Cara Elliott – Sahte Nişanlı

Cinayet. Kelime basıldığı sayfada pek korkunç görünüyordu. Gözlerini bir an kapayan Leydi Ciara Sheffield, bu kelimenin söylenince kulağa daha da kötü geldiğini kendine hatırlattı. “Cinayet.” Fısıldayarak söylemiş olmasına rağmen, sesinin yankısı sanki odanın durgunluğunu tuzla buz etmişti. Soruşturmanın sona ermesiyle birlikte artık geçmişin onun peşini bıraktığım düşünmüştü. Ama çok yanılmıştı. Moming Gazette i bir kenara bıraktı ama sayfaların hışırtısı bile kötü niyetli fısıltıların rahatsızlık verici bir hatırlatmasıydı. Kocasının ani ölümünün ardından Mayfair salonları, her biri birbirinden daha rezil dedikodularla çalkalanmıştı. En azından bu sabah gazetede çıkan makale ona cadı diye hitap etmiyordu ve uğraşlarım “bilimsel” olarak nitelendirmeye tenezzül etmişlerdi. Kahvaltısı soğumuştu. Çayı ağzında acı bir tat bırakmışken Ciara parmaklarının arasında bir parça kızarmış ekmeği ufaladı. Sosyete bu eski skandali hortlatmaktan asla vazgeçmeyecek miydi? İç çekerek makaleye ucundan bir kez daha göz attı. Şimdiye kadar imalar ve söylentiler kendi kendilerine yatışmış olmalıydı. Ab, dedikoduculara yem olmaktan nasıl da nefret ediyordu.


Belki birazcık, şansı varsa hikâyesi ön şayialardan kaybolup giderdi. Özellikle rezil Lord Hadley bu şekilde kaçamaklar yapmaya devam ederse. Ciara her ne kadar baba parası yiyenlerden hazzetmese de, adamın bu denli ahlaksız olması neredeyse ondan hoşlanmasına sebep oluyordu. Onun son maceraları mudaka dedikoducuları kendi sakin hayalından uzaklaştınrdı. Münzevi bir dul, gazete sattırmak konusunda zampara bir kontla yarışamazdı. Olayın kirli detaylarını pek de merak etmiyordu. Ciara yazarın can alıcı yazısından gözünü almak istercesine defterlerine uzandı. Fakat birkaç cümleyi görmekten kendini alamadı… Tanrım, yazar abartıyor olmalı. Kendini tutamayarak okumaya devam etti. Yazıda adı geçen çeşmeyi biliyordu ama Lord Hadley’nin kuğu kılığındaki Zeus’unun karşısında Leda rolünü üstlenmeye razı olan şehvet düşkününü tanımıyordu. Rivayete göre çıplak hanımefendi, mermer heykelden çok daha dolgun ve çok daha sesli. Anlaşılan o ki Berkeley Meydanı sakinlerinin yarısı Kontun ayağı kayıp ikisi de buz gibi suya düşünce yükselen çığlıklarla uyanmış. Bu ateşlerini söndürmüştür, diye düşündü Ciara kendi kendine. Daha kalıcı bir zarar da yaşanmış. Makalede Kont’un vücudunun pek hassas bir bölgesinin epeyce morardığına dair imalar vardı.

Kont muhtemelen cevizlerinin gerçek cevizler gibi kabuklu olmasını tercih ederdi. Gazete kâğıdı aniden çatırdadı. Kömür tısladı, alevler buruşmuş kâğıt parçasını aralarına almak için yükseldi. Lord Hadley nin cam cehenneme. Hatta Londra sosyetesinin de öyle. Varsın, kötü niyedi oyunlarını oynasın dursunlar. Kendisine ömür boyu yetecek kadar kötü niyetli entrika ve düşüncesiz çapkınlıklara şahit olmuştu. Artık bunlar onu şaşırtmaktan çok, fazlasıyla sıkıcı geliyordu. Ciara tabağını kenara iterek defterlerini eline alıp aceleyle odadan çıktı. “Hayret bir olay! Yine isabet etti, tam on ikiden vurdun!” Kör olasıca şans. Hadley Kontu Lucas Bingham gözlerini sabah güneşinin göz kamaştırıcı ışığından rahatsız olarak kıstı. Keskin nişancıydı fakat sabahtan beri içtiği üç ya da dört şişe şaraptan sonra en keskin nişancı bile hedefi tutturamayabilirdi. “Evet, bayım.” Adam ve arkadaşlarının bu gezi için nıttuğu nefis, basit kadınlardan biri elini adamın gömleğinin içine soktu. “Tetiği mükemmel çekiyorsunuz.

Şimdi silahı yeniden doldurup başka bir tür hedefe nişan almaya ne dersiniz?” Kont cevap veremeden Lord Famam yavaş yavaş ıslık çaldı. “Lanet olsun, Lucas. Yemin ederim ki bir adamın erkekliğinin tepesine yerleştirilmiş bozuk parayı bile, adama zarar vermeden tam ortasından vurabilirsin.” “Özellikle seninkinin, Freddy,” diye seslendi Baron Greelev. “Hadley bile görmediği bir şeyi yanlışlıkla vuramaz.” Farnam müstehcen gülüşlere katıldıktan sonra cevap verdi: “Ge-orgie, bense senin koca kıçını, hele şimdiki gibi ortada dururken, hayatta ıskalamam. Yani bence kıçına tekme yemek istemiyorsan daha terbiyeli bir dil kullan.” Greeley’ye eşlik eden kadın, bahçedeki heykellerden birinin üstüne yatmış ve onu öyle bir kucaklamıştı ki adamın çıplak kıçı açıkta kalmıştı. “Hadi ama, beyler,” diye seslendi kadın. “Şiddetten bahsetmeyelim, eğlenceli şeylerden konuşalım.” Elleri aşağıya doğru kaydı, Greeley’nin pantolonunu da beraberinde sürükledi. “Ne de olsa, hepimiz buraya eğlenceli vakit geçirmeye geldik.’ “İşte buna içilir!” Farnam bir şişe şampanya daha açtı. “1 uıcas’a kadeh kaldırıyorum; bizim çılgın, yaman Hadlev’mize, bize şehirden bir süre kaçmak için bu son derece sulu fırsatı sunduğu için. Bu balo dönemi çok sıkıcı olmaya başlamıştı.

Kendini beğenmişler geceyarısı kuğu gibi suya dalışını unutuncaya kadar, yazlık evinde harika bir parti kadar bizi neşelendirecek bir şey olamazdı.’’ Unutmak. Bu kelime şarabın zihnine indirdiği sisi bir anda bıçak gibi kesince, Lucas irkildi. Kahrettin. O ana kadar amcasına verdiği söz tamamen akimdan çıkmıştı. Henry yi ilk defa zor durumda bırakmıyordu. Hem de hiç. Bu sıralar dikkatsizliği o kadar huy haline gelmişti ki randevularına hiç gelmemesi bile şüphesiz şaşırtıcı olmazdı. Bu gerçek kendini daha da suçlu hissetmesine sebep oluyordu. Marie ya da Marguerite miydi yoksa, o bile bu suçluluk duygusunu bastıramazdı. Bu duygu çok rahatsız ediciydi. Aynı zamanda çok da vakitsizce ortaya çıkmıştı. Bütün geceyi St. Giles’taki en berbat batakhanelerden birinde geçirdikten sonra, şafak vakti Famam’ın malikânesine gelmişlerdi. Tabancasını bir yana fırlatan Lucas, yeni açılan şişesinden bu hissi boğmak istercesine koca bir yudum aldı.

Ama acımasız suçluluk duygusu daha da güçlendi. “Kahretsin,’’diye homurdandı, parmaklarını damar gibi atan şakaklarına bastırarak. “Freddv, bana önemli bir randevumu hatırlattın. Korkarım hemen Londra’ya dönmem gerekiyor.” “Chéri, biraz ertelesene.’’ Matmazel M adamın pantolonunun bağlarıvla oynamaya başladı. “Burada biraz oynaşabilecekken, neden hemen şehre koşuyorsun ki?” “Yapamam,” dedi adam, kadının elini nazikçe çekerken yüzünü buruşturdu. Anatomisinin o kısmı… pek de eğlenecek bir halde değildi. Hayal meyal gece yarısı yaşanan, buz gibi su ve pek sert taşların da işin içine karıştığı macerayı hatırlamıştı. “Doğrusunu söylemek gerekirse, amcamla dün için sözleşmiştik.” “Ama chéri,” dedi kadın dudaklarını çekici bir şekilde büzerek. “Gidersen eşitlik bozulacak.” “Birinin iki kişilik çalışmazı lazım o halde.” Lucas şişedeki şarabından bir yudum alan Farnam’a baktı, adam kendini yanındaki kadının uyluklarına gömmüştü. “Freddy bir tur daha atmaya razı gibi görünüyor.

” Kadın kalem çekilmiş gözlerini kıstı. “Ama ben istediğimi alamamış olacağım. Bu kadar yolu boş boş oturmaya gelmedim. Anlaşmamıza göre ben seninle olacaktım.” Baş ağrısı sanki kötüye gidiyordu. Lucas ceketinden bir deste para çıkararak kadına fırlattı. “Al bakalım, belki bu paraları sayarak becerikli ellerini meşgul edebilirsin.” Ingalls, “Hadley, oyunbozanlık etme,” dive seslendi. Bacakları açık bir şekilde çimene yatmış, bir puro tüttürüyordu. “Amcana bir iki gün bir şey fark ettirmez. Ne de olsa pek de bir yere gidecek gibi görünmüyor.” Diğer arkadaşları bu şaka karşısında kahkahalara boğuldu. “Gerçekten de iyi bir şakaydı bu, Fıtz,” dedi Greeley yüzünden gülmekten akan gözyaşlarını silerken. “Pek de bir yere gidecek gibi görünmüyor!” Amcasının hastalığı hakkında yapılan bu gelişigüzel zalimlik yüzüne atılmış bir tokat etkisi yarattı. Lucas bedenine yayılan bir nefret dalgası hisseti, bir an sert ve ani bir çıkış yapıp yüzlerindeki kaymış ifadeyi yumruklarıyla silmek istedi.

Ama burada iyi bir dayağı hak eden birisi varsa o da kendisivdi. Diğer üçü, hton’daki öğrencilik günlerinde olduğu gibi onu taklit ediyordu. Çtlym, yaman /iadley. Ölçüsüz davranma sanatını, ciddi bir bilim dalı haline getirmeye ka rarlıydı. Mükemmel bir hassasiyetle zevk peşinde koşturmaya. Kaşlarını çattığını fark etti. Gerçekten de bu kadar berbat, bencil bir ayyaş mıydı? Alkol ve seks kokan, dünyayı umursamaz sefil bit adam? l.ucas hu karanlık düşünceleri kenara atmak istercesine doğruldu. V eşmeye düşüşü hat alarmın yanı sıra aklına da zarar vermiş olmalıydı, t »önelde vicdan muhasebesi yapmazdı. “Yolculuk yapacak halde değilsin,” diye seslendi Greelev. Arkadaşı ona yorgun gözlerini kısarak dik dik hakti. “Doğrusu bok gibi görünüyorsun.” “Her şeıe rağmen, bir saat içinde Londra’ya doğru yola çıkacağım,” diye mırıldandı. “Ah, hadi ama,” diye ısrar etti Famam. “Arkadaşlarım böyle ortada bırakmak pek senlik bir hareket değil.

” “En azından bizimle bir kadeh daha iç,” diye ekledi Ingalls. “Peki…” Ne de olsa saat erken, diye düşündü Lucas. “Belki bir tane daha içebilirim.” Marguerite güldü ve parmaklarını adamın uyluklarının içi kısmından yukarıya doğru kaydırdı. Ah, lanet okun! Çalışma odası yani mabedi kadına zehirli kalemlerden ve dış dünyanın acı gerçeklerinden bir kaçış yeri sunuyordu. Büyük, bölmeli pencereler sayesinde odaya bolca ışık giriyordu. Kitaplarının deri kapları, dinlenmiş şeri şişeleri gibi ışıldıyor, parlak camlarla bütünleyici bir görüntü sergiliyorlardı. Beher ve şişeler de bilim alederi gibi düzgün bir şekilde dizilmişti. Mikroskoplar, kumpaslar ve büyüteçler… Burada gerçekler kişisel istekler doğrultusunda değişmiyordu. Ampirik veriler ölçülebilirdi. Mantık, çiğ duygulardan üstündü. Ama vine de, elleriyle yanaklarına dokunan Ciara onların hâlâ kızgınlıktan alev alev olduğunu umutsuzca fark etti. Ve belki biraz da korkudan. “Lanet olsun,” diye söylendi, bu son başlıkların iç huzurunu tehdit etmesine izin verdiği için kendine kızmıştı. Adı dedikodu sayfalarında anılıyorsa ne önemi vardı ki? Kocasının ölümü hakkındaki soruşturma kapanmıştı ve Sheffield’ın ailesi bu gerçekle yaşamayı öğrenecekti.

“Tehlike geçti,” dedi sanki bunu sesli söylemesi kelimeleri daha gerçek kılacakmış gibi. Geçmiş, geçmişte kaldı. Küçük oğlu sayfiyedeyken, bu iki hafta onun için de hoş bir ara olacaktı. Ölen eşinin akrabalarının en son adını karalama çabalarını düşünmekten ziyade, araştırmalarında yol katetmek için bir fırsattı. Bir şeyler yazmak için defterini açtığı sırada, odayı kaynayan baharatlar ve şifalı otların kokusu sardı. Eklemlerde gut yüzünden oluşan ağrılara iyi gelen bu iksirin tarifini Sheffield Malikânesi’nin tavan arasında bulduğu, ortaçağdan kalma bir elvazmasından almıştı. Ama kendi bildiklerine dayanarak birkaç ufak değişiklik yapıyordu. Biberiye, ardıç özü ve sumak… Listesinde eklediklerini silerken Ciara, bir sonraki saat başında mür eklemesi gerektiğini not etti. Bu ona haftalık Bilimin Sibyllaları 1 Grubu toplantısından önce nodarını derlemesi için yeterince zaman verecekti. Dudakları pişmanlık dolu bir ifadeyle kıvrılarak güldü. Grubun resmi adı buydu ama kendilerine Günahkârlar Grubu demeye başlamışlardı. Ne de olsa entelektüel uğraşların hanımefendilere uygun olmadığı düşünülüyordu. Fakat ortak ilgi alanları doğa bilimleri olan grubun beş kadın üyesi bu genel görüşe aldırmayan ciddi biliminsan-larıydı. Yaş ve kökenlerindeki farklara aldırmaksızın aralarında özel bir arkadaşlık bağı da kurmuşlardı. Ciara önündeki kâğıdarı düzgün bir tomar haline getirdi.

Geçen seneyi onların desteği olmadan nasıl adatabilirdi. bilemiyordu. Kendi isteğiyle Londra’nın sosyete yaşantısından uzaklaşmıştı. Yine de kocasının ölümünün ardından gelen hırçın saldırılar onu sarsmıştı. Derin bir nefes alarak kendini o korkunun ve karmaşıklığın anısını unutmaya zorladı. Sheffield’ııı akrabaları onun hakkında çirkin dedikodular yaymakta vakit kaybetmemişlerdi. Kuşkular kuvvetlenip soruşturmanın tonu tehditkâr bir hal aldıkça, ailesi bu yaklaşan fırtınadan kaçıp onu siiTİ dilli yargıçlar ve suratsız memurlar karşısında yalnız bırakmıştı. Kanunlara göre ani ölümler soruşturulmalıydı. Kocasının muhtemelen fazla içkiden ölmüş bir ayyaş olması durumu değiştirmiyordu. Söylenenlere göre yere yığıldığı akşam yarım düzine konyak şişesi devirmişti. Böyle olduğu halde, kocasının yardakçılarının ve ailesinin onun hırçın mizacı, münzevi âdetleri ve tuhaf iksirlerle dolu gizli ini hakkında verdikleri ifadeleri dinlemek zorunda kalmıştı. Ciara gözlerini kapayarak jürinin görgü tanıklarını dilerkenki vüz ifadelerini gözünün önüne getirmemeye çalıştı. Jüriyle göz göze geldiğinde onların ifadesindeki korku ve nefrete şahit olmuştu. Son ana kadar kocasının ölümüne sebep olmaktan suçlu bulunacağını ve yetkililer taralından göz altına alınıp suçlu olarak mahkemeye çıkacağını düşünmüştü. Ancak nasıl olduysa bu korkunç deneyimi atlatacak gücü kendinde bulmuştu.

Kendi için değil, Peregrine için. Sheffield’ın ailesinin oğlunun velayetini almak için onun cesedini çiğnemeleri gerekirdi. Ah, denemişlerdi. Şüpheli ölümleri araştıran memur gönülsüzce yeterince ipucu olmadığını açıkladıktan sonra bile denemişlerdi. Şu an bile garip ilgi alanları ve dengesiz zihninin onu kötü bir anne yaptığı dedikodularım yaymaya çalışıyorlardı. Yeni yalanlar; yeni imalar. Kadın ellerini sıktı. Peregrine’i korumak için elinden geleni yapmıştı. Once babasının değişken ruh halinden, sonra soruşturmanın kirli detaylarından ve şimdi, hâlâ adının etrafını saran skandal bulutundan. Elinden geleni yapıyordu ama bu yeterli iniydi? Çenesini kaldırarak kendini ümitsizliğe teslim etmemeye karar verdi. Nefes aldığı sürece, Shefiield’m ailesinin onu yenmesine izin vermeyecekti. Şu ana kadar iddialarım doğru çıkaracak herhangi bir kanıt sunamamışlardı. Denemeye devam edeceklerdi fakat şüphesiz, zaman geçtikçe ellerinde ipucu olduğunu savunmaları zorlaşacaktı. Varsın bu kötü niyetli fisıltdarı yaymaya devam etsinler. Varsın gazetelere yalan haberler sızdırsınlar.

Tek silahlan sözcüklerdi ve sözcükler ona zarar veremezdi. Fakat buna rağmen Ciara boğazının düğümlendiğini hissetti. Aynısı Peregrine için söz konusu değildi. O henüz çok küçüktü ve kolayca etkilenebilirdi… Tanrıya şükür, Alessandra della Giamatti gibi arkadaşları vardı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir