Asım Bezirci – Sabahattin Ali

Sabahattin Ali 25 Şubat 1907’de (Rumi 12 Şubat 1323) Bulgaristan’da, Gümülcine Sancağı’na bağlı Eğridere (şimdiki adıyla Ardino) ilçesinde doğdu. Ayvalık nüfus kütüğüne kayıtlı olan Sabahattin Ali’nin soyadı “Alı”dır.O> Babası piyade yüzbaşısı Cihangirli Ali Salahattin, annesi Hüsniye’dir. Ali Salahattİn 1876’da İstanbul’da doğmuştur. Bahriye alay emini Oflu Salih’in oğludur. Annesi Çerkes soyundan Kafkasya asıllı Saniye’dir. Harbiye’yi bitirince, 1903’te piyade subayı olarak Kütahya’ya, ardından Rumeli’nde Eğridere’ye atanır. 1906’da, otuz yaşında iken, Gümülcine’deki subay arkadaşlanndan Mehmet Ali’nin on dört yaşındaki kızı Hüsniye ile evlenir. 1907’de ilk çocuğu dünyaya gelir. Adını Sabahattin koyar. Çünkü bu ad, dostu Prens Sabahattin’in de adıdır. İkinci oğluna da şair Pikret’in adını verir. Bundan anlaşılacağı gibi, Ali Salahattİn edebiyatı seven özgür düşünüşlü bir kişidir. Nitekim, Jön Türkleri tutarmış, o günün deyimiyle “Hürriyetçi” imiş. Tevfik Pikret’le arkadaşmış, şiirlerini coşkuyla okunnuş.


“Sis”i ezbere bilirrniş. Serveti Pünun, Şahbal, içtihad dergilerini izlenniş. Duygulu, alıngan, ince bir adammış. Mandolin ve flüt çalarmış. Eriere çok iyi davranırmış, ama askerlikle başı hoş değilmiş. Sabahattin birkaç aylıkken, Salahattİn Bey 1908’de Edirne’ye yollanmış. Daha sonra Balkan ve Trablusgarp savaşO) Fakat Sabahattin Ali, bunun yerine babasının adı olan “Ali”yi kullanır. Üstelik, “Ali”yi “Ali” diye yazanlara da kızar. Kızı Filiz’in açıkladığına göre, babasının anası ve kardeşleri “Şen yuva” soyadını almışlar, fakat Sabahanin Ali sonradan bu soyadını sildimıiş. “Ali”yi soyadı almak istemiş. Nüfustaki memurun, özadın soyadı olamayacağını bil�irnıesi üzerine, “Ali” yerine “Alı”yı seçmiş, ama hiç kullanmaıruş. (Bak:Filiz Ali-AtillA Özkınmlı, Sabahattin Ali, 1 986, S. 59-60). 9 ları ile Arnavutluk isyanında bulunmuş. Balkan Savaşı (1911-1912) sırasında yaralanmış, ordudan istifa etmiş.

Gelip Edremit’ e yerleşmiş. Müslüman Mahallesi’nde (şimdiki adıyla Bayram Yeri’nde) ufak bir bakkal dükkanı açmış. 1914 Birinci Dünya Savaşı başlayınca yeniden askere alınmış. Bir süre Divan-ı Harb-i Örfiye reisi olmuş. Ardından Çanakkale’ye gönderilmiş. Orada şube reisliği yapmış. 1918’de emekliye aynlmış … Sabahattin Ali’nin annesi Hüsniye Hanım Edremit nüfus kütüğüne kayıtlıdır. Alaydan yetişme mülazım (teğmen) Mehmet Ali’nin kızıdır. Mehmet Ali’nin babası Yenice ilçesinin Avunya (Pazarköy) bucağından ve Kazdağı Yörüklerinden Dağlı Mehmet’tir, annesi Gönen’in Yortan (Bostancı) köyünden Hacı Mehmet’in kızı Asiye’dir. Hacı Mehmet, Gönen müftülüğü de yapmış, karısına Arap Asiye de denirmiş. Hüsniye Hanım’ın annesi ise soyadı Haktanır olan Hatice Hanım’dır, Bulgaristan’ın Lofça ilinin Borma ilçesinden Türkiye’ye gelmiştir.<ıı Hüsniye Hanım ilkokulu bitirmiş. Roman okumayı severmiş. Biraz da hafızlığı varmış. Oldukça güzel bir kadınmış.

Süse, giyim kuşama düşkünmüş. Aynca, soyundan gelme histeri rahatsızlığı varmış. Melankoliye yatkınmış. Bu yüzden kocasıyla sık sık atışırmış. İkide bir intihara kalkışırmış. Birkaç kez hastanede tedavi görmüş. Oğullarından Fikret’i çok sever, şımartır, Sabahattin’ e ise pek yüz vermezmiş. 1969’da, eşinden 43 yıl sonra ölmüş … ÇOCUKLUK Sabahattin Ali yedi yaşına basınca, önce İstanbul’da Üsküdar’da Doğancılar’daki Füyuzat-ı Osmaniye Mektebi’ne gönderildi. Sonra, ailesi Çanakkale’ye gidince, oradan Çanakkale İptidat Mektebi’ne girdi. Fakat Birinci Dünya Savaşı yüzünden okul öğretmensiz kalarak kapandı. Neyse ki, babasının çabası ve öbür subayların da yardımıyla yeniden açıldı. Böylece, Sabahattin Ali öğrenimini sürdürebildL Türkçe dersini Salahattİn Bey veriyordu. Savaş boyunca Çanakkale’de geçirdiği korkulu günleri Sabahattin Ali, 1928 Ağustosu’nda yazıp, arkadaşı Mehpare Taşduman’a gönderdiği anı defterinde şöyle anlatır: (2) M. Reşit Ertüzün, Sabahattin Ali Olayının Gerçegi, 1 985, S. 46 lO “Burada dört sene kaldık.

Düşman hemen her zaman şehri bombardıman ediyordu ve biz bu esnada bin korku ile civar köylere kaçıyor, on gün kadar kaldıktan sonra, bombardıman biraz sükunet buluyor, biz de dönüyorduk. Bazen yalımızda otururken karşımızda duran gemilere bombardıman başlıyor, vapurlar kaçmak istederken etraflarına düşen mermiler beyaz birer minare gibi su sütunları yükseltiyordu. Bazen bu merrnilerden biri vapura gelir, o zaman canını kurtarmak için çırpınan, eline geçen şeylere sarılan bir insan kalabalığı suların üstünde görülürdü. Bazı geceler halkona çıktığımız zaman karşı sahilden top, el bombası, mitralyöz, tüfek sesleri, garip uğultular gecenin sessizliği içinde kulaklanmıza getirdi. Bazen zırhlılar şehire iki üç ( … ) kadar sokulurlar, o zaman herkesi bir heyecan, bir tel§ş sarar, yaylı arabaları dört nala koşan beygirlerle zabit ailelerini şehirden kaçınr, istihkfunlar birer yumruk gibi uzanan toplarıyla bu siyah ölüm şehirlerini boğazdan içeri koymamak, İstanbul’a salıvermemek için çalışırdı. Bazen mehtaplı gecelerde rahat yatağımızda uyurken meş’um bir uğultu veya kulakları parçalayan bir tarraka ile uyanırdık. Tayyareler gelmiş ve bomba atmaya başlamıştı. O zam� biz çıplak vücutlarımıza giyebiirliğimiz şeylerle şehrin dışındaki babçelere kaçar, asker hattaniyeterine sarınarak kardeşirole bekler dururduk.”<3l Salahattİn Bey, ailesini 1918 sonlarına doğru Çanakkale’ den İzmir’ e götürür: “Dört sene sonra babam istifa ederek aynidığı zaman, annem de zaten büyükbabası tarafından irsen mahmut olduğundan histeri başlamış, babama kalp hastalığı gelmiş, erkek kardeşimin dili kekeme olmuştu. İçlerinde en sağlam bendim. Babam elindeki bir miktar para ile İzmir’e geldi. İş yapmak istedi. Bir tiyatro isticar etti. Karşıyaka’da gazino işletti. Hülasa işleri iyice idi.

Fakat Yunan’ın gelmesi hepsini altüst etti ve hepimiz on parasız olarak Edremit’ e, annemin babasının ve annesinin yanına geldik. Burada da Yunan vardı ve babamın tekaüt maaşları bile çıkmıyordu. ( … )Bu esnada annemin Çanakkale’de başlayan histesirisi gayr-ı kabil-i tahammül bir hal aldı. Zaten İzmir’de bir kere bileklerini kesmek, bir kere de Edremit’ e gelirken denize atlamak üzere yaptığı intihar teşebbüsleri burada da tekerrür etmişti. Her akşam yorgun argın eve gelen babamla muhakkak bir bahane bularak bir kavga çıkarı- (3) Bak: Asım Bezirci, “Sabahattiıı Ali’11i11 Çocukluk Am/arı”, Gelecek dergisi, ı. ı O. ı 97 ı ll yor, o adama yediğini içtiğini zehir ediyordu. Her akşam muhakkak bir şey tuttururdu. Ya annesiyle babasıyla yahut da kocasıyla yani babamla bir gürültü çıkarmazsa yüreği rahat etmiyordu. Belki bunlar hastalıktandı, fakat yüzde daksanı da aldığı terbiyenin noksanlığındandı. Evvelce İstanbul’da, filan babam kendisini ailesiyle çok görüştürrnüyor, kendi büyüdüğü aristokrat muhitte bulunduruyordu. O zamanlar annem civarına uymak mecburiyetindeydi, fakat burada, bu adi ve popüler muhitte bütün basitliği, aleHideliği, hatta görgüsüzlüğü ile açılmıştı. Zaten hastalığı da babama karşı ( … ) şeklinde tecelli ediyordu. Bir zamanlar ‘sen benim hem kocam, hem babamsın’ ( … )çünkü babam annemden on altı yaş kadar büyüktü. Zavallı adamın her şeyine, ailesine dil uzatıyordu.

Müddet-i ömründe kimseden ağır bir söz bile duymaya alışmamış bir adam olan babam bütün bunlara sırf bizim için, çocukları için tahammül etmekte idi. Bu esnada bir de kız kardeşim dünyaya geldi. para yoktu. Kamımızı doyurabiirnek için çalışmak lazımdı. Babam da Çanakkale’de iken bizim emir erimiz olan bir Edremitli dükkancıdan otuz liralık kadar eşya aldı, tabii veresiye olarak. Bunlar çorap, mendil, fanila, makara, kuka iplik gibi tuhafiye şeyleri idi. Kurban Bayramı yaklaşıyordu. Babam çarşı yerinde bir sergi açtı, orada bunları satmaya başladı. Bayramdan sonra elinde birkaç kuruş parası vardı, tekrar başladı. Bu sefer ben de boynuma bir işporta taktım, içerisini öteberi doldurdum. Bizim iyi günlerimizi bilen Türklere görünmemek için bunları Rum mahallelerinde ‘makaradis kovarikos’ diye satmaya başladım. Akşamları babam benim boynurndan işportayı çıkarır, yaşaran gözlerini göstermernek isteyerek yanaklarımdan öper ve hesap görürdü. Bir müddet sonra bir dükkan açtı. Fakat geçinebilmek için yine Edremit’in civarındaki kasabalara gitmek, oralarda sergi açmak icap ediyordu. ( … )Bu esnada ben iptidaiyi bitirdim.

” Beyaz teni, ela gözleri ve dalgalı saçlarıyla Sabahattin Ali güzel bir çocuktu. Evinin bulunduğu Müslüman Mahallesi’ndeki komşulan ona “Sabah Yıldızı” adını takrruşlardı. Sokakta çok dolaşmaz, çocukIann oyunlanna pek kanşmazdı. Çekingendi. Şerif Ağa’nın oğlu Ali (Demirel) ile arkadaşlık ederdi. Ali bir konuşmasında o günleri şöyle anlatıyor: “Sabahattin çocukluk arkadaşımdı. Mahallede ve okulda her zaman 12 birlikte olmamız sebebiyle samimiyetimiz çoktu. Kendisinden iki yaş küçük olmama rağmen, vücutça ondan daha iri bir yapıya sahip olmam sebebiyle, bana bir ağabey gözüyle bakardı. Ben de onu mahalledeki ve okuldaki arkadaşların kötü, rahatsız edici davranışlarından korurdum. Gerek okulda. gerek mahallede arkadaşlarla oynadığımız oyunlara hiç katılmazdı. Ya bizi kıyıdan izler, ya da eve girip kitap okur, resim yapardı. Bazen de bana, mahalle oyunlarımızda kullandığımız tahtadan ok, yay gibi oyuncaklar yapardı. Aramıza sokulmadığı için öbür arkadaşlar onu dövmekle tehdit ederlerdi. Bu gibi durumlarda iri yapıma güvenerek onu korurdum.

O da, buna karşılık ya bana oyuncaklar yapar ya da derslerime yardım ederdi. Okulun en çalışkan öğrencisi o idi.( … ) Güzel, yakışıklı ve sessiz bir çocuktu. Bu özelliklerinden dolayı, bir gün arkadaşlanmızdan Şakir’ in saldınsına uğradı. Ve bir tesadüf eseri, olayı görmem ve müdahale etmem bu saldırıyı sonuçsuz bıraktı.”<4> Annesi sinirli bir kadındı. Sabahattin Ali’den çok, kekeme oğlu Pikret’ e (Şenyuva) yakınlık gösterirdi. Arada bir Sabahattin Ali’yi azarlar, hatta döverdi. Bu ayncalıklı davranış Sabahattin Ali’yi derinden yaralamıştı. Bundan dolayı, annesinin, hatta kimsenin kendisini sevmediğine ve sevemeyeceğine inanmış, babasına daha bir bağlanmıştı. Ailenin geçimini sağlamak için onun çektiği sıkıntılan üzülerek izliyordu. Salahattin Bey ile Hüsniye Hanım arasındaki tartışmalar ve kavgalar da benliğini sarsıyordu. Sabahattin Ali Edremit İdadisi’nin (şimdiki Gazi İlkokulu) başarılı bir öğrencisiydi. Gerçi sessizdi, sokulgan değildi, içine kapanıktı ama. çok zeki ve çalışkandı.

Bu yüzden, öğretmenin gelmediği zamanlar, dersleri arkadaşlarına o anlatıyordu. Öğretmeni, babasının Gümülcine’den tanıdığı aile dostu Mehmet Şah Bey’di. Sabahattin Ali’yi beğeniyor ve seviyordu. Aynca, dayısı Nazmi (Aybek) Bey de onu sevenler arasındaydı. “Göreceksiniz, bu oğlan bir gün paşa olacak!” diyordu. Sık sık yeğenini görmeye geliyor, ona güzel kitaplar getiriyordu. Sabahattin Ali onlan ya evde, ya da babası Havran, Burhaniye, Ayvalık pazarlannda sergi açıp öteberi satmaya gittiği günler dülekanda tutkuyla okuyor, işini ihmal ediyordu. Gerçi babası da okumasını istiyordu, ama çalışma sırasında Salahattİn Bey’in yanında da okumaya başlayınca sopayı yiyordu.<sı (4) Bak: Ünsal Akpak. Sabahattin Ali O stüne Anılar, Yeni Ortam, 23.1.1975 (5) Ünsal Akpak, Sabah Yıldızı. Yansıma dergisi, Mart 1973 13 Berber Hüseyin Efendi’ nin dükkanı da Sabahattin Ali’ nin kitap okuduğu yerdi. Nazmi Bey ile bakkal Refik (Molvalı) Bey’in verdiği roman, hikaye, masal kitaplarını götürür, orada sesli olarak okurdu. Hüseyin Efendi medreseden çıkma, sevecen, bilgili, kalender bir adamdı.

Sabahattin Ali’yi ilgiyle dinler, anlayamadığı parçalan açıklar, okuyamadığı yerde ona yardım ederdi. (Yıllarca sonra, Sabahattin Ali’nin “Candarma Bekir” hikayesini gazetede okumuş, pek sevinmişti. Çevresindekilere “Bakın, bizim Sabahattin neler yazmış!” diye övünmüştü. Bir gün Sabahattin Ali’yle Edremit’te karşılaşınca, hemen boynuna sarılmış, gözlerinden öperek onu yürekten kutlamıştı). Sabahattin Ali’nin hiUyeciliğe başlayışında ve yazış biçiminde babasının uyarıcı etkileri olmuş. Bunu, sonradan, arkadaşı Sevgi Sanh ile Vedat Günyol’a açıklamış. Sevgi Sanlı’ya anlattığına göre, ilk hikAyelerinden birinin yazdışı şöyle olmuş: Subaylıktan emekli olan babası, dünyalığı doğrultmak için Edremit’de çerçilik yaparmış. Sabahattin’i daha ufacıkken yanına alıp pazar pazar gezdirirmiş. “Pazarda kadınlar tombul yanaklarından makas, önümdeki sepetten ibrişim yumakları alırlardı. Babam pazarda gördüklerimi yazmaını isterdi. Bir kez yazıya şöyle başlarnıştım: ‘Sabahın erken saatinde perlerimin latif sesiyle uyandım.’ Babam öfkelenmiş ‘Haydi ordan, yalancı kerata. Sabahın köründe seni zorla yatağından kaldınyorum. Babanın latif sesiymiş! Sesim sana latif gelir mi hiç! İçinden geldiği gibi yaz’, demişti.’>(6> ÖÖRENClLlK Edremit lptidal Mektebi’ni 1921’de bitirince, Sabahattin Ali, İstanbul’a büyük dayısı Sait Bey’in yanına gitti.

Fakat bir yere girerneyerek geri döndü. Bir yıl sonra Balıkesir Dar-ül-Muallimin’e (Öğretmen Okulu) girdi. İkinci sınıfta yazdıklarını ucun ucun yayımlamaya başladı. Bunun için 1924 Şubatı’nda okulda arkadaşlarıyla bir gazetecik çıkardı. Şapoğrafla basılan gazetede şiir, hikaye ve yazılanyla göründü. öme- (6) Sevgi Sanlı, Aydınlık Bir Baş: Sabaluıtıin Ali (Bak: Filiz Ali l.asb’AtillA Özlwımlı, Sabahanin Ali, 1979, S. 120). 14 ğin, 22 Şubat 1340 (1924) tarihli güneesinde belirttiğine göre, gazetede Sabahattin imzasıyla “Astiyag’ın Torunu”, Gültekin imzasıyla “Kırmızı Külahlılar” başlıklı ürünleri yayımlandı. 15 Mart günlü sayıda ise “Kamer-i Mestür” ve “Saçlarımın Türküsü” adlı iki şiiri çıku. Okul gazetesi dışında Yeni Yol dergisine de yazı yolluyor, anı defteri tutuyor, roman okuyor, fırsat buldukça tiyatroya, sinemaya gidiyordu. Hatta, bunun için cezalandınlmayı bile göze alarak okuldan kaçıyordu. Güneesinde yazıyor: “6 Mart 1340 (1925) Bugün yine mektepte mahpus kaldık. Akşam sinemaya kaçum. Sami, Mustafa, Atıf, Halit de vardı.

Akşam yakalandık. Bir şey çıkmadı, bakalım … 10 Mart 1340 Bugün bize birer tekdir cezası verdiler. Nusret’ten roman aldım, okumak için. Bir lira depozito verdim.”m

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir