Can Dündar – Kırmızı Bisiklet

Çok akıllı olmadım hiç. Yanlış atlara oynadım. Kulağımdan kar suyu eksik olmadı. Sürüden ayrılan koyunları sevdim hep … Bir de kendi bacağından asılma yanları … Kendimle yaşadım en büyük kavgalarımı… İçimdeki ikizler tahterevalli oynadı hayatla; ben seyrettim. Dışarıdan bakanlar kah öyle bildi kah böyle … Bense adalar hayal ettim çoğu zaman; sahillerine cam şişeler içinde sevda mektupları vuran adalar … Tuğcu’yla ağladım bir zaman; Pal Sokağı’nda dolaştım. Yaman çocukluk aşklarında, erginliği iple çektim. Sünnet elbisem dahil hiçbir üniformayı sevmedim. Postallar sıktı bileğimi, yüreğimi … Kalemim dedi hep, dilimin diyemediğini … Yanlış sevdalarda oyalandım kimi zaman … Bir pire için nice yorganlar yaktım. “Maskeli balolar”da tükettim ilk gençliğimi … Ama denizlere düştüm, sarılmadım yılanlara … Engerekler kesti önümü, tınmadım. Adalar sığınağım oldu. * * * Sonraları hayat, hep bir ağızdan türküler söylemeyi öğretti bir süre … Halaylarda piştim “omuz omuza” … Ama çabuk aldılar türküleri dilimizden … Unuttuk ezgilerimizi… 78’liydik. 68’e ısınamadan 88’de bulduk kendimizi … 19 Savrulduk kara bir yelde … Yaman bedeller ödedik.


70’li olamamışken 80’lere prangalandık. 90’lar heraatimiz oldu. Dönüşte, savaş baltalarımızı gömdüğümüz yerleri kaybettik. Temsili resimlerini çizdik faillerimizin … Kendimize benzedi. * * * Gün oldu yanlış zamanlarda, yanlış kapılardan döndüm. Yasak elmalar tattım kuytularda … Bıçaklar kesmedi de tenimi, bir kötü sözle öldüm. Kuşaklar, kentler, sevdalar arasında yoruldum. Gün geldi; duruldum. Zaman sardı yaralarımı, kinlerimi hafızama gömdüm. Hamdım, oldum. Sevdayi en umulmadık yerde buldum. * * * Bir “kurbağa testi”nden çıktı gençliğimin bitiş düdüğü … İlkyaza doyamadan, orta yaşla tanıştım. Dün, bir garip cihazdan dinlettiler kalp atışlarını. Ultrason ekranında yüzünü gördüğümden beri uyku tutmuyor gözümü … Yakıyorum geçmişle köprülerimi … Çiçekten bir pranga takılıyor ayağıma. Ne kavgalar var gözümde ne sevdalar … Karımın karnında bir cılız tekmenin sevinciyle sarhoşum. Uykusuz gecelere gebe ömrüm, biliyorum. Çaresiz çilelere, sebepsiz öfkelere gebe … “Baba olunca anlarsın”lar kapıya dayandı artık. Hırlının hırsızın kol gezdiği bir vahşi ormana düşüyor küçük kuş … Ben şimdi ona ne masal anlatsam? “Kırmızı Şapkalı Kız”ları çoktan kurtlar yedi.

“Küçük Berber” devlerin tuzağında … Pinokyo burunları, Midas kulakları yalana doydu. 20 Erdem, pirinç dökerek geldiği yollarda kayboldu. “Cadı masalları” çağındayız, kötülerin şiirini söylüyor şarkılar … Pamuk Prenses’ler yok artık; 7 değil cüceler 77 … Ama ürküyorsam namerdim. Dahası var mı? Haftaya, bir oğlum olacak dostlar! Ege koyduk adını. “Kalbim Ege’de kaldı” … 21 İhtiyar ve Ben Bizim ak sakallı ihtiyar çıkageldi dün … Her sene geldiği gün … aynı saatte … Aculdu. Telaş içinde konuştu benimle … Dedim: “Hayrola acelen ne?” “Acelem yok,” dedi, “Ben her zamanki tempomdayım ama sana hızlı gibi gelmeye başladım.” “Dönüp bakıyorum da, amma yol kat etmişiz seninle,” dedim. “Nasıl geçtik onca yoldan anlayamadım.” · Güldü: “Başta anlayamaz insan,” dedi, “anladığında da çok geç olur.” “Tempona ayak uydurmak zor,” dedim. “Boyuna koşturuyorsun. Biz uykudayken bile dinlenmiyorsun. Sen hızla ilerlerken biz geriliyoruz mütemadiyen … Koşarken yıpratıyorsun bizi … Kesiyorsun nefesimizi … Acelen ne? Ağır ol biraz! . Hiç geri dönüp bakmaz mısın? Yarını takmaz mısın? Oturup soluklanmaz mısın?” Çok görüp geçirmişlere mahsus bir merhametle baktı gözleri … Hakim, sakin ve mutedil… Dinledi öfkemi … * * * “İnsafsız, duraksız, fasılasız aktın. Ardında binlerce yitik düş, kırık hayal bıraktın.

Direndik sana karşı. Ezberledik; geçmiş, gelecek, geniş hallerini; “şimdiki hal”imize derman olur diye … Oysa senin halin değil, bizimkiydi değişen … Fotoğraflarda durdurmaya, albümlere hapsetmeye çalıştık seni … Ziyan etmemeye çalıştık hiçbir saniyeni … Koştuk panik içinde … Düşe kalka, ağlaya sızlaya, 22 oynaya güle … Yarıştık seninle … Kazandım sananların tacı, bir perçem ak olup düştü başına … Çaresiz, barıştık seninle … Lakin gün oldu, isyan ettik, herkese ayrı işleyen adaletine … ” Kızdı bu lafa ihtiyar … Diklendi: “Aynı hızda yürürüm ben hep, ayrıcalık tanımam kimseye,” diye kestirip attı. “Krallar bile dayanamadı hızıma … ” “Hadi canım,” dedim, “Kimine alabildiğine cömertsin, kimine gelince kör olası bir cimri … Kum saatin akar deli gibi … ” “Ben değilim müsebbibi. ” diyecek oldu … Fırsat vermedim savunmasına … “Gerçekten adilsen eğer, söylesene niye en mutlu olduğumuz an ışıktan hızlısın … Acı çektiğimizde kaplumbağadan yavaş? . ” * * * “Anlaşıldı mesele … ” dedi. “İyisi mi ben sana bir yardımcımı yollayayım. ‘Sabır’dır adı. Merhemidir yarattığım tahribatın … ” Omuz silktim: “Ben sabır istemiyorum, rehaveti özlüyorum,” dedim. “Senin o tükenmez gibi göründüğün, hesaba gelmediğin halini, eski aheste akışını, günün bir türlü batmak bilmediği o sohbeti bol yaz akşamlarını, o dolunayda yıldız yıldız gülümseyen uzun lacivert geceleri, salkım saçak güneş altında ışıkla özgürce seviştiğimiz nihayetsiz ve meşakkatsiz günleri, bahçede öğle uykularında saçımı okşayan şefkatli eli, babamın itinayla kurduğu saatten evinden geniş aralıklarla kafasını çıkarıp neşeyle guguklayan kuşun mesut, müjdeli sesini özlüyorum … ” “Seni anladım,” dedi ak saçlı ihtiyar. “Yapabileceğim tek iyiliği yaptım sanıyordum. Hafızanı körelttim, diye biliyordum. Sabra sığınmıyorsan, unutmaktır en iyisi. ” * * * Oysa ben, aslında harfiyen hatırlayarak dünün bol vakitlerini, doyumsuz sohbetlerini, telaşsız saatlerini, saadeti hüzünle yoğurarak geçtim ihtiyar adamın süzgecinden … Ben onu gemleyemedim, o demledi beni. Olgunlaştım; basarak üzerine birikmiş bütün yırtık takvim 23 yapraklarının, yıllar yılı aynı çemberde dolanmaktan başı dönmüş akrep ve yelkovanların, o incecik delikten biteviye süzülmüş kumların, evine gire çıka ötmekten sesi kısılmış yorgun gugukların, batmış onca güneşin, parıldamış bunca ay ışığının, hilalin ve fecrin, uğruna savaşılmış, yokluğuna alışılmış dostların, birbirine karışarak yanıp sönen kahkahalarla gözyaşlarının, yazılmış, yazılamamış bunca satırın, tutulmuş, tutulamamış onca sözün, dediklerimin, diyemediklerimin, bir an önce bitmesini istediğim, hiç bitmesin diye dualar ettiğim anların, koşuda çabuk yorulanların ya da koşmaya hiç niyeti olmayanların, sevaplarımın, günahlarımın, hatalarımın . ”.

Süzüldüm imbiğinden …

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir