Cem Ozer – Yastikalti Hikayeleri

Uzun zamandır okumanızı istediğim öykülerdi bunlar. Aklımdan satırlara dökülmesi için ekranın beşına her oturuşumda uğraşıp yazdıklarıma baktığımda biraz daha artardı isteğim, ama hepsini bir araya getirip kitaplaştırmak için bugünü beklemem gerekiyormuş. Yıllarca Laf Lafı Açıyor’da anlattığım öyküler hala birçok kişinin yastıkaltmda saklı… Bu hikayeleri başka bir yerde okumadınız, yakın arkadaşlarınızın malilinize atıp paylaştığı öykülerden de değil; bunlar benim hikayelerim. Ya başımdan geçtiler, ya da etrafımdakiler yaşadı. Benzer şeyler sizin de başınızdan geçti mi bilmem, ama ben tıpkı yakın arkadaşlarınız, akrabalarınız, aileniz ya da uzaktaki sevgiliniz gibi paylaşmak istedim bunları sizinle… Okumak isteyeceğinizi tahmin ediyorum. Kimi zaman yolda çevirip imza ya da resim isterken ne zaman kitaplaştıracağımı sordunuz, kimi zaman siz de bir hi^ kay enin altında saklandığı yastıkta uyuyordunuz. Bense yazdım durdum. Kitap haline gelebilmiş olmasını Nursel’e borçluyum. Yazdıklarımı okuyan az kişi vardı, beğeniyorlardı, yazmaya devam etmem için ısrar ediyorlardı, ama Nursel hepsini tek tek topladı. Ayrı ayrı dosyalara koydu. “Bu öyküleri yastıkaltına atalım,” dedi. Yazdıklarım ona teslim artık. Okumanız için ayırdığı birçok dosya daha var. Umarım “Yastıkaltı Hikayeleri” yazdığım diğer şeyleri okumayı istemenizi sağlar. Yastıklarınızın altında biriktirdiklerinizin huzur dolu rüyalardan arta kalanlar olmasını dilerim.


Ve yazdığım her satırın yüreğinizde izler bırakmasını… Çok büyük bir şirketin sahibine, reklam için harcadığı paranın yalnızca yüzde onunun işe yaradığı söylendi. “Biliyorum,” dedi adam. Ama bana hangi yüzde onu olduğunu söylerseniz size on katını veririm.” “\ Yastıkaltı Hikayeleri yazıp bir kitapta toplamaya karar verdiğimi söylediğimde arkadaşlarım ne duysalar, bir zamanlar ne yaşasalar ya da bir yerlerden ne okusalar “Tam yastıkaltı hikayesi/’ diye anlatmaya başladılar. Bazıları gerçekten tam yastıkaltı hikayesiydi. Bazıları da her gün okumaktan sıkıldığınız yetmiyormuş gibi bir de televizyon programlarıyla gözümüze sokulan üçüncü sayfa haberleri gibiydi. Ama içlerinde biri var ki… Çok etkilendim. Anlatan arkadaşım olayın bizzat kahramanıydı; kendi farkında olamayacak kadar küçük olduğu halde hem de. Hikayemiz arkadaşımın doğum hikayesi, her şeye rağmen doğmuş olmasının hikayesi! Gülten’in yaşını açıklamak hikayeme bir şey katmayacağından; ‘bundan yıllar önce’ diyerek başlayacağım. Ee, arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim, demişler: Yaşlandığımı açıklamamın da bir faydası yok bu hikayeye, yeniden baba olmak üzereyken… Gülten bana bunu anlatırken kendisiyle gurur duyuyordu. Ama ailesinin onunla duyduğu gurur, kendisininkiyle boy ölçüşemez, biliyorum. Bundan yıllar önce, Aysen Hanım şiddetli karın ağrıları ve sancılar yüzünden doktora gitmek zorunda kalır. Kadın için doktora gitmek bile bir külfet; üç çocuklu ve kayınvalidesi, kayınpederi ile birlikte yaşıyor, güzel ama tabii ki her halükârda küçük gelen bir evde. İş bitmiyor; çocuklar ilgi bekliyor, ee büyükler de küçükler kadar ilgiye ihtiyaç duyuyor haliyle. Kadının başını kaşıyacak vakti yokken doktora gitmek için zaman ayırması külfet! “Hastalanmak lükstü, Cem’ciğim,” dedi, kızının anlattığı hikayesini yazmaya karar verdiğimi söylediğimde.

(Dikkat ederseniz “Cem’ciğim!” dedi diyorum; oğlum filan diye hitap ettiğini yazıp, yaşımla ilgili bir derdim olduğunu düşünmenizi istemem.) Neyse kadıncağızın sancıları artınca, bakıyor ki çaresi yok, kalkıp gidiyorlar kocasıyla doktora. Tetkikler, tahliller yapılıyor, sonuç alınana kadar kuvvetli ağrı kesicilerle de olsa bir iki gün dayanıyor Aysen Hanım. Teşhisi öğrenmek için yine gidiyorlar hastaneye. Doktor ciddi, üzgün… “Kanser,” diyor. “Metanetli olun,” diyor. “Rahimde bir kütle var,” diyor. Aysen Hanım’ın halini az çok tahmin edersiniz. Yanında yıllardır evli olmasına rağmen hâlâ doyamadığı kocası, evde üç çocuğu… Gülten anlatırken, her insanın hayatında ne kadar ‘yaşamış’ olursa olsun, yaşı ne olursa olsun, doyamaya-cağı ne çok şey olduğunu düşündüm. Kaybettiğim, ama doyamadığım ne çok şeyin olduğunu… Eve dönerler; kızarmış gözler ve ellerinde çektirdikleri röntgen filmleri, tahlil sonuçları, reçetelerle. Aysen Hanım ağlayarak kayınvalidesine doktorun teşhisini anlatır. Bu arada kocası, tedavisi için, daha doğrusu çektiği acıyı hafifletmek için yazılan ilaçları almak üzere eczaneye gitmiştir. Evde kaynana gelin ağlarken, Gülten’in babası eczacının, “Geçmiş olsun da, bu ilaçlar kimin için, Erdoğan Bey?” sorusuna cevap verir. Yıllardır oturdukları semtin ilk eczacılarından olan adam “Erdoğan Bey, bu kadar harap olmayın, sakin olun. Siz galiba, ‘Kanser teşhisi koyan ilk doktordan sonra muhakkak başka doktora da gidilip teşhis tasdiklenmelidir’ kuralını bilmiyorsunuz,” der.

Erdoğan Bey, eczacının onu biraz avutmak için espri yaptığını düşünür, “Mehmet Bey, nerden çıktı bu kural, bilmiyorum vallahi!” deyince eczacı, “Hiç mi Türk filmi izlemiyorsun, kardeşim?” dedikten sonra ikisine de birer çay söyler ve o zamanın tanınan doktorlarından biri olan kuzenini arar, Aysen Hanım için randevu alır. Ertesi gün Aysen Hanım’la Erdoğan Bey, ellerinde röntgen filmleri, tahlil sonuçları filan her neyse, bu doktorun kapısını çalar. Doktor Bey, belgelere bakar, Aysen Hanım’ı muayene eder ve “Evet, hanımefendi!” der; “evet, rahminizde bir ur var, bunun habis olup olmadığını bilemiyoruz, ayrıca hamilesiniz de. Ur habis değilse bebek doğarken o da alınır, endişe etmek için çok erken. Hatta ben fazlasıyla umutluyum.” Doktorun muayenehanesinden çıkarken Erdoğan Bey mutluluktan uçtuğu hâlde Aysen Hanım’ın sevincinde bir gölge vardır. Zaten üç çocuğu vardır, sonuncusu memeyi hâlâ bırakmamıştır; koşar oynar, gelir, emer. Hayat şartları gittikçe ağırlaşmaktadır. Hem kayınvalidesine söz vermiştir; bu son diye… Bunlardan bahsettiğinde Erdoğan Bey kızar: “Canın kurtulmuş, dediğine bak!” Yine de Aysen Hanım rahat değildir. Bir çocuk daha istememektedir, doktora tekrar gider, bu kez yalnız… Derdini anlatır, bebeği aldırmak istediğini söyler. Doktor bebeğin düşme ihtimalinin zaten olduğunu, ama kendisinin kürtaj yapamayacağını söyler. Üstelik bebek doğunca urundan da kurtulacağını ekleyerek Aysen Hanım’ı caydırmaya çalışır. “Ben 10 11 inanıyorum ki, bu bebek senin yüzünü diğer üç evladından daha çok güldürecektir,” der. Kadıncağız kaderine razı, evine yollanır. Ağrılar çekerek ve zaten istemediği bu bebeğin düşme ihtimalinden korkmayarak yine eski ağır koşullarda çalışmaya devam eder: Evi boyar, ağır, kümbet gibi mobilyaların yerini değiştirip yeniden dekore eder, hatta merdiven başından asılıp barfiks bile çeker.

Bebek düşmez, zamanı gelince birlikte büyüdüğü urla birlikte dünyaya gelir. Aysen Hanım urundan kurtulmuş, sağlığına kavuşmuş, nur topu gibi tombul bir kızı olmuştur. Yıllar geçerken, tıpkı kadıncağızın düşündüğü gibi ağır şartlar aileyi zorlar. Büyükler ölür, baba gün geçtikçe daha fazla çalışır. Büyük kız rahatsızlanır ve aileyi iyice yasa boğarak bu dünyadan göçer. Ortanca kız okumak için İsviçre’ye gider, döner ve evlenir. Ailenin tek oğlu kendine bağlanan umutları pek gerçekleştiremez. Ama dünyaya gelmesi istenmeyen o bebek! Gülten şimdi uluslararası bir firmanın ürün müdürü. Üstelik, babasının mesleğini seçmesi beklenen ve buna teşvik edilen oğulun yerine tekstil mühendisi oldu. Babası onunla iki kat gurur duyuyor. Kendisini doğurmaktan korkan annesinin bir şey istemesine bile fırsat vermiyor, ailesinin eksiksiz yaşaması için yaşar gibi. Şimdi Aysen Hanım, küçük kızma danışmadan hiçbir iş yapmıyor ve Gülten’in minik kızını kucağına aldığında “İyi ki doğurmuşum seni,” demekten kendini alamıyor. Geçenlerde bahçelerinde kahvaltı etmeye gittim. Gülten, annesine kuzeninden randevu alan ve ‘kanser teşhisini ikinci bir doktora doğrulatmadan endişelenme’ kuralını hatırlatan eczacıdan aldığı vitamin şurubunu üç aylık kızına içirmeye çalışıyordu. Dikkatle bakınca annesiyle Gülten’in birbirlerine benzeyen çok tarafları görülüyor.

Yüzleri, dudakları, burunları, konuşmaları, yürüyüşleri… Gülten’in kızı da anneannesinin kopyası. Ben de aynı şeyi düşündüm sonra: Aysen Hanım, iyi ki doğurmuşsun küçük kızını!

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir