Andre Lacaze – Tunel

Paulo törenin önemini hemen kavrayıvermişti. Jüri üyeleri önünden geçerken adalelerini kasarak Apollonvari bir poz aldı. Ama ne jüri! Elleri kırbaçlı, ayakları çizmeli SS subayları… Üç kişi başına çöküp orasını burasını mıncıklamaya başladılar. Kollar, baldırlar, kaslar. Sıra ağıza gelince Paulo kırbaç darbesinden önce davranıp ağzını açıverdi. Bembeyaz, pırıl pırıl, eksiksiz dişleri olanca güzellikleriyle ortaya çıktı. «Gut, iyi,» dedi mıncıklayan SS’lerden biri jüri başkanına dönerek. «Rechts, sağa,» diye karşılık verdi Mauthausen toplama kampının şefi olan albay. Sağa, bu sözcük 1943’ün bu ilkbahar sabahında pek önemli bir anlam taşımıyordu, ama links, sola, dendi mi, istikamet doğru firmaydı. Kurtuluş yok! Ne yazık ki, kafaları kazınmış, uzun donlu, sabahın dördünden beri esas duruşta bekleyen 2 500 Fransızın çoğu, Paulo gibi, bu esir pazarının ne anlama geldiğinin farkında değildi. Bu kılıkta bir araya getirilmeleri onları zaten yeterince şaşırtmıştı. Mahallelerinde bir Alman vuruldu diye rastlantı sonucu toparlanmış masumlar, bir sayın muhbir Kommandantur’a mektup yazdığı için tutuklananlar, okla altına gitmiş direnişçiler, komünistler, pezevenkler, kabadayılar, sahte polisler, karaborsacılar, bunların tümü hapisanelerde yer açılsın diye toplanıp buraya getirilmişlerdi. Paulo Chastagnier son gruba dahildi. Mesleğinin başlangıcında nerede karar kılacağını bilemeden her boyaya boyanmış, ne karı satma, ne üçkâğıtçılık, ne de hırsızlık zanaatlarında aradığını bulamamış, sonunda karaborsanın tam kendine uygun bir dal olduğuna inanmıştı. «Tam kafama göre iş,» derdi hep.


Ama kafasında son günlerde bir boşluk meydana gelmiş olmalı ki, tutuklanmasının nedenini bir türlü anımsayamıyordu: Cherche-Midi tutukevinde noktalanan karanlık bir tungsten hikâyesi. Tungsten sahteydi. Nazi asıllı uydurma bir’Belçikalı olan alıcı da öyle. Aslında böyle acemice yürütülmüş bir dümen Mauthausen bitirimlerinin hoşlanacağı türden değildi, ama serserilerin çoğu Paulo’ya karanlık yaşamlarının bir yerlerinde rastlamış olduklarından yine de onu kendilerinden kabullendiler. Boyun eğerek, «Paulo sapına kadar erkektir,» diye onayladılar. Ve tabii bu ağızdan ağıza yayıldı. Bitirimler arasında 23 yaşında böyle bir üne erişmek az buz iş değildi. Paulo kampa geldiğinde bu kabadayılık unvanıyla pek övünüyordu. Meslek yaşamı öylesine hızlı ve öylesine kolay geçmişti ki, hayatta başarıya ulaşmak için biraz pervasız olmanın, biraz da atıp tutmanın yeterli olacağına Đnanmıştı. Bu kamp yerinde bile! Üstelik gücü kuvveti, sağlığı yerinde ve kendini de cin gibi zeki sandığından, milyonlarca Fransızın bozgunculuk bedel; o-lan bu tutsaklığı ilk gün pek ciddiye almadi. Bu oldubittiden de kısa zamanda sıyrılacağma inandığından kampın kapısından içeri adımını atarken bile morali yerindeydi. Ama bu iyimserlik ancak bir gün sürdü. Paülo’nun dayılığı kimselere sökmez olmuş, Mauthausen’deki kalabalığın arasında eriyip gidivermişti. «Deli bunlar,» diye söyleniyordu. «Deliler ardsına düştük.

Üstelik bakıcılar zırdeli.» Oysa buraya gelirken durumla dalga geçmesini bilmişti. «Ne hınzır herifler şu Almanlar! Bize karılarımıza mektup yazıp yiyecek, giyecek dolu bavullar göndermelerini söylememizi istediler. Oysa gelir gelmez, kemerimizden başka herşeyi alıp bizi cıscıbıldak bırakıverdiler.» Ya bavullar? Hepsi karmakarışık, etiketsiz, adsız, bir kenara yığılmıştı. Ayrılığın acısını hafifletmek için gönül alma zamanı geçmişti. Cepleri dolar ve altın dolu pardösü-ler, saatler, alyanslar, şövalye yüzükler, çalışacakları yerdeki zavallılara koklatmak için en gizli yerlere saklanan elmaslar, hepsi yok olmuştu. En sulugözlüler bile yok olan hazinelerinin, sevgiyle hazırlanan bavullarının ardından ağlayamıyorlardı. Şaşkınlıktan donakalmışlard!. Paulo gibi birkaçı gülüşmeye başladılar, bu taşkınlık neredeyse duş yapmakta olan herkese yayılacaktı. Aslında bu garibanlar, Mauthausen’de duşla gaz odasının bir olduğunu bilmiyorlardı. Kafası çalışan bir SS canlı cenazeleri fırına çıplak göndermek için bu yolu bulmuştu. Gazı açmadan önce, lütfen giysilerinizi düzgün koyun ki sizden sonra gelecekler yararlansın. Đstatistiklere göre aynı giysiyi on kişi kui-lanırmış. Ama o gün Mauthausen’e Yahudi ya da Rus dağıtımı olmamıştı.

Duşlar da gerçekten yıkanmak için kullanılıyordu. Yıkanmaktan da öte, aslında Fransızları kahkahaya boğan ilk kez bit avına tanık olmalarıydı. Uzun bir dizinin başlangıcı… Eine Lcıus… dein To<f: Bir Bit… Ölüm Demek, yazılıydı duvardaki pankartta. Ne bir bit, ne bir pire girmeliydi mabede. Nazilere göre Fransızlar pis ve mikroplu bir ulus olduklarından o geceki bit avı büyük bir titizlikle yapıldı. Kırpma makinası her yanı dolanıyordu. Kafa, kıç, cinsel organ, göğüs, koltuk altları, hatta kaşlar bile, bit yuvası olabilecek her yer kazınıyordu. Bu tüysüzler pazarında insan arkadaşını zor tanıyordu. Yalnız dazlakların çehresi değişmemişti. Paulo keyifle gülüyordu, ilk kez bir acemi çaylak gibi sahte Belçikalıya enselendiğine bozulmuyordu. Doğrusu bu manzara görülmeye değerdi. Böyle matrak bir sahneye filmlerde bile rastlanmaz, Paris’e döndüğünde arkadaşlarına bunu anlatacaktı. Tahta papuçlar, çizgili donlar, ortaklaşa kafa göz yarma seanslarında kullanılmak üzere sıralanmıs kaldınm tosları, Schwine Fronzosen. Domuz Fransızlar küfürleriyle her yandan inen sille, tekme yağmuru, kısacası projektörlerle aydınlatılan gerçeküstü bir dekor önünde tam bir hoşgeldin töreniyle karşılanmışlardı. Gece olunca tımarhane büsbütün çılgınca bir görünüm aldı.

Blok başına 500 kişi, balık istifi tıkıldılar. Hesaplar eski siyasi sürgünlere göre yapılmış olmalıydı. Karaborsadan şişmiş göbeklilerle, çam yarması gibi köylülerden oluşan Fransızlar doluşunca hesap tutmadı. Ama yine de sığdırıldı. Kapolar (*) çaresiz kalınca SS’leri yardıma çağırdılar. Tosunlar önlerine gelene kemerlerinin tokalarını yapıştırarak, yerdekileri çivili topuklarıyla çiğneyerek işe giriştiler. Sonunda kamp rekoru kırıldı, metrekareye beş kişi, herkes uykuya daldı. Bu insan şiltesinden düşmemek için birbirlerine sıkı sıkı sarılmaları gerekiyordu.’ Ertesi sabah Paulo, Mauthousen’i pek o kadar matrak bulmamaya başlamıştı. Başının altında iki ayaktan oluşan bir yastık, sırtında insandan bir yorganla iyi uyuyamamıştı. Đşte o gün, o tatlı gülümsemesi silindi, üç ay sonra toplanma yerinde at tüccarı SS’lere gösterdiği sırıtmaysa, müşteri beğensin diye gülümseyen bir sokak kızmınkinden farksızdı. Ama Paulo utanmıyordu. Đçgüdüsü bu elemenin son fırsat olduğunu ve bu tımarhaneden çıkabilmesi için bütün hünerini dökmesi gerektiğini söylüyordu. Şatonun tüm omzu kalabalıklarının hazır bulunduğu bu toplantının sonunda çalıştırılacak adamları seçeceklerdi. Çalrşmak demek, dışarı çıkmak demekti.

Paulo sağ tarafa gençlerin, çam yarmalarının ayrıldığını fark etti. Soldaysa ihtiyarlar, sıskalar, içi geçmişler, boyıuı guatrdan şişmiş, kafası yılancıktan davula dönmüş- (•) Kapo (Kamerad PoBztot) : Yönetimin işgüzar mahkûmlar arasından seçip, mahkûmları yönetmekle görevlendirdi^ ler. Aslında Almanlar en güçlüleri bile fırına atacak kadar sapıktılar. Hedef, doğru duşlar!. Bu iş bu kadar basitti, duman olanların kaydını tutmaya yazıeı yetişmiyordu. Đspanyollar, Macarlar, Çekler, Ukraynalılar, kadınlar, çocuklar, gençler, ihtiyarlar, trenler dolusu insan. Ama yıl 1943’dü. Alman gençleri Sovyetler’le savaşa gitmişler, Re-ich’a çalışacak kol gerekiyordu. Bu siyasete Paulo’nun aklı eriyordu. Birkaç sivri zekâlı ve tüm bitirimler de aynı yolu tutmuşlardı. Göğüsler şişiriliyor, pazılar sıkılıyordu. Sürünün çoğunluğu numarayı anlayamamış ve binbaşıyı açındırarak tavlayacaklarını sanarak göğüslerini çökertiyor, öksürüp tıksırıyorlardı. Links, Sola. Sille tokat alanın sol tarafına itiliyorlardı. Bu gerçek ya da yalancıktan hastalar artık şanslarını yitirmişlerdi.

Paulo ve üç yüze yakın ötekiler sıraya girmeleri için kamçıyı yediler. Önde kısalar, arkada uzunlar, herkes yerini çabucak buluverdi. Paulo’nun tahmini doğru çıkmış, kazınmış kelleler Mauthausen’i terk etmeye hak kazanmışlardı. Bir tercüman söylenenleri Fransızcaya aktarıyordu: «Büyük Reich’i daha da yüceltmek için çalıştırılmak üzere seçildiniz. Gideceğiniz kampın yanında Mauthausen sanatoryumdan farksız sayılır. Đçinizden biri kaçmaya kalkışırsa on arkadaşı anında kurşuna dizilecek. Bundan böyle artık X komando birliğine mensupsunuz.» Bu sözlerin oldukça sert söylenmiş olmasına karşın herkes derin bir soluk aldı. Çıplak kafalar bakıştılar, gözler parlamış, hayal güçleri olanca hızlarıyla çalışmaya başlamıştı bile. Paulo için tam zamanında olmuştu bu iş. Çünkü artık sinirleri kopmak üzereydi. «Hepimizi gebertecekler.» Üç aydır bu cümle ağzından düşmüyordu. Geldiğinin ertesi günü konunun farkına varmıştı. Burun deliklerinden süzülüp gırtlağa, tene, üste başa sinen bir garip koku.

Bunu ilk kez iki kilometre kadar uzakta, kampa ulaşmak üzere yokuşu tırmanırken hissetmiş, ama o zaman ne olduğunu anlamamıştı. Bu koku yüzlercesi peşpeşe yakılan dostların kokuşuydu; krematoryumdan geliyordu. Bir fabrikanın-ki kadar geniş olan bacadan gündüzleri koyu, kara bir duman, geceleri de ürkütücü kırmızılıkta bir alev yükselirdi. Girenlerin sayısına göre duman incelir, kalınlaşır, baca iyi çektiği günler alevler dev bir yangını andırırlardı. On yedinci bloğun şefi yeni gelenlerin morallerini yükseltmek için olacak, «1941’de Đspanyolların gelişiyle kampı büyüttüğümüzden beri bu ateş hiç sönmedi,» diye a-çıklamada bulundu. Paulo önce adamın dalga geçtiğini sanmıştı ama arabayı görünce gerçeği anladı. Pencerenin önünde durmuş, ılık mart güneşinden yararlanmaya çalışırken mutfaktan çıkan arabaya gözü ilişti. «Akşam çorbada et var,» diye seslendi odadakilere, Sonra birden sustu, bakışları sabitleşmiş, gözleri fırlamıştı. Beş mahkûmun ite kaka sürükledikleri yığın, çırılçıplak insan cesetlerinden oluşmuştu. Yakılmaya götürülen kanı çekilmiş, bembeyaz cesetler. Paulo yemyeşil oldu, hayatında ilk kez korkudan titriyordu. Koku, duman, alev, cehennem arabası, bu ölüm dansıyla dönüşte arkadaşlarını şaşırtamazdı. Çünkü böyle bir atmosferde geriye dönüş fikri artık çok uzak kalmıştı. Hem Montmartre’lı dostları da böylesine saçmalıklara inanmazlardı. Paulo ilk günler anlatılanları boş vererek dinlemiş, çoğuna inanmamıştı: insan derisinden abajurlar – dövmeliler tercih edilir, frengi mikrobu aşılamalar, karşıdaki 186 basamakla çıkılan taş zemin… Orada SS’ler mahkûmlar arasında itiş kakış partileri düzenliyorlardı.

Oyunun kurallarına göre güçlüler zayıfları ittikleri gibi zavallılar çığlık çığlığa taş zeminde.kafalarını kırıyorlardı. Eğer kazara cılızın teki umutsuz bir saldırıyla ,-13 — güçlü olanı aşağı atarsa, çalışacak elemana zarar verdiğinden sabotaj suçlamasıyla asılıyordu. Oyunun en önemli inceliği babayla oğul arasındaki itişmeler oluyordu. Müm-kümse Yahudi olmaları kaydıyla. Paulo artık bu hikâyelere de inanır olmuştu. Bizzat tanık olduğu bir olay gözlerinin iyice açılmasına neden oldu. Küçücük bir Polonyalı, sırık gibi bir başka tutsakla karavana taşımaya çabalarken biraz çorba dökmüştü, durumu gören bir SS derhal kurşunu yapıştırıverdi. Sabotaj. Tam öğle vakti, korkudan dilleri tutulmuş bin tanığın önünde enseye sıkılmış tek kurşun. Üç ay boyunca her sabah Paulo bloktan çıkarılıp kaskatı kesilmeden önce soyulan, sonra da düzenli bir şekilde sıralanan cesetleri izledi. Gece uyuyabilmek için yer açılıyordu, ama moraller de sıfıra iniyordu tabii. Paulo gibi bir profesyonel, bir eski kabadayı bile duruma zor dayanıyordu. Kırka yakın idama tanık oldu. Toplanma, bando, Lili Marlene ve kik! Nedeni? Yemek dağıtımında açgözlülük, ceket yakasında bir bit, hoşa gitmeyen bir surat ya da önünden bir SS geçerken çabuk çıkarılmayan bir kep.

Bir metre ötesinde ölesiye coplananları, sopa zoruyla elektrikli tellere koşturulanlan da izlemişti. Çırılçıplak, esas duruşa geçirilen buz gibi geçeler, arasıra ateşi düşsün diye sırta boşaltılan bir kova soğuk su da cabası. Revire gidenin sonu yine fırın oluyordu. Ama onu en çok etkileyen, elbiseleriyle kampa gelen on kadar papazın başına gelenler oldu. Nazi okulundan yeni çıkmış, genç SS’ler Yahudi yokluğundan hemen din adamlarının peşine düştüler. Papazların eline birer dua kitabı tutuşturulup diz çöktürüldüler. Başlarında eli ccplu bir kapo, dua kitabını düşürene basıyordu sopayı, adamlar gece gündüz o durumda kaldılar. Çağlar ötesinden kalma bu işkence yöntemleri Pau-io’yu deliler arasında kaldığına bir kez daha inandirdı. Kimse bir şey anlatamasın diye görevleri herkesi öldürmek olan deliler. Đşte bu nedenle yemeden, içmeden, uyumadan, donarak geçirilen üç aya ve yitirilen otuz kiloya karşın, Pau’.o paçayı kurtarmış sayıyor ve kendini formda buluyordu. Artık X komandolarındandı. Eski serseri, tarihin tanıklarından biri olacaktı. O an gelene dek yaşama sıkı sıkı bağlanmalıydı. Bu pek zor olmadı, çünkü hayvanlarını kaybetmek istemeyen Almanlar, onları derhal karantina bloklarına tıkıştırılan uyuzlardan, tüyü bozuklardan ayırdılar.

Her on beş dakikada bir yoklamaya çağırılıyorlardı. Paulo numa-rasmı Almanca haykırmayı bir çabuk öğrenivermişti. Aslında Almanca konuşmaya hiç yeteneği yoktu, ama bir kenarda unutulmak korkusundan, kısa zamanda inanılmaz gelişmeler gösterdi. «Acht und zwanzig tausend zwei hundert vterzefm,» 28 214 demek bir hayli zaman alıyordu, ama bunu söylerken yapacağı en ufak bir dikkatsizlik sonucu yumruk ağzında patlıyordu. Tabii patlak dudaklarla bunu söylemek daha da zor olmaktaydı. Yoklama, ikinci yoklama, X komandolarının soluk almaya vakitleri yoktu. Duşlar, bit ayıklama fasılları, saç kırpmalar, usturalar, kampın eskilerinden Đspanyol berberler durmaksızın çalışıyorlardı. Saatte üç yüz sakal traş edilmekteydi. Gidecekleri yerde Mauthausen adını kirletmemeleri gerekiyordu. Eski gömlekler ve delik donlar kalanlara bırakılmış, yerlerine yenileri dağıtılmıştı. Tabii bunlar da boyuna çizgiliydiler. Sağlam kumaştan KLM (*) harfleri işlenmiş gri ve mavi çizgili giysiler. Önce iç çamaşırları dağıtıldı, sonra kapolarınki gibi kaba kumaştan, çizgili ceket, pantolon ve enine çizgili kepler. Sonunda da aynı kumaştan, aynı çizgileri olan uzun 1 (*) KLM (Konzentrationslayer Mauthausen) : Mauthausen Toplama Kampı. bir kaput.

Derken deriden, hem de gerçek deriden ayakkabılar ve Wehrmacht modeli çanaklar. Hani insan az daha SS’lerin bu komando birliğini propaganda için paro-şütle atacaklarını sanırdı. Paulo yerinde duramıyordu. Bu onun ilk üniformasıy-dı ve elinden gelen özeni gösteriyordu. Her yoklamada sıçrayarak çabucak arka sırada uzunlar arasındaki yerini eliyordu. Esas duruş, tekrar esas duruş, tercümanlar rahat sözcüğünü bilmiyorlardı herhalde. Birliğin morali yerinde olup karantina bloklarına atılanların gözlerindeki haset, hayranlığa dönüşüyordu. Yarı çıplak, soğuktan ve açlıktan tirtir titreşen, sınavı veremeyenler, avlunun ortasında birbirlerine iyice sokulup top gibi olarak ısınmaya çalışıyorlardı. Ancak bu yolla vücut ısılarını 37’ye çıkarmaya çabalıyorlar, bazı benciller ne yapıp yapıp ortada bir yer kapıyorlardı. Bu geçici rahatlıkları kamçı darbeleriyle sona eriyordu. Toplar irileşîikçe kapolar bu mikrop yuvalarını dağıtmak için ayakta uyuyanlara basıyorlardı kamçıyı. Ölmüş olanlar bile paylarına düşen sopayı yemiş oluyorlardı. Bu arada dünyadan el etek çekmişlerin bakışları altında X komando birliğinin antrenmanları sürüp gidiyordu. Toplu hareket eğitimi saatler saati bitmek bilmiyordu. «Önce, «Mützen ab, kep çıkar:» Tüm işgal altındaki Avrupa’da günde yüz kez tekrarlanan, bir SS önlerinden geçerken ya da kapo konuşurken milyonlarca traşlı kafanın yapması gereken en önemli hareketti bu.

Cellada bakmadan onu görmek gerek. Mauthausen’de yasağın anlamı ölüm cezasıydı ve kampta verilen ilk emirlerden biri de bir SS’in gözlerinin içine bakmanın yasak olduğuydu. Đkinci eğitim, «Sağa bak, sola bak,» X komandolarının en çabuk öğrendiği hareket oldu. Çeşitli yaşlardan, çeşitli zümrelerden oluşan bu topluluktakiler, hayatlarının herhangi bir döneminde, gerek ilk savaşta, gerek askerlikte, gerekse gençlik kamplarında zaten bu egzersizi çok ĐKĐNCĐ BÖLÜM Tutuklular Mauthausen yokuşunu sille, yumruk, dipçik zoruyla bir solukta tırmanıvermişlerdi. Đnişleri daha da çabuk oldu, sanki X komando birliği kanat takmıştı. Çam ormanına inen yamaç, kurtulduklarını sanan tutukluları sevince boğuyor, kafasına güneş çarpmış bazı hayalperestler kollarının altında ekmekleriyle pikniğe gittiklerini sanıyorlardı. Paulo su başına örtü serip yemek yiyeceklerini sananlardan değildi. Ciğerlerine çektiği serin hava, karayı gören bir kazazedenin gayretli soluklarıydı. Ayaklarının altında uzanan kara da öylesine güzeldi ki… Birkaç metre ötedeki Cehennem’e hiç uygun düşmüyordu. Böyle bir operet dekoruna öyle bir tımarhaneyi kondurmak acaba kimin aklına gelmişti? Paulo üç aydır bu güzelim manzaralara uzak kaldığına hayıflanıyordu. Ama yukarıda, tutukluların elektrikli tellere yaklaşmaları kesinlikle yasaklanmıştı. Civar hakkında tek bildikleri, tepelerindeki her zaman puslu, her zaman kurşuni renkteki gök oluyordu. Bugün Paulo bir çırpıda tüm güzelliği görebilmişti. Ta dipte, ufuk çizgisinde tepeleri karla kaplı Alpler sıralanıyor, çam ormanlarının ortasından uzun bir cıva şeridi gibi Tuna, cellatların senfoni orkestralarının gözdesi olan, güzel mavi Tuna uzanıyordu. Bu anı Paulo’nun tüylerini ürpertti, ama yine de geriye bir göz atmaktan kendini alamadı.

Az ötede küçük bir ormana girecekler ve Mauthausen gözden kaybolacaktı, oysa kampın dıştan görünüşünü belleğine kazımak istiyordu. Paulo kendi kendine bu şatonun fotoğrafının satılıp satılmadığını soruyordu. Eğer bir tane satın olabilse onu göstererek açıklamalarda bulunmak daha kolay olacaktı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir