Amin Maalouf – Doğudan Uzakta

Adımda doğmakta olan insanlığı taşıyorum, ama ben nesli giderek tükenen insanlığa aidim, diye kayıt düşecekti Adam not defterine acı olaydan iki gün önce. Annemle babamın bana niye bu ismi koyduklarını hiçbir zaman öğrenemedim. Doğduğum ülkede pek rastlanan bir isim değildi ve ailemde de benden önce kimseye konmamıştı. Bir gün babama bunu sorduğumu, onun da “O hepimizin atası!” diye geçiştirdiğini hatırlıyorum, sanki ben bilmiyormuşum gibi … On yaşındaydım ve bu açıklamayla yetinmiştim. Belki de henüz hayattayken bu tercihin arkasında bir niyet, bir düş olup olmadığını sormalıydım ona. Bana öyle geliyor ki vardı. Babama göre, ben kurucular topluluğunun bir üyesi olacaktım. Bugün, kırk yedi yaşımda, bana biçilen görevin yerine getirilmemiş olarak kalacağını kabullenmek zorundayım. Ben bir soy zincirinin ilk değil son halkası, kendi insanlarımın en sonuncusu, onların birikmiş hüzünlerinin, hayal kırıklıklarının ve utançlarının emanetçisi olacağını. En berbat vazife bana düşüyor: Sevdiklerimi teşhis edeceğim, sonra başımı sallayacağını ve örtü yeniden yüzlerinin üstüne çekilecek. Ben nesli tükenenler görevlisiyim. Ve sıra bana geldiğinde hiç eğilip bükülmeden bir kütük gibi devrilecek ve duymak isteyenlere şunu yineleyeceğim: “Haklı olan benim, hatalı olan Tarih!” Bu gururlu ve saçma çığlık kafamda sürekli yankılanıyor. Zaten on gündür sürdürdüğüm gereksiz hac ziyaretinin alt yazısı da olabilirdi bu cümle. 9 Sular altında kalmış ülkeme dönerken kendi geçmişimin ve yakınlarımın geçmişinin bazı kalıntılarını kurtarabileceğimi düşünmüştüm. Bu konuda artık fazla bir şey beklemiyorum.


İnsan batışı geciktirmeye çabaladıkça, onu hızlandırma tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. Bununla birlikte, bu yolculuğa çıktığıma pişman değilim. Gerçi her akşam anavatanımdan niçin uzaklaştığımı bir kez daha keşfettiğim doğru; ama her sabah ondan niçin asla kopmadığımı da keşfediyorum. Suların ortasında Doğu Akdenizli inceliği ve dingin şefkat adacıkları bulmak en büyük sevinç kaynağım oldu. Bu bana, en azından şimdilik, yeni bir yaşama iştahı, savaşmak için yeni nedenler, hatta bir umut ürpertisi veriyor. Peki ya daha uzun vadede? Uzun vadede, Adem ile Havva’nın tüm evlatları yitik çocuklardır. 10 BİRİNCİ GÜN 1 Adam, Perşembe günü uykuya dalarken, uzun yıllar kendi isteğiyle uzak durduktan sonra, ertesi gün köklerinin bulunduğu ülkeye uçacağı ve bunu, bir daha asla konuşmamaya ant içtiği bir adamın yanına gitmek için yapacağı aklından bile geçmiyordu. Ama Murad’ın eşi, önünde durulamayacak sözcükleri bulmayı bilmişti: “Arkadaşın ölecek. Seni görmek istiyor.” Telefon saat sabahın beşinde çalmıştı. Adam el yordamıyla telefonu almış, ışıklı tuşlardan birine basmış ve “Hayır, emin ol uyumuyordum” diye cevap vermiş veya buna benzer başka bir yalan uydurmuştu. Telefonun diğer ucundaki kadın daha sonra “Onu veriyorum” demişti. Ölüm döşeğindekini dinleyebilmek için soluğunu tutmak zorunda kalmıştı. O vaziyette bile karşısındakinin sözlerini işitmekten çok tahmin etmişti. Uzaklardan gelen ses bir kumaş hışırtısını andırıyordu.

Adam iki üç kez “Tabii” ve “Anlıyorum” diye tekrarlamak zorunda kalmış, ama aslında ne bir şeyden “Tabii” diyecek kadar emin olabilmiş ne de bir şey anlayabilmişti. Karşısındaki sustuğunda, ağzından temkinli bir “Hoşça kal” çıkmış, daha sonra kadının telefonu 13 tekrar almadığından emin olmak için birkaç saniye beklemiş ve telefonu kapatmıştı. O zaman eşi Dolores’ e dönmüştü; Dolores ışığı yakmış ve yatağın içinde sırtım duvara dayayıp oturmuştu. Olayın artısını eksisini tartıyor gibiydi, ama aslında bir kanıya varmıştı. “Arkadaşın ölecek, sana telefon ediyor, tereddüt etmeye hakkın yok, gitmelisin.” “Arkadaşım mı? Ne arkadaşı? Yirmi yıldır konuşmuyoruz!” Gerçekten de yıllardır ne zaman Murad’ın adı geçse ve onu tanıyıp tanımadığı sorulsa, “Geçmiş bir arkadaş” diyordu. Karşısındakiler çoğunlukla “eski bir arkadaş” demek istediğini varsayıyorlardı. Ama Adam sözcüklerini rastgele seçmezdi. O ve Murad geçmişte arkadaştılar, sonra arkadaşlıkları bitmişti. Bu nedenle onun gözünde en uygun ifade “geçmiş bir arkadaş”tı. Normalde Dolores’in yanında bu ifadeyi kullandığında, kadın merhametli bir gülümsemeyle yetinirdi. Ama o sabah hiç gülümsemedi. “Yarın kız kardeşimle aram açılsa benim ‘geçmiş’ kız kardeşim mi olacak? Ağabeyim de ‘geçmiş’ ağabeyim mi olacak?” “Aile girince olay değişir, insanın seçim şansı yoktur … ” “Burada da seçim şansın yok. Gençlik arkadaşı, kardeş yarısıdır. Onu kardeşliğe aldığın için pişman olabilirsin, ama reddedemezsin.

” Adam, kan bağlarının niçin farklı bir doğası olduğunu ona uzun uzun açıklayabilirdi. Ama kaygan bir zeminde maceraya atılmak istememişti. Sonuçta eşiyle kendisi arasında da kan bağı yoktu. Bu nedenle şimdi birbirlerine ne kadar yakın olurlarsa olsunlar, yarın öbür gün birer yabancı olma ihtimali var mıydı? İçlerinden biri ölüm döşeğindeyken diğerini 14 çağırtsa, reddedilebilir miydi? Böyle bir olasılığı hatırlatmak bile alçaltıcı olacaktı. Susmayı tercih etti. Zaten akıl yürütmek hiçbir işe yaramıyordu. Er veya geç teslim bayrağını çekecekti. Murad’a hınçlanıp arkadaşlığını kesecek, hatta eşi ne derse desin, onu “reddedecek” bin bir neden ileri sürebilirdi; ama ölüm yaklaşırken bu bin bir nedenin hiçbir değeri kalmıyordu. Geçmiş arkadaşının başucuna gitmeyi reddederse, ömrünün sonuna kadar pişmanlık duyacaktı. Bu nedenle seyahat acentesine telefon edip, ilk aktarmasız uçuş için bir yer ayırtmıştı. Uçak o gün, saat on yedi otuzda kalkıp saat yirmi üçte iniyordu. Bundan daha hızlısı da elinden gelmezdi zaten.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir