Ann Leckie – Merhamet

O anda uyuyordum. Bir an sonrasında birinin çay yaparken çıkardığı o tamdık seslerle uyandım. Ama uyanmaya niyetlendiğim vakitten altı dakika erkendi. Niye? Sonra anladım. Teğmen Ekalu nöbetteydi. Bir şeye içerlemişti ve hatta biraz öfkeliydi. Karşısındaki duvar, Athoek Istasyonu’nu ve etrafındaki gemileri gösteriyordu. Bu açıdan bakınca bahçelerinin üzerindeki kubbe pek seçilmiyordu. Athoek’ın kendisinin yarısı gölgedeydi, diğer yarısı ise mavi beyaz parıldıyordu. Arka plandaki iletişim kanalı gürültüsü ters giden herhangi bir şey göstermiyordu. Gözlerimi açtım. Kamaramın duvarları Teğmen Ekalu’nun Kumandada izlediği görüntünün aynısını yansıtıyordu; Athoek İstasyonu, gemiler, Athoek’ın kendisi. Sistemdeki sistemlerarası dört geçidi gösteren çakarlar. Duvarların bu manzarayı göstermesine ihtiyacım yoktu. Bu, benim nerede olduğumdan bağımsız olarak sadece istediğim anda görebildiğim bir görüntüydü.


Burada kullanılmalarını ise emretmemiştim. Bunu Gemi yapmış olmalıydı. Üç metreye dört metrelik odanın diğer ucundaki tezgâhın başında Seivarden vardı ve çay yapıyordu. Sadece iki adet olan fincanlarından birinin kenarı bir yıldan da uzun süre önce Seivarden’ın faydalı olmaya yönelik beceriksiz çabaları sırasında çatlayan mine işli eski takımı kullanıyordu. Bir aydan uzun zamandır hizmetkârım gibi davranmasa da varlığı o kadar tanıdıktı ki uyanır uyanmaz, üzerinde çok fazla düşünmeden bu durumu kabullenmiştim. “Seivarden,” dedim. “Aslında Gemi.” Kafasını hafifçe bana doğru eğdi ama dikkati hâlâ yaptığı çaydaydı. Kalr’ın Merhameti mürettebatıyla iletişim kurmak için genelde işitsel ve görsel im-plantları kullanıyor, doğrudan kulağımıza konuşuyor ya da kelimeleri ve görüntüleri gözümüzün önüne getiriyordu. Şu anda da bunu yaptığını görebiliyordum; Seivarden, Gemi’nin ona gösterdiği kelimeleri okuyordu. “Şimdilik Gemi’yim. Ve siz uyurken iki mesaj geldi fakat acil olarak müdahalenizi gerektiren bir şey yok Donanma Komutanı.” Doğruldum ve battaniyeyi üzerimden attım. Üç gün önceye kadar omzum onu uyuşturan ve sabit tutan bir iyileştiriciyle kaplıydı. Hâlâ tekrar kazandığım hareket özgürlüğünün keyfini sürüyordum.

Seivarden, “Teğmen Seivarden’ın bazen bunu özlediğini düşünüyorum,” diyerek devam etti. Gemi’nin ondan aldığı ve benim istediğim zaman erişebildiğim veriler onda keyif ve hafif bir utanç gösteriyordu. Yani, Gemi haklıydı; benim hoşuma gitmemiş olsa da o, kısa bir süre için de olsa eski rollerimize dönmekten dolayı memnundu. “Üç saat önce Donanma Komutanı Uemi bir mesaj gönderdi.” Donanma Komutanı Uemi bir geçit ötedeki, Hrad Sisteminde bulunan mevkidaşımdı. Orada bulunan Radchaai askeri filosunun tamamının kumandası onun elindeydi. Bunu belirtmeye gerek var mı bilinmez fakat Radch bölgesinde bir iç savaştaydı ve Donanma Komutanı Uemi’nin yetkisi de benimki gibi Anaander Mianaai’ın Omaugh Konağı’nı elinde tutan parçasından geliyordu. “Tstur Konağı düştü.” “Kimin eline geçti diye sorsam.” Seivarden eldivenli elinde bir fincan çayla tezgâha arkasını döndü. Benim yatakta oturduğum yere geldi. Bunca zamandan sonra, beni tepkilerime şaşırmayacak ya da ellerimin hâlâ çıplak olması yüzünden rahatsız olmayacak kadar iyi tanıyordu. “Hükümdar Mianaai’ın elbette, başka kimin olabilir ki?” diye cevapladı hafifçe gülümseyerek. “Donanma Komutanı Uemi, onun size karşı hiç sevgi beslemediğini söyledi. Elbette, Donanma Komutanı Uemi’nin kendisine karşı da.

” “Peki.” Benim zihnimde Radch’ın Efendisi Anaander Mianaai’ın parçaları arasında çok büyük bir fark yoktu ve hiçbir parçasının benden hoşnut olmak için bir nedeni olduğunu zannetmiyordum. Ama Donanma Komutanı Uemi’nin hangi tarafı tuttuğunu biliyordum. Hatta muhtemelen o taraftandı. Birçok bedeni olan Anaander aynı anda onlarca hatta yüzlerce farklı yerde olmaya alışıktı. Şimdi parçalanmış ve kendine karşı mücadelesinde birçok bedenini kaybettiği için azalmıştı. Kaptan Uemi’nin kendisinin de Radch’ın Efendisi’nin bir parçası olduğuna yönelik yoğun bir şüphe taşıyordum. Seivarden, “Donanma Komutanı Uemi şunu da ekledi,” diye devam etti. “Tstur’u ele geçiren Anaander, Tstur Sisteminin dışındaki parçalarıyla bağlantısını koparmayı başarmış, o yüzden geri kalanı niyetinin ne olduğunu bilmiyormuş. Ama Donanma Komutanı Uemi, eğer Anaander Mianaai’ın yerine kendisi olsa kaynaklarının çoğunu ele geçirdiği o sistemi güvence altına almak için harcayacağını söyledi. Ayrıca Donanma Komutanı, sizi yakalamak için birilerini göndermek konusunda şiddetli bir arzu taşırmış, elbette eğer buna fırsat bulabilirse. Hrad donanmasının komutanı, bu bilginin kendisine Omaugh Konağı’ndan gelen bir gemi tarafından iletildiğini, dolayısıyla haftalarca öncesine ait olduğunu da saygıyla bildirdi.” Çayımdan bir yudum aldım. “Eğer zalim, Tstur’un kontrolünü sağlar sağlamaz beni yakalamasını için birilerini gönderecek kadar salaksa buraya en hızlı… ” Kalr’ın Merhameti bana hesaplamaları gösterdi. “Bir hafta kadar sonra ulaşabilirler.

” Seivarden Gemi adına, “Radch’ın Efendisi’nin o bölümünün size karşı çok öfkeli olmak için sebepleri var,” diye belirtti. “Ve geçmişte kendisini yeterince öfkelendiren kişilere karşı tepkileri çok sert oldu. Elinden geldiğince kısa süre içinde peşimize düşecektir.” Gözlerinin önünde beliren kelimeler karşısında kaşlarını çattı ama elbette ben de onları görüyor, ne yazdığını biliyordum. “İkinci mesaj, Sistem Valisi Giarod’dan.” Hemen cevap vermedim. Vali Giarod Athoek Sistemi’nin tamamı üzerinde yetki sahibiydi. Ayrıca henüz iyileştiğim yaralanmalara doğrudan ya da dolaylı olarak neden olan kişiydi. Aslında o yaralanmalara sebep olan olaylar hayatıma mal olabilirdi. Olduğum kişi, olduğum şey o mesajın içeriğini halihazırda bilebilmemi sağlıyordu. Seivarden’ın sesli olarak dile getirmesine gerek yoktu. Ama bir zamanlar Kalr’ın Merhameti’nin bağılları vardı; yapa zekânın kölesi olan insan bedenleri; geminin elleri, ayakları, gözleri ve kulakları. O bağıllar gemiden alınmıştı ve şimdi Gemi’nin tüm mürettebatı insandı. Sıradan askerlerin bazen sanki onun kaybettiği bağılları gibi Gemi adına hareket edip onun yerine konuştuklarını ve onun artık yapamadığı işleri yaptıklarını biliyordum. Bunu genelde benim yakınlarımda yapmazlardı çünkü ben bizzat bir bağıldım, yirmi yıl önce yok edilen çıkarma gemisi Toren’ın Adaleti’nin geriye kalan son parçasıydım.

Askerlerimin bir zamanlar olduğum şeyi taklit etmeye çalışmalarıyla karşılaşmak hoşuma gitmiyordu. Yine de bunu yapmalarını yasaklamamıştım. Çok kısa süre öncesine kadar askerlerim benim geçmişimden haberdar değillerdi. Ve onlar için bu, küçük bir gemide yaşamanın getirdiği aşırı samimiyetten kendilerini koruyacak bir yöntemmiş gibi görünüyordu. Ama Seivarden’ın böyle rol yapmasına gerek yoktu. Gemi böyle istediği için rol yapıyor olabilirdi. Gemi neden böyle bir şey isterdi ki? “Vali Giarod uygun olduğunuz ilk anda istasyona dönmenizi talep ediyor,” dedi Seivarden. Yani Gemi. Bu talep, kibar sayılabilecek uygun olduğunuz ilk anda ibaresi eklenmiş de olsa münasip olan hitaptan çok daha buyurgandı. Seivarden bu duruma Teğmen Ekalu kadar içerlememiş olsa da ne şekilde cevap vereceğimi merak ediyordu. “Vali bu talebinin sebebini açıklamadı. Ama Kalr Beş, dün gece Altbahçe’nin hemen dışında bir kargaşa çıktığına şahit oldu.Güvenlik birilerini tutukladı ve o zamandan beri tedirginler.” Gemi, hâlâ istasyonda olan Kalr Beş’in gördüklerini ve duyduklarını bana kısaca gösterdi. “Altbahçe boşaltılmadı mı?” diye sordum.

Gemi’nin bu konuşmayı, benim hislerimden bağımsız olarak bu şekilde yürütmek istediği belli olduğundan yüksek sesle sormuştum. “Boş olması gerekiyordu.” “Aynen öyle,” diye yanıtladı Seivarden. Yani Gemi. Altbahçe’de yaşayanların çoğu Ychana’ydı ve topraklara katılma sürecinde daha iyi yerlere gelen Athoeklı diğer etnik grup, Xhailar onlardan nefret ediyordu. Teorik olarak Radchaailar bir dünyayı topraklarına kattığında etnik kökenler arasında herhangi bir ayrım kalmıyordu. Gerçek bundan daha karmaşıktı. Ve Vali Giarod’un mantıksız korkularının bazıları Altbahçe’deki Ychanalar hakkındaydı. “Mükemmel. Teğmen Tisarwat’ı uyandırır mısın Gemi?” Tisarwat buraya geldiğimizden beri tüm zamanını Altbahçe’deki insanlarla ve İstasyon İdaresiyle bağlantılar kurmak için harcamıştı. Seivarden Kalr’ın Merhameti adına, “Halihazırda uyandırdım,” diye cevapladı. “Giyinip yemeğinizi yiyene kadar mekiğiniz hazırlanmış olacak.” “Teşekkürler.” Teşekkürler Gemi ya da Teşekkürler Seivarden demek istemediğimi fark ettim. Gemi Seivarden’ın ağzından, “Donanma Komutanı, umarım haddimi çok aşmıyorumdur,” dedi.

Bu endişe Seivarden’ın duyduğu hafif kaygıyla birleşti; Gemi adına hareket etmeyi kabul etmişti ama belki de Gemi’nin asıl meseleye geldiğini tahmin ettiğinden birden telaşlanmıştı. “Asla haddini aşacağını zannetmiyorum Gemi.” Ama elbette benimle ilgili neredeyse her şeyi görüyordu, her nefes alışımı, tüm kaslarımın her kasılmasını. Gemi’nin bağılı olmasam da ona bir bağıl gibi bağlandığımdan bunlardan çok daha fazlasını da görüyordu. Bir subayı bağıl gibi kullanmasının beni rahatsız ettiğinin bilincinde olduğuna emindim. “Size bir şey sormak istiyordum Donanma Komutanı. Omaugh’tayken bana kendi kaptanım olabileceğimi söylemiştiniz. Bu konuda ciddi miydiniz?” Bir anlığına sanki geminin yerçekimi yok olmuş gibi hissettim. Tüm fiziksel verilerimi görebildiği için Gemi’nin bu sözlerine karşı gösterdiğim tepkiyi saklamaya çalışmanın bir anlamı yoktu. Seivarden hiçbir zaman tepkisiz görünmek konusunda başarılı olamamıştı ve şu an yaşadığı şaşkınlık aristokratik yüzünden okunuyordu. Belli ki Gemi’nin söylemek istediği şeyin bu olduğunu bilmiyordu. Konuşmak istemiş gibi ağzını açtı ama sonra gözlerini kırpıp kapattı. Kaşlarını çattı. “Evet, ciddiydim,” diye yanıtladım. Radchaailara göre gemiler insan değildi.

Sadece birer araçtık. Birer silah. Gerektiği zaman emredildiği şekilde hareket eden birer alet. IO “Söylediğiniz günden beri bunu düşünüyorum,” dedi Seivarden. Hayır, bunu söyleyen Kalr’ın Merhametiydi. “Ve bir kaptan olmak istemediğime karar verdim. Ama olabileceğimi düşünmenin hoşuma gittiğini fark ettim.” Bu sözler karşısında Seivarden rahatlasın mı yoksa rahatlamasın mı emin olamadı. Ne olduğumu biliyordu; hatta muhtemelen o gün Omaugh Konağı’nda söylediğimi neden söylediğimin de farkındaydı ama o soylu bir Radchaai’dı ve diğer tüm Radchaai subayları gibi gemisinin her daim onun emirlerini yerine getirmesini bekliyordu. Her daim yanında olmasını. Bir zamanlar ben de bir gemiydim. Gemiler kaptanları ve teğmenleri için çok yoğun duygular besleyebilirdi. Bunun kişisel deneyimim sayesinde biliyordum. Ah evet, ben beslemiştim. İki bin yıllık hayatımın çoğunda başka herhangi bir şey istemek için hiçbir neden görememiştim.

Ve kendi mürettebatımı geri alamayacağım şekilde kaybetmek, içimde görmezden gelmeyi öğrendiğim bir yara bırakmıştı. Çoğunlukla görmezden gelebildiğim. Aynı zamanda son yirmi yılda kendi kararlarımı başka hiç kimseye danışmadan, kendim almaya alışmıştım. Kendi hayatım hakkında söz sahibi olmaya. Gemimin benim hakkımda, benim kendi kaptanlarım hakkında hissettiğim gibi hissedebileceğini mi düşünmüştüm? Bunun olması mümkün değildi. Gemiler başka gemiler hakkında öyle hissetmezdi. Bunu düşünmüş müydüm? Niye böyle bir şey düşünecektim ki? “Peki,” dedim ve çayımdan koca bir yudum aldım. Yuttum. Gemi’nin bunları Seivarden aracılığıyla söylemesi için herhangi bir neden göremiyordum. Ama elbette Seivarden tam olarak bir insandı. Ve Kalr’ın Merhametinin Amaat teğmeniydi. Belki de Gemi’nin dile getirdiği şeyler benim için değil, onun için söylenmişti. Seivarden asla , gemisinin nasıl hissettiğini umursayan subaylardan olmamıştı, hatta bu hislerin farkına dahi varmamıştı. Toren’ın Adaleti’nde görev yaparken benim en sevdiklerimden değildi. Ama gemilerin farklı zevkleri vardı ve farklı kişileri sevebilirlerdi.

Ayrıca Seivarden son bir yıl içerisinde önemli derecede gelişmişti. Bağılları olan bir gemi nasıl hissettiğini anlık olarak binlerce farklı şekilde gösterirdi. En sevilen subayların çayı asla soğuk olmazdı. Yemekleri özel olarak tam kıvamında hazır-lanırdı. Üniformaları hep üzerlerine tam oturur, hiç çaba sarf etmeden düzgün görünürdü. Küçük ihtiyaçları ve arzuları neredeyse ortaya çıktıkları anda karşılanırdı. Ve genelde o subayın tek fark ettiği şey rahatlık olurdu. Kesinlikle hizmet ettiği diğer gemilerde olduğundan daha rahat. Bu -neredeyse her zaman- açıkça tek taraflıydı. Haftalar önce Omaugh Konağı’nda Gemi’ye kendi kendisini kumanda eden bir birey olabileceğini söylemiştim. Şimdi o bana -ve tesadüf olmadığına emin olduğum bir şekilde Seivarden’a- en azından potansiyel olarak bunu arzuladığını söylüyordu. Takdir edilmek istiyordu. Belki duygularına küçük bir karşılık (ya da en azından farkındalık) istiyordu. Seivarden’ın Amaatlarının özel bir özen gösterdiklerini görmemiştim ama sonuçta onlar da Kalr’ın Merhameti’ndeki diğer tüm askerler gibi insandı, geminin birer parçası değil. Gemi için o şekilde hareket edecek dahi olsalar onun göstermelerini istediği çok sayıda küçük yakınlıktan rahatsız olurlardı.

Tekrar, “Peki,” dedim. Kamarasında Teğmen Tisarwat botlarını ayağına geçirdi. Hâlâ uyanmaya çalışıyordu. Bo Dokuz çayıyla yanında bekliyordu. Bo bölüğünün geri kalanı derin uykudaydı; bazıları rüya görüyordu. Seivarden’ın Amaatları günlük işlerini tamamlıyor ve akşam yemeğine hazırlanıyordu. Doktor ve Kaklarımın yarısı uyumaya devam ediyorlardı ama uykuları hafifti. Gemi onları beş dakika sonrasına kadar uyandırmayacaktı. Ekalu ve Etrepaları hâlâ nöbetteydi. Teğmen Ekalu sistem valisinin mesajına hâlâ biraz içerlemiş haldeydi ama onu rahatsız eden başka bir şey daha vardı ve onun ne olduğundan emin değildim. Dışarıdaki toz ara sıra Kalr’ın Merhametinin gövdesine çarpıyor ve Athoek’ın güneşinin ışığı onu ısıtıyordu. “Başka bir şey var mı?” Vardı. Konuşmanın son kısmı başladığından beri diken üzerinde olan Seivarden bir cevap görmeyi bekleyerek gözlerini kırptı. Bir saniye boyunca hiçbir cevap gelmedi. Sonra, Hayır Donanma Komutanı, bu kadar.

Seivarden, “Hayır Donanma Komutanı,” diye okudu. “Bu kadar.” Sesi tereddütlüydü. Gemileri tanıyan biri için o kısa duraksama anlamlıydı. Her zaman gemisinin duygularından habersiz olan Seivarden’ın bunu fark etmiş olmasına biraz şaşırdım. Üç kez gözlerini kırptı ve kaşlarını çattı. Endişeliydi. Telaş-lanmıştı. Normalde olmayan bir şekilde kendisinden emin değildi. “Çayınız soğuyor.” “Bu kadar,” dedim ve çayımı bitirdim. Teğmen Tisarwat günlerdir Athoek Istasyonu’na dönmek istiyordu. Sisteme geleli sadece iki haftadan biraz daha fazla olmuş olmasına rağmen arkadaş edinmiş ve bağlantılar kurmuştu. Neredeyse istasyona adım attığın andan beri sistem yönetimi üzerinde etki sahibi olabilecek bir konum peşindeydi. Bu olanlar düşünüldüğünde hiç de şaşırtıcı değildi.

Tisarwat bir süre Tisarwat olmamıştı; Anaander Mianaai yani Radch’ın Efendisi bu on yedi yaşındaki bahtsız teğmenin kendinin bir uzantısı, Radch’ın Efendisi’nin sadece bir parçası yapmak için değiştirmişti. Böylece gözünü üzerimde tutmasını ve Kalr’ın Merhametini kumanda etmesini sağlayacak bu parçayı benim tanımayacağımı ummuştu. Ama onun tanımış, Tisarwat’ı Radch’ın Efendisi’ne bağlayan implantları söktürmüştüm ve artık o başka biriydi; eskisinin anılarını (ve muhtemelen bazı eğilimlerini) taşıyan ama birkaç gününü Radch bölgesinin en güçlü kişisi olarak geçirmiş yeni bir Tisarwat. Beni mekik kapısının hemen dışında bekliyordu. On yedi yaşındaydı ve uzun boylu sayılmazdı ama gelişmekte olan bazı on yedi yaşındakiler gibi onun da kolları ve bacakları gövdesine göre uzundu. Hâlâ uyku sersemi olmasına rağmen tek bir saç teli bile dağınık değildi ve koyu kahverengi üniforması kusursuzdu. Halihazırda mekiğe binmiş olan Bo Dokuz genç teğmenin kamarasından çıkarken başka bir durumda olmasına asla izin vermezdi. “Donanma Komutanı.” Tisarwat reverans yaptı. “Beni yanınıza aldığınız için teşekkürler.” Aldığı ilk maaşı gözlerinin rengini değiştirmek için harcayacak kadar budala ve uçarı olan eski Tisarwat’tan kalma eflatun rengi gözleri ciddiydi. Ciddiyetinin ardında halinden gerçekten memnun ve Kalr’ın Merhameti doktorunun verdiği ilaçlara rağmen biraz heyecanlıydı. Radch’ın Efendisi’nin yerleştirdiği implantlar düzgün çalışmamıştı ve tahminimce kalıcı bir hasara neden olmuştu. Benim aceleci bir şekilde o implantları çıkarmam sorunun bir kısmını çözmüş olsa da başka problemlere sebep olmuş olabilirdi. Buna, hâlâ kimliğinin bir bölümünü paylaştığı savunulabilecek olan Anaander Mianaai’a karşı beslediği güçlü ve tamamen anlaşılabilir duygu karmaşası eklendiğinde sonuç neredeyse sürekli olarak çektiği duygusal acıydı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir