Ann Leckie – Kudret

“Şartları göz önüne alırsak, başka bir teğmeninin olması daha iyi olur.” Engin Radchaai bölgesinin (o an için) hükümdarı olan Anaander Mianaai nakışlı ipek yastıkla kaplı geniş bir koltukta oturuyordu. Binlerce bedeninden benimle konuşanı on üç yaşında görünüyordu. Siyahlara bürünmüştü ve esmerdi. Radch bölgesinde en üst rütbe ve mertebeyi temsil eden aristokratik hatlar şimdiden yüzüne oturmuştu. Normal şartlar altında, hiç kimse Radch’ın Efendisi’nin bu kadar genç olan bedenlerinden birini görmezdi ama şu anda normal şartlar altında değildik. Üç buçuk metre karelik küçük odanın duvarları koyu ahşaptan bir kafesle kapılıydı. Köşedeki ahşap parçalarından biri -muhtemelen geçen hafta, Anaander Mianaai’ın kendi “rakip” parçalarıyla olan vahşi mücadelesi sırasında zarar gördüğü için- eksikti. Ahşabın zarar görmeyen yerlerine yer yer ufacık beyaz çiçekler açmış, gri yeşil renkte, ince yaprakları olan cılız bir sarmaşık dolanmıştı. Burası, konağın halka açık bölümündeki kabul salonlanndan biri değildi. Radch’ın Efendisi’ninkinin yanında boş bir koltuk daha duruyordu ve aralarına yerleştirilmiş sehpada sade beyaz porselenden, incelikle işlenmiş matarası ve fincanlarıyla ilk bakışta sıradan görünen fakat biraz ayrıntılı incelendiğinde bazı gezegenlerden bile daha değerli bir sanat eseri olduğu anlaşılan türden bir çay takımı vardı. Bana çay teklif edilmişti ve oturmaya davet edilmiştim ama ben ayakta kalmayı tercih etmiştim. “Kendi subaylarımı seçebileceğimi söylemiştin.” Saygılı olmak için sizli bir ifade kullanmalı ve cümlemi hükümdarım diye bitirmeliydim ama yapmadım. Aynca içeriye girip Radch’ın Efendisi’yle karşılaştığımda diz çökmeli ve alnımı yere koymalıydım.


Ama bunu da yapmamıştım. “İki kişi seçtin. Biri elbette Seivarden, diğeri ise bariz bir seçenek olan Teğmen Ekalu.” İsimlerini duyduğumda refleks olarak ikisi de aklıma geldi. Saniyenin yaklaşık onda biri içinde bu istasyonun otuz beş bin kilometre kadar dışında bekleyen Kalr’ın Merhameti bu yan içgüdüsel veri talebini alacak ve bundan saniyenin onda biri kadar sonra mesaj bana ulaşacaktı. Son birkaç günü bu çok eski alışkanlığı kontrol altına almaya çalışarak geçirmiştim. Hâlâ tam olarak başaramamıştım. Anaander Mianaai, “Bir Donanma Komutanı’nın üçüncü bir kişi seçmeye hakkı vardır,” diye devam etti. Şaheser porselen fincanın tuttuğu siyah eldivenli eliyle beni işaret etti. Sanırım üniformamı gösteriyordu. Radchaai ordusu koyu kahverengi ceket, pantolon ve bot giyiyor; aynı renk eldivenler takıyordu. Benim üniformam farklıydı. Sol tarafı kahverengiydi ama sağ tarafı siyahtı ve kaptanlık nişanım sadece kendi gemimi değil, diğer gemilerin kaptanlarını da komuta ettiğimi gösteriyordu. Elbette donanmamda kendi gemim, Kalr’ın Merhameti dışında bir gemi yoktu ama istikametim olan Athoek yakınlarında başka bir donanma komutanı da konuşlandırılmamıştı ve bu rütbe, rastlayabileceğim diğer kaptanlar karşısında bana bir avantaj sağlayacaktı; o da, elbette, o kaptanlar benim otoritemi kabul etmeye niyetli olurlarsa. Daha birkaç gün önce, uzun zamandır gizli kapaklı olan bir tartışma alevlenmiş ve bir grup, sistemlerarası geçitlerden ikisini yok etmişti.

Şu an daha fazla geçidin zarar görmesini -ve o grubun diğer güneş sistemlerindeki geçitleri ve istasyonları ele geçirmesini- önlemek birincil öneme sahipti. Anaander’ın bana bu rütbeyi vermesinin nedenini anlayabiliyordum ama yine de bu rütbeden hoşlanmıyordum. “Senin emrinde olduğum yanılgısına kapılma,” dedim. Gülümsedi. “Kapılmıyorum. Kalan diğer seçeneklerin şu anda bu güneş sisteminde ve bu istasyonun yakınlarında olan subaylar. Teğmen Tisarwat eğitimini yeni tamamlamış, ilk görevine atanmayı bekliyordu ama elbette bu artık mümkün değil. Ayrıca kendi istediğin gibi eğitebileceğin biri olmasını tercih edersin diye düşündüm.” Son söyledikleri onu eğlendirmiş gibi görünüyordu. O konuşurken Seivarden’ın NREM uykusunun ikinci aşamasında olduğunu öğrendim. Nabzı, nefes alışverişi, kanındaki oksijen ve hormon seviyelerini gördüm. Sonra o veriler yok olup yerini nöbette olan Teğmen Ekalu’nun verilerine bıraktı. Gerindi; çenesi kasılmış, kortizol seviyeleri yükselmişti. Bir hafta önce Kalr’ın Merhameti’nin kaptanı ihanetten tutuklanana kadar sıradan bir askerdi. Subay olmayı hiç beklemiyordu.

Sanırım, subay olmak için gereken kabiliyetlere sahip olduğundan da tam olarak emin değildi. Gözlerimi kırparak verilerin gitmesini sağlayıp Radch’ın Efendisi’ne, “Beni, yeni patlak vermiş bir iç savaşa tek bir deneyimli subayla göndermenin iyi bir fikir olduğunu düşünüyor olamazsın,” dedim. Anaander Mianaai, “Eksik mürettebatla gitmekten daha kötü olamaz,” derken benim bir anlık dikkat dağınıklığımı fark edip etmediği belli değildi. “Ayrıca bir Donanma Komutanı’na hizmet etme fikri çocuğun aklını başından almış. Seni iskelede bekliyor.” Çayını bırakıp dikleşti. “Athoek’a giden geçit kapandığı için orada durumun nasıl olduğuna hiçbir fıknm yok, bu yurdcn sana net alı* matlar veemem Ayna ” -sanki benim konuşmamı önlemek istermişçesine artık boş olan elini kaldırdı— ” sem yönetmeye çalışmak tur 2aman kaybı olur» B® ne söylersem söyleyeyim sen istediğim yapacaksın ‘füUenmeyı tamamladın mı 7 ihtiyacın olan tûm eraklar tamam mı 7″ Bu soru formalite gereğiydi, gemimin durumu konusunda bemm kadar bilgi sahibi olduğundan emindim Küstahça olduğunu bildiğim belirsiz bir hareket yapnm Sanki düzgün bir cevap vermişim gibi, “Ban Kaptan VeVın eşyalarını da al>” dedi “Artık onlara ihtiyacı olma* yacak ” Vel O sek bir hafta öncesine kadar Kötr’m Merfı^necTnın kaptanıydı Eşyalarına artık ıhyacı olmamasının birçok sebebi olabilirdi, en olası sebebi ise tabu kı ölmüş olmasıydı Anaarıder Mıanaaı hiçbir şeyi yanm yamalak yapmadı, özellikle de konu düşmanlarıysa Tabu kı bu durumda Osek VeVın desteklediği düşman da Anaarıder Mıanaaı’nın ken-dısıydı “Onun eşyalarını istemiyorum, ” dedim “Ailesine gönde” “Cdndeebillisen gondmnm ” Cdndeemeyebılırdı “Gitmeden önce ihtiyacın olan tur şey var mı 7 Ne olursa 7” Aklıma birçok cevap geldi Hiç bin işe yarar görünmüyordu “H^ır” “Biliyor musun, sem özleyeceğim.” dedi “Hiç kimse benimle serun gibi konuşmuyor Bern gücendirmenin sonuçlan konusunda en ufak tur endişe taşımayan nadir kiklerden binsin Ve dıgerlenyle aramda seninle olduğu gıtn temer bir geçmiş yok ” Çûntoi b® eskiden bir gemiydim Mu gram büyüklükte tur çıkarma gemisinin, bu bedenim de dahil olmak Ü2ere binlerce bağılını —yanı insan bedenim- kontrol ed® yapay $ zekâsıydım. O zamanlar bir köle olduğumu düşünmüyordum ama binlerce bedeniyle Radch bölgesine yayılmış olan Anaander Mianaai’m sahip olduğu bir fetih silahıydım. Şimdi ise sadece bu tek insan bedeninden ibarettim. “Bana yapabileceğin hiçbir şey halihazırda yapmış olduklarından daha kötü olamaz.” “Bunu biliyorum,” dedi. “Ve bunun seni ne kadar tehlikeli kıldığını da biliyorum. Sana resmi yetki ve bir gemi vermeyi bırak sadece yaşamana izin vermekle bile çok büyük bir aptallık yapıyor olabilirim. Ama benim oynadığım oyunlarda korkaklığa yer yok.

” “Çoğumuz için,” derken öfkemi açıkça gösteriyordum; nasıl olsa yüzüm ifadesiz kalsa dahi fiziksel verilerimden bunu anlayabilirdi, “bunlar oyun değil.” Radch’m Efendisi, “Bunu da biliyorum,” dedi. “Gerçekten. Ama bazı kayıplar önlenemez.” Buna verecek en az yarım düzine cevabım vardı. Ama cevap vermeden dönüp kapıdan çıkmayı tercih ettim. Kapıdan çıktığımda, dışanda esas duruşta dimdik bekleyen Kair’ın Merhameti Kari Bir bölüğünün Beş numaralı askeri sessiz ve etkili bir biçimde beni takip etmeye başladı. Kari bölüğünün Beş numarası, Kair’ın Merhameti’nin tüm askerleri gibi bir insandı; bağıl değildi. Ona bir kez adıyla hitap etmişim. Dışarıdan herhangi bir şey belli etmemiş olsa da içten içe bir panik ve rahatsızlık yaşamıştı. Bir daha ismiyle hitap etmedim. Bir gemiyken -çıkarma gemisi Toren’ın Adaleti’nin sadece bir parçasıyken- subaylarımın durumunu her daim bilirdim. Duydukları, gördükleri her şeyi. Aldıkları her nefesi, oynattıkları her kası. Hormon ve oksijen seviyelerini.

Yani kafalarından geçen düşüncenin tam olarak ne olduğu hariç her şeyi görebilirdim; hatta onlarla olan deneyimlerim ve onları yakından tanımam sayesinde çoğu zaman kafalanndan geçenleri de tahmin edebilirdim. Bu bilgileri kaptanlarımla hiç paylaşmamıştım, çünkü bu bilgiler onlar için pek bir anlam ifade etmez, onlara sadece anlamsız bir dizi veri gibi gelirdi. Ama o zamanlar benim için bilincimin bir parçasıydı. Bir gemi değildim artık. Yine de hâlâ bir bağıl olduğum için hiçbir insanın algılayamayacağı o veriyi algılayabiliyordum. Şimdi sadece tek insan beynine sahip olduğumdan bir zamanlar her an bilincinde olduğum bu verinin sadece küçük bir kısmıyla ilgilenebiliyordum fakat o küçük kısmı bile dikkat gerektiriyordu. İlk kez, hem yürüyüp hem veri almayı denediğimde önüme çıkan bir duvara çarpmıştım. Bu sefer bilinçli bir şekilde Kalr’rn Merhameti’nden veri talebinde bulundum. Bu yolda yürürken durmadan veya bir şeye takılmadan Beş’i denetleyebileceğime neredeyse emindim. Hiçbir problem yaşamadan konağın karşılama alanına kadar geldim. Beş yorgun ve biraz akşamdan kalmaydı. Sıkılmıştı ve eminim ki bunun sebebi ben Radch’ın Efendisi’yle görüşürken gözlerini duvara dikmekten başka bir şey yapmamasıydı. Tuhaf bir tür beklenti ve endişe karmaşasında olduğunu gördüm ve bu çelişkinin sebebini tahmin edememek beni biraz rahatsız etti. Seslerin yankılandığı, yüksek, geniş ve taşla kaplı ana meydana vardığımızda beni Kalr’ın Merhametine, götürecek mekiğin beklediği iskelelere çıkmak için asansörlerin olduğu tarafa yöneldim. Tann resimlerinin de bulunduğu, parlak turuncu, mavi, kırmızı ve yeşil renklerdeki tapınağın ön cephesi de dahil olmak üzere ana meydan boyunca uzanan çoğu dükkân ve iş yeri, geçen hafta Radch’ın Efendisi’nin kendi ile çatışması açığa çıktığında yaşanan vahşetten hiç etkilenmemiş gibi görünüyordu.

Şimdi rengarenk ceketleri, ıo pantolonlan ve eldivenleri içindeki, mücevherleri ile donanmış vatandaşlar burada endişesizce yürüyorlardı. Sanki geçen hafta yaşanmamış gibiydi Sanki Radch’ın Efendisi, Anaander Mianaai birçok bedene sahip olmasına rağmen hâlâ bölünmemiş tek bir kişiydi Ama geçen hafta yaşandı ve Anaander Mianaai tek bir kişi değildi. Uzun süredir de öyle olmamıştı. Asansörlere yaklaşırken bir pişmanlık ve keder hissine kapıldım. Durdum ve döndüm. Kari bölüğünün Beş numarası benimle birlikte durdu ve gözlerini duygusuzca ileriye dikti. Bu hisler onunla ilgili gibi durmuyordu. Çoğu insanın bu kadar yoğun duygulan böylesine etkili bir biçimde saklayabileceğini zannetmiyordum; yüzü tamamen ifadesizdi. Ama anlaşılan o ki Kalr’ın Merhameti’nin askerlerinin hepsi bunu başarabiliyordu. Kaptan Vel eski kafalıydı -ya da en azından eski kafalılık sayılabilecek düşüncelere sahipti- ve insan askerlerinin olabildiğince bağıl gibi davranmalannı bekliyordu. Beş benim bir bağıl olduğumu bilmiyordu. Onun bildiği kadanyla ben, Kaptan Vel tutuklandığı için ve güçlü hane bağlantılarım sayesinde bu göreve atanmış olan Donanma Komutanı Breq Miannai’dım. Onunla ilgili bildiğim şeylerden haberdar olamazdı. “Ne var?” diye sordum kabaca. Şaşırdı.

“Komutanım?” Düz bir sesle. İfadesiz. Kısa bir sinyal gecikmesinden sonra fark ettiğim üzere dikkatimi ondan uzaklaştırmamı ve onu yine yok saymamı istiyordu. Ayrıca konuşmayı istiyordu. Doğru tahmin etmiştim, hissettiği pişmanlık ve keder benimle ilgiliydi. “Bir şey söylemek istiyorsun. Hadi söyle.” Şaşkınlık. Ve düpedüz dehşet. Ama tek bir kası bile oynamadı. Tekrar, “Komutanım,” dedi ve yüzünden çabucak kaybolan belli belirsiz bir ifade geçti. Yutkundu. “Yemek takımları.” Şaşırma sırası bendeydi. “Yemek takımları mı?” “Kaptan Vel’in eşyalarını buradaki, istasyondaki bir depoya gönderttiniz, Komutanım.

” Ne de güzel şeylerdi. Yemek takımları; çatal bıçak ve çay takımları. Kalr’ın Beş numarasının kafası belli ki o eski porselenler, camlar, mücevherli ve işlemeli metallerle doluydu. Ama onlar benim değildi. Ve Kaptan Vel’e ait hiçbir şeyi istemiyordum. Beş onu anlamamı bekledi. Anlamayı çok isterdim. Ama anlamadım. “Eee?” Bıkkınlık yaşadı. Hatta öfkelendi. Belli ki, Beş’in bakış açısına göre anlatmak istediği şey çok açıktı. Ama benim için açık olan tek bir yanı vardı; o da sormuş olmama rağmen söyleyememesiydi. Sonunda yanımızdan geçen vatandaşların bazıları bize meraklı bakışlar atar, bazıları bizi görmezden gelirken, “Komutanım,” dedi, “sanırım yakında bu güneş sisteminden ayrılacağız.” Radch’ın Efendisi’yle konuşmamdan sonra keyifli bir ruh halinde değildim ve artık ben de bıkmaya ve öfkelenmeye başlamıştım, “Asker,” dedim. “Açıkça konuşma becerisine sahip misin?”

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir