlamda; bir etkileşimden çok, bir paralelliğin sözkonusu olduğunu düşünüyorum. Öt e yandan, zaman içinde bu paralelliğin daha çok farkına varacağımızı düşünüyor, bunun da karşılıklı görüş alış verişini sağlayarak önemli gelişmelere yol açacağını umuyorum. Batı düşüncesi, içinde bulunduğumuz yüzyılda öyle değişimler kaydetti ki şu anda tam anlamıyla bir şaşkınlıkla karşı karşıyayız. Bu karışıklık sadece halk ve aydın tabakaları arasındaki iletişim zorluğuyla kalmıyor, düşüncemizin ve bugünkü tarihimizin gidişatı, aynı zamanda toplumsal kurum ve normlarımızın temelini oluşturan, kamu tarafından genel kabul görmüş varsayımları da baltalıyor. Zaman, mekan hareket, doğa, doğa kanunları, tarih, sosyal değişim ve son olarak insan kişiliğinin kendisiyle ilgili tanıdık terimler artık kullanılamaz duruma geliyor. Dolayısıyla, Budist doktrinlerin “Büyük Başlık” olarak adlandırdığı evreni -sınırları belli olmayan bir evrende— buluyoruz karşımızda ve bakıyoruz ki bir akıntıya kapılmışız üstelik. Böylesi bir dünyada batılı doktrinler, ister dini olsunlar ister felsefi veya bilimsel, yaşama sanatı bir yön verebilme konusunda fazla bir işe yaramıyorlar artık. Ve biz, kendi yolumuzu kendimiz bulma umutlarımızın kocaman bir rölativite/görecelik okyanusu içinde olduğumuzu görüyoruz; bu öylesine uçsuz bucaksız bir okyanus ki artık korkutucu olmaya başlıyor. Çünkü kesin kurallara, ruhsal ve psikolojik huzurumuzun devamlılığını sağlayabilmek için kendilerine yapışabileceğimiz sağlam prensiplere alışmışız bir kere…. Bu nedendendir ki, yaklaşık yüzelli yıllık bir süreden beri bu “Boşluk”ta kendisini evinde gibi rahat hisset10 miş, kültürel yönden yaratıcı bir yaşam biçimine bu kadar çok ilgi duyulmasının nedeni işte bu olsa gerek diye düşünüyorum. Söz konusu yaşam tarzı uBoşluk”ta sadece kendisini evinde gibi hissetmekle kalmadı; ondan hatın sayılır bir haz da duydu. Zen’in durumu, kendi sözleriyle ifade edilecek olursak kısaca şöyleydi; “Ne başımın üstünde bir tane tuğla Ne ayağımın altında bir parça toprak” “Tilkilerin inleri var kuşların yuvalan, fakat insanoğlu başım koyacak bir yerden yoksun” ifadesinin anlamını eğer gerçekten kabul etmeğe hazır olsaydık, Zen’in dili bize pek de alışılmadık gelmeyecekti aslında.

Doğrusunu söylemek gerekirse Uzakdoğudan, Zen ithaline taraftar değilim. Çünkü Zen şu anda bize oldukça yabancı olan kurumlarla iç içe geçmiş bir durumda. Fakat Zen’in kullanamayacağımız şeyleri içerdiği gibi kendi gittiğimiz yolda kullanabileceğimiz şeyler-i de kapsadığı şüphe götürmez bir gerçektir. Zen’in kendisini anlatmada kullandığı yöntem entelektüel bir kimse için olduğu gibi, ümmi bir insan için de kolay anlaşılabilir (veya şaşırtıcı) bir özelliğe sahiptir. Bu Zen’in kendisine özgü bir yeteneğidir, ayrıca Zen şu ana kadar keşfedemediğimiz iletişim olanakları da sunar bize. Dolaysızlığı, çabayı ve mizahı bulacaksınız Zen’de. Güzellik ve saçmalık hislerini aynı anda hem sinirlendirici hem de hoş bir biçimde kullandığını göreceksiniz. Fakat hepsinden de öte, kafamızı allak bullak eden ve son derece zor gibi gözüken problemlerimizi, ‘Bir fare dönerken neden?’ tipi sorulara çevirebilen bir özelliği vardır Zen’in temelinde; insanların acılarına ve kendilerini kurtarmaya çalışmaktan doğan mahvetmelerine, duyulan güçlü fakat tamamen hissiz bir acıma vardır. 11 Her ne kadar, en iyilerinden bazılarının baskıları tükenmiş veya kitapların elde edilmesi başka nedenlerden dolayı oldukça zor olsa da Zen hakkında birçok kaliteli kitap vardır. Fakat şimdiye kadar hiç kimse buna Prof. Suzuki de dahildir doğunun tarihsel gelişimiyle beraber Hint ve Çin düşünce yöntemleriyle de ilişkisini içeren kapsamlı bir çalışma ortaya koyamamıştır. Prof. Suzuki’nin üç ciltlik ‘Zen Budizm Yazıları’isimli çalışması Zen Budizm’in değişik konulan üzerine hazırlanmış bir dizi bilimsel çalışmanın sistematik olmayan bir toplamıdır. Konu hakkında yeterli bilgiye sahip ileri derecede bir öğrenci için oldukça faydalı olmasına rağmen genel prensipleri sindirmemiş normal bir okuyucu için oldukça karışık gelecektir. Yine Suzuki’nin Zen Budizm’e Giriş isimli eseri zevkle okunabilecek bir çalışmadır.

Fakat kapsam açısından biraz dardır ve bu eser sadece belirli konular üzerinde yoğunlaşır. Yine bu çalışma Zen Budizm’in Çin Taoculuğu ve Hint Budizm’iyle ilişkileri hakkında oldukça önemli bilgilerden yoksundur ve bazı konulan gereğinden fazla mistik bir havaya büründürmektedir. Suzuki’nin diğer kitaplan ise hepsi konu üzerinde önceden elde edilmiş ve konunun tarihiyle ilgili bir önbilgi gerektiren ve Zen’in bazı özel meseleleri üzerinde yoğunlaşan çalışmalardır. R.H. BLYTH’m “İngiliz Edebiyatı ve Doğu klasiklerinde Zen” isimli eseri elde edilebilecek en iyi başlangıç kitaplanndan birisidir, fakat bu kitap sadece Japonca basılmıştır ve yine bu kitapta geri plan hakkında bilgi içermez. Dağınık ve son derece kolay anlaşılabilir, bir gözlemler zincirlemesi olarak bu kitap konunun sunuşunu yapmaz. Benim kendi Zen Ruhu isimli kitabım ise, Suzuki’nin önceki çalışmalannın halk tarafından anlaşılabilir hale getirilmiş bir şeklidir. Bilimsel değildir, aynca bir çok yönden modası geçmiş kabul edilebilir, ve yanıltıcı olabilir. Sahip olduğu olumlu özellikleri ise sadece akıcı ve kolay olması12 dır. Christmas HUMPRETin “Zen Budizm” isimli kitabı ise sadece İngiltere’de basılmıştır ve o da Suzuki’nin çalışmalarının halk seviyesine uyarlanmış bir versiyonu gibidir. Bu kitap da Zen’i kültürel konumuna gerçekten oturtarak başlamaz işe. Canlı ve berrak bir ifade tarzı vardır, fakat yazar Budizm ve ilahiyat arasında benzerlikler olduğundan bahsetmektedir ki kanımca bu oldukça su götürür bir iddiadır. Batılı ve Asyalı yazarlarca hazırlanmış diğer Zen çalışmaları ise daha çok, uzmanlık gerektiren veya psikoloji, sanat ya da kültür tarihi gibi başka konular üzerinde ki tartışmalardan oluşmaktadır. Dolayısıyla konu hakkında sağlam temellere sahip düzenli ve kapsamlı bir çalışmanın olmadığını söyleyebiliriz.

Böyle bir ortamda Zen’in doğurduğu tüm coşku ve ilgiye rağmen, Batı dünyasının bu konu hakkındaki izlenimlerinin karışık olması pek de garip karşılanacak bir durum değildir. Öyleyse sorun böyle bir çalışmayı ortaya çıkarmaktır ki benim yaptığım da budur. Çünkü görünen o ki konuyu benden daha iyi anlamış olan insanların hiçbirisi böyle bir çalışmayı hazırlamaya istekli değil, sanırım ideal olanı böyle bir çalışmanın başarılı ve tanınmış bir Zen üstadı tarafından hazırlarimasıydı. Fakat şu anda yeterli İngilizce bilgisine sahip böyle bir kişi yoktur. Dahası, geleneğin özellikle de kurumsal hiyerarşinin içinden konuşan birinin olaya dışarıdan yaklaşan birisinin bakış açışım ve kavrayış tarzını yakalayıp yakalayamayacağı da gözönünde bulundurulması gereken bir konudur. Yine Japon Zen Üstatları ve Batılılar arasındaki iletişim engellerinden bir tanesi de temel kültürel öncüllerin farklılıklarının açıkça ortaya konulmamış olmasıdır. Her iki taraf da kendi gittikleri yola öylesine dalmışlardır ki kendilerinin iletişim yöntemlerinin sınırlarının farkında değillerdir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir