Arthur Gold, Robert Fizdale – Sarah Bernhardt

Mark Twain, “Beş tür aktris var: kötü aktrisler, ortalama aktrisler, iyi aktrisler, büyük aktrisler ve Saralı Bemhardt,” demiş. Bernhardt’ın başına taç giydirmek Mark Twain’i memnun etse de ona dair aşağıdaki satırları yazan George Bernard Shaw’ı da, bu tacı bir vuruşta uçurmak aynı ölçüde memnun ederdi: “Oyunculuğu, sizi daha yüksek düşüncelere ya da daha derin duygulara götürmekten çok kendisine hayran bırakan, ona acımanızı, savunmanızı, onunla birlikte ağlamanızı, şakalarına gülmenizi, onun maceralarını nefes nefese izlemenizi ve perde indiğinde çılgınca alkışlamanızı sağlayan bir çocuğun bencilliğine sahip. Sizi tatlı sözlerle kandırarak, kedere boğarak, heyecanlandırarak; özetle sizi aldatarak bütün zayıflıklarınızı bulup çıkartıp onlar üzerinde oynama sanatı … ” Müşteriyi aldatmak, oyuncunun işinin bir parçasıdır. Ancak Shaw aldatılacak birisi değildi. Golf pantolonu içinde bir haçlı askeri olarak görevi, yanlış yöne sürüklenen bir dünyanın üstüne ışık tutmaktı . Bernhardt ise başka bir mezheptendi. O, izleyiciyi sersemletmek, gözünü kamaştırmak, duyguların gizemi ve şiirsel yanılsamayla aklını çelrnek için yaşıyordu. Shaw’ınki gerçeğin kayasıydı; Sarah ise, kuyruğu kayayı çevreleyen, tehlikeli suların içinde yüzünü aya dönmüş, kayanın üstündeki denizkızıydı. D.H. Lawrence ise, Nottingham’daki Theatre Royal’da Bernhardt’ın Kamelyalı Kadın oyununu izlediğinde Shaw’ın duygularına katılmadı. Romancı o sırada yirmi üç yaşındaydı, aktris ise kendisinden kırk yaş büyüktü. işte orada [diye yazmış], bütün canlılarla ortaklaşa taşıdığımız, ancak bütün karmaşıklığı ve anlaşılmaz kızgınlığıyla içimizde toplanan o vahşi duygunun vücut xii SARAH BERNHARDT bulmuş hali. Kadının ilkel tutkularını temsil ediyor ve olağanüstü derecede göz kamaştırıcı. Ben böyle bir kadına Aşık olabilir, onu delicesine sevebilirdim; yalnızca saf, vahşi tutkusu uğruna.


Bemhardt’ı izlemeye gidecekseniz dikkatli olun. Çok sağlam değilseniz gitmeyin. Şu an onu düşündüğümcle, onu izledikten sonra günlerce göğsümde asılı kalan ağırlığı hAla hissedebiliyorum. Onun o alımlı, tatlı işveleri; hüzünlü, kederli hafif mırı�ıları; dehşetli panter çığlıkları ve feci, anlaşılmaz sesler, yürek dağiayan küçük hıçkırıklar, ümitsizlik ve ölüm; bir akşam için bu kadarı çok fazla. 1 8 85’te genç Sigmund Freud, Jean-Martin Charcot ile hipnotizma ve nöroloji çalışmak üzere Paris’te bulunuyordu. Oradayken, Bernhardt’ı, Sardou’nun, geleceğin psikanalistinin şehvet, sadizm ve günah gibi oyun yazarı tarafından hayal bile edilemeyecek biçimlerde inceleyeceği konuları işleyen oyunu Theodora’da izledi. Ancak, Lawrence gibi hipnotizma öğrencisi de aktrisin sersemletme yeteneği karşısında pes ediyordu: Yapıtın kendisine ilişkin iyi bir şey söyleyemeyeceğim …. Ancak o Sarah nasıl oynuyor öyle! Tatlı, titreşimli sesinin ilk sözcüklerinden sonra sanki onu yıllardır tanıyormuşum gibi hissettim. Onun söyleyebileceği hiçbir şey beni şaşırtmazdı; onun söylediği her şeye anında inandı m . … Bas� bir elbiseyle göründüğü ikinci perdedeki Sarah’dan daha komik bir figür hiç görmedim; yine de o küçük figür yaşayıp büyülediğinden insan bir süre sonra gülmeyi bırakıyor. Derken pohpohlaması, yakarması ve kucaklaması; üs�enebildiği duruşlar ve her kaburgasıyla ekieminin onunla birlikte oynayışı inanılmaz bir şey. ilginç bir varlık: Yaşamında da sahnedekinden daha farklı davranmasına gerek kalmadığını düşünebiliyorum. Freud’un Saralı hakkındaki duyguları bir öğrenci tutkusundan daha derinlere inmişti. Yıllarca, dertli hastaları daha ofisine girer girmez onları Bernhardt’ın bir fotoğrafı selamlamıştı. Bunu ebedi bir kadının ya da ebediyen nevrotik bir kadının simgesi saydığından mı, yoksa oynamak ve yaşam arasındaki bağlannyla ilgilendiğinden mi sergilediğini bilemiyoruz.

Sonuncusu idiyse, burada yalnız değildi. Ünlü trajedi oyuncularının -Rachel’den Garbo’ya, Bernhardt’dan Callas’a- cazibesi yalnızca sanatlannda değil, sürdüideri yaşamın müstehcen gücünde yatar. Duygulanmızla oynayan, arzularımızı uyandıran ve fantezilerimizi dışa vuran bu sanrılı yaratıkların gizemlerini çözmeyi dileriz. Bir gecelik sırdaşımıza dönüşerek uzanıp öyle yakından dakunuyorlar ki kıyaslanınca yaşamlarımız Önsöz xiii gözümüze çok yavan gözüküyor. Canlandırdıkları mitsel kraliçeler gibi, bencillikleri merakımızı uyandırıyor ve herhangi bir ölümlüde hoş göremeyeceğimiz dayatmacı kaprisleri edepsiz düşlere gösterilen anlayışla bağışlanıveriyor. Şair ve oyun yazarı Edmond Rostand, jules Huret’nin kaleme aldığı Sarah Bernhardt biyografisine yazdığı önsözünde, aktrisi volkanik taşkınlığının doruklarında yakalamış: 1 899: Bir kupa arabası kapıya gelince duruyor. içinden kürklerle sarılıp sarmalanmış bir kadın fırlayıp kalabalığın içinden kendisine yol açıyor … ve döner bir merdivenden çıkıyor; çiçeklerle dolup taşan, bir sera gibi aşırı derecede ısıtılmış bir soyunma odasına dalıyor; içi ıvır zıvırla dolu küçük, kurdeleli çantasını bir köşeye, kenarlıklı şapkasını ise bir başka köşeye fırlatıyor; kürtderini çıkartıyor ve anında beyaz ipekten bir kıllfa dönüşüyor; loş aydınlatılmış bir sahneye koşuyor ve hemen kayıtsız, esneyen, aylak aylak gezinen ahaliyi canlandırıyor; herkesi kendi hummalı ene�isiyle kendine getirerek bir ileri bir geri koşturuyor; suflörün bölümüne gidiyor, sahnelerini yönlendiriyor; doğru jest ve vurgulamaları belirtiyor, gazap içinde doğrulup her şeyin baştan alınmasında ısrar ediyor; öfkeyle bağırıyor; oturuyor, gülümsüyor, çay içiyor ve kendi rolünü provaya başlıyor; kanatlardan mest olmuş biçimde başlarını uzatan, yüreği nasır bağlamış oyuncuların gözlerine yaşlar getiriyor; set tasarımcılarının kendisini beklediği odasına dönüyor, planlarını sil baştan yapıyor; çöküyor, alnı nı dantel bir mendille siliyor ve aklından bayılmayı geçiriyor; soyunma odasına geri dönüyor ve figüranlara saçlarını nasıl yapacaklarını öğretiyor; kendisine okunan yüzlerce mektubu dinliyor, bazı talihsizlik öykülerinde ağlıyor ve tıka basa dolu, şıngırtılı el çantasını açıyor; bir sahnenin ışıklandırmasına göz kulak olmak için yeniden sahneye dönüyor ve elektrikçiyi anlık bir deliliğin eşiğine sürüklüyor; önceki gün bir çam devirmiş bir nezaretçiyi paylıyor; akşam yemeği için odasına dönüyor, yorgunluktan beti benzi atmış halde masaya oturuyor; planlarını gözden geçiriyor; bohem kahkaha çınlayışlarıyla yemeğini yiyor; bitirmeye zaman bulamıyor; o akşamki temsil için giyiniyor; yüreğini ve ruhunu tümüyle vererek oynuyor; perdeler arasında iş tartışmaları yapıyor; düzenlemeler yapmak için sabahın üçüne dek tiyatroda kalıyor; arabasına biniyor; kürklerine sakuluyor ve sonunda uzanabilmenin keyfini sürüyor; birisinin evde beş perdelik bir oyun okumak için kendisini beklediğini anımsayınca gülrnekten katılıyor; eve gidiyor, oyunu dinliyor, heyecanlanıyor, kabul ediyor, uyuyamayacağını anlıyor ve bir role çalışmak için doğan bu tırsatın üstüne atlıyor!

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir