Cevat Rifat Atilhan – Menemen Hadisesinin Ic Yuzu

Muhterem okuyucu! Hayatı boyunca tehditlere, baskıya ve zaman zaman kasdî mahsusla ağır ceza ve divanı harblere sevk edilmiş olmasına rağmen; meşruiyetine inandığı fikirleri müdafaa etmekten asla yılmayan ve neşriyatını en zor şartlar al-tında devam ettiren ve her eseri ile yakın mazimizin tarih sahifelerini biraz daha sarahat ve berraklığa çıkaran büyük insan, gerçek idealist merhum General Cevat Rifât Atilhan vefatından kısa bir müddet evvel kale* me almış olduğu bu mütevazi eseri ile de yine yakın mazinin üzerindeki bir esrar perdesini daha vuzuh ve sa-rahate kavuşturmuştur. Eğer bugün Türkiyemizde şuurlu bir milliyetçi gençlik varsa; Arap ve diğer İslâm milletlerinde mütenebbih bir durum görülüyorsa; bunun mutlak şeriksiz öncüsü merhum Cevat Rifât Atilhan beydir. Bizde zaman zaman politikacılar, devlet adamları, yazarlar ve hattâ editörler dahi pek çok politik vukuatları tedkik ederken; hâdiselerin gerçek mürettip ve müşevviklerini görememişlerdir. Büyük insan, büyük mücahit, eşsiz vatanperver merhum Cevat Rifât Atilhan daima vatanperverlikle dop-dolu olan hassas görüşünü, görünmesi zor olan meçhul he-deflere âdeta bir projektör tutar gibi tutmuş ve buralar-da her zaman teleskopla yüce milletimizin ve mukaddes vatanımızın canilerini yılmadan usanmadan bir hayat bo-yu aramıştır. ıı Muhterem idealist Türk! Bir hayat boyu yapılan araştırma, 65-70 eserin telifi-ne âmil olacak kadar başarılı geçmiştir. Bizde pek çok siyasî faciaların gerçek failleri, mürettipleri ve mes’ulleri yalancı ve riyakâr tarih yazarları tarafından kasdî mahsusla sahneye çıkarılmamış ve objektif olması icabeden gerçek «tarih ölçüsü» tahrif edilerek millî tarihe karşı duyulması icabeden doğruluk duygusu ortadan tamamen kaldırılmıştır. Yıllarca kuva-ı milliyecilerin bu mukaddes vatanın-da gerçek kuva-ı milliyecîlerin oğulları ve hattâ torunla-rı Jön Türkler, İttihat – Terakki, Gök sultan II. Abdülhamid, 31 Mart faciası, dönmelik, masonluk, siyonizm ile komünizm mevzularma temas edilmiyecek hale getiril-mişti… Genç Türk neşillerindeki korku ve endişeyi ortadan kaldıran ve bizlere iç ve dış düşmanlarımızı iğrenç vec-heleri ile tanıtan merhum olmuştur. Her eseri o yakın mazinin meş’um karanlık günlerinde kalplere ferahlık vermiş ve fikirler âdeta bir yıldırımı sür’atiyle aksiyon durumuna geçerek âtiye muzâf istikrarlı ve emin adımların atılmasını temin etmiştir. Muhterem okuyucu! Merhum her eserinde olduğu gibi; bu eserinde de tarihçe ve milletçe âdeta meçhul kalmaya mahkûm edilmiş olan «meş’um Menemen faciası» nı o yılların gerçek bir görgü şahidi olarak ele almış ve millî tarihimize en büyük hizmeti ifa etmiştir. Bizlere bu eseri hayatının âdeta en son mümtaz hâtırası gibi yazdıktan sonra aramızdan ay rılarak ebedî hayatına ve makberine göçmüştür. Büyük dâvanın ulu öncüsü merhum General C e v a t Rıfat Atilhan’a yüce Allah’tan bol bol rahmet niyaz ederken, bu eseri neşrederek millî tarihimize gerekli ve zarurî hizmeti ifa ettiği için Atillâ Atilhan beye de alenen can-dan, samimî teşekkürlerimizi sunar ve Allahtan hayatta meşruiyetine inandığı fikirlerin ilâ nihaye müdafaası için inayet niyaz ederiz. Ahmet KAYIHAN Mayıs – 1968 BAKIRKÖY MEVZUA GİRMEDEN LÜZUMLU DETAYLAR Memleket için için kaynıyordu. Bunu, duygu organları nasırlanmamış herkes hissediyordu. Şu var ki bu kazanı ateşleyenler kimlerdi? îşte bu daima gözden kaçmış ana mevzudur.


Hiç şüphesiz, yalnız bizde değil, bütün dünyada istisnasız her mem-lekette ihtilâller, fitneler, fesadlar ve dedikodular muayyen bir kanaldan gelir. Bunun haricinde, bütün tarih boyunca ve nihayet büyük Fransız ihtilâlinden bu yana ihtilâllerin cümlesi «Dünya Yahudiliği ve farmasonluğunun» başının altından çıkmıştır. Her ne kadar bazı zaruretler, bazı memleketlerde ve bâzı şartlar altında mevziî ayaklanmaları icabettirmiş ise de yine de zemin, hiç .birimizin haberi olmadan o esrarengiz kuvvetler tarafından hazırlanır. Bizde Yahudi dönmesi Ahmed Emin Yalman’ın 1918’den beri oynadığı rol ve halk efkârı üzerinde yarattığı tesir; büyük Osmanlı – Türk imparatorluğunun, yabancı bir devletin himayesi altına girmeğe. zorlanmasından, «Milletlerarası Basın Enstitüsü» 14 ismini taşıyan beynelmilel fesâd ve ihtilâl teşkilâtının mukadderatımıza el koymasına kadar ileri git-miştir. Mustafa Kemal’in vatandan koğduğu, şerrine bir müddet ara verdiği bu dönme, Milletlerarası Ba-sın Enstitüsüyle son senelerde mukadderatımız üzerinde büyük, pek büyük ve son rolünü oynamıştır. Uydurma bir Malatya hadisesiyle putlaştırmak küçüklüğünü gösterdiğimiz bu yahudi dönmesi, şımarık bir küstahlık, ikide bir Avrupanın yahudi merkezlerine giderek aleyhimize plânlar hazırlar-ken günün iktidarı derin bir ölüm uykusu içinde bu-lunuyordu. Şu var ki zamanın hükûmeti, millet aleyhinde düzenlenen komplolara karşı cidden bir ölüm uykusunda iken, memleketin öz, halis ve fedakâr evlâtları hakkında da o derece hassas, o derece uyanık ve aleyhlerimizde o nisbette kararlı idi. Bu derece gaflet içinde yüzen, daha insaflı bir tabirle İttihatçı ve dünya siyonizmine bağlı Celâl Bayar’ın sevk ve idaresinde bulunan bir iktidardan başka türlü bir şey beklenemezdi. Ve inkılâp önce-si bütün kötü idare ve yolsuzluklardan bizzat o, yâni Celâl Bayar mes’uldür. Arkadaşlarının başını yi-yen de odur. Dünya siyonizminin ve farmasonluğun ağır baskısının nasıl olsa kendisini kurtaracağını iyi bilen ihtiyar kurt, avamın ruhu üzerinde tabia-tiyle iyi bir tesir bırakan, cesur ve pervasız ifadele-15 riyle—maalesef— bir an için mazisini millete unutturmuştur. Büyük Osmanlı İmparatorluğunun bir parçası olan mübarek Filistin’de «İsrail» devleti kurulabil-mek için dünya yahudiliği tarafından teşkilâtlandırılan «İttihâd ve Terakki» cemiyetinin vatana yaptığı hiyanet ve sûikasd artık dağ başlarındaki çobanlara bile m a l û m olduğu bir devirde, Bayar’ın hâlâ bu cemiyete mensubiyetiyle iftihar etmesi büyük mana taşır. Ben; dünya siyonizmi tarafından kurulan bir komitenin velevki bir imparatorluğu batırmış olsa dahi vicdan azabı ve pişmanlık duyarak kolay kolay susacağına, vazifesini terkedeceğine inanmam.

Hele bu teşekkül, onbeş asırlık bîr yahudi idealinin gerçekleşmesi ve hudutsuz bir ihtiras uğruna yapıl-mış ise… Onun için de bu millet, bu çilekeş ve ta-lihsiz millet aynı fâsid daire içinde hâlâ çırpınmaktadır. Bu sebeple son hâdiselerle, son dedikodularla, mazi arasında bir irtibat ve münasebet aramak doğrudur ve mümkündür. Şu prensip üzerinde ısrarla duruyoruz: Bir dâva; ihtiyaç duyulmadan, uğrunda mücadele edilmeden ve fedakârlık yapılmadan elde edilemez. Şimdi sorabilirim; 16 İttihat ve Terakki Cemiyeti niçin kurulmuş ve 1908 ihtilâli neden yapılmıştır ? Hürriyet – Adalet – Müsavat – Uhuvvet için mi? Fakat bütün bunlar, farmasonların sahte maskeleri ve remizleri idi. Hiç biri gerçekleşmedi. Aksine olarak hürriyet yerine zulüm kaim oldu. Hem öyle zulüm ki, istibdada gün-de bin defa rahmet okuttu. Otuz üç yılda, üç insanın canına kıyılmayan mutlakıyet devrine mukabil sekiz yılda hürriyet devrinde darağaçlarında asılmak veyahut kurşuna dizilmek suretiyle tam altmış bin insanın canına kıyılmıştır. Cehalet, ihtiras ve keyfî idare yüzünden cephelerde ölen üç milyon Türk bu hesaba dahil değildir. Çok kimseler uzun yıllar. Abdurrahman Paşa adliyesinin hasretini çekmişlerdir. Sultan Abdülhamid’in Taşkışlanın muhayyel zindanlarında inlettiğinden bahsedilen bütün vak’aların yalan olduğu meydana çıkmış olmasına rağmen ısrarla devam eden propagandalar, birçok insanların şuurlarını alt üst etmiştir. Bu neden böyle olmuştur? Memleketi kalkındık racağız, adaleti kuracağız, milleti refaha ulaştıracağız diyen insanlar niçin bu iddiaların tam aksini yapmışlar, memleketi yağma, talan, harbler ve zulümle bir lâhzada yıkmışlardır. 17 Bunun cevabı basittir: Zira 1908 ihtilâli bir ihtiyacın, bir zaruretin mahsulü ve uğrunda yapıl-mış mücadeleler neticesi değil dünya yahudiliğinin arzu ve emriyle olmuştur. Atinalı mâruf avukatlardan N.

N. Prandakis’in 1963 de neşretmiş olduğu «E. Skotine Dinamis ipo To Fos Tu Hristianizma» isimli eserinin 8 inci sahi-tesinden şu parçayı alıyoru: «Milletimiz 1945 yılından sonra pek çok orga-nizasyonlarla karşı karşıya geldi. Muhtelif kanallar-la halka yardımlar yapıldı. Sonra da öğrenildi ki bu yardımları yapan teşkilât milletimizden mukabe-le-i minnet yerine millî, tarihî örf ve âdetlerini terk etmeyi istiyorlardı. Bu talep umumî infiale sebep oldu. Fakat dünya siyonizmi boş durmadı, mason kardeşlik sıfatı altında bütün hayır sever cemiyetlere el attı. Rotarienler Yunan aristokratları ile burjuva ve kapitalistlerini elde ettiler, işçi ve gençlik teşekkülleri ile — izci teşkilâtları — dünya farmasonluğunun emrine girdi. Bir müstevliden kurtulmuş olan vatan, yeni bir müstevliye âdeta kucak açıyordu. Bu yeni gelen müstevliler Provakosyon yapmağa mütemayil olanların hepsini seferber et-miş olup dinî âlemi, tarihî örf ve âdetlerine şenice tecavüz ediyorlardı. Bunlara karşı milletçe hiç bir fiilî mukabil hareket yapılamamıştı. Çünkü her bi-ri bu milletten birer ferd idi. Siyonizm milletin ferdlerini birbirine düşman yapmıştı. Halbuki dün F.; % 18 her biri büyük vatan ideali etrafında toplanmış kim-selerdi.

Liyakatli masonlar, liyakatli vatandaş; masonluğa ve dünya siyonizmine sırt çevirmiş olan hakikî vatanperverler bir nevi vatan haini olmuştu. (*) Yeni vatanseverlik felsefesi işte bu idi. Küçük bir muavenete karşılık bir milletten çılgınca ta-leplerde bulunuyorlardı. İncil’in avam lisaniyle ya-zılması, dört bin senelik maziye sahip Grek alfabe-sinin ilga yahut da tâdili. (*) Bunlar bizce hiç bir vesile ile mâkul hareketler olamaz, eğer hakikaten bu talepler mâkul ve mukni esbab-ı mucibeye dayanmış olsalardı muharref Tevrat (Tevrat ve Talmut) da tâdilât yapılarak îbranicenin çok başka bir şekil alması icabederdi. Doğu Avrupa ve Balkan yahudileri Tevrat ve Talmut’u hiç bir zaman YÎDÎŞ diliyle okumağa yanaşmamışlardır. Hahamlar hav-ralarda böyle bir talepten dahi bahis açtırmamıştır. En az üç bin senelik mel’un yahudi taassubu diye de, dilde, örf ve ananelerde en küçük ıslahata yanaşmadan zamanımıza kadar gelmiştir. Bizce en zor alfabe îbranicedir. Keza en bol hurafe ve irticaa tâviz veren, hattâ tipik bir irtica sistemi üzerine müesses olan din yine İbranî dinidir, Bu böyle olduğu (*) Garip şey demek mesele her yerde aynı. Hiç bir fark yok… (*) Şu benzerliğe bakın. 19 halde üç bin seneden zamanımıza kadar en küçük tâdilât ve revizyona tâbi tutulmadan îbranîlik mürteci dininin, muğlâk lisanı, en karışık alfabesi ve en korkunç kan emmeleri ile hıyanetini devam ettirmiş ve ettirmektedir. İbranilik dışındaki en iptidaî natüralist semavî dinler îbranîliğin yanında en pozitif bir dindir. Bu devirde Afrika vahşileri dahi insan kanını emmeği terketmiş olmalarına rağmen; îbranîlik terketmemiş ve İbranî olmayanların kanını kendilerine mubah görecek ve bu vahşetin müdafaasını yapacak kadar şuursuzlaşmışlardır. Siyonistlerin uşağı olan masonlar hakikaten hurafeye, irticaa ve ırkçılığa düşman olmuş olsalardı bunlar en evvel îbranîlikle mücadele ederlerdi.

Zira her türlü bâtıl îtikadları yaşatan ve buna dinî bir sistem şekli veren îbranîliktir. îki-üç bin seneden zamanımıza kadar İbranî ve mason salahiyetlileri tarafından mütemadi suretle hep gayrı yahudi milletler hücum ve tenkide hedef olmuştur. Farmasonlarda İbranî ırkçılığının makbul ve muteber ve keza irticaî îbranîliğin mukaddes oluşu, masonların nasıl bir yahudi uşağı olduğunu göste-ren delillerdir. Yahudi ırkçılığını tenkit etmeyen masonlar, İbranî hurafelerine ve kan emici karak-terlerine karşı cephe almamakla da bizlere birçok hakikatleri belirtmiş olmaktadırlar. İncil 174 yerde 20 yahudiliğe tarizde bulunmakla bizlere vehameti ha-tırlatmaktadır. (*) Aynı eser, sahife: 16-17: «Yunan Ortodoks Patriki Dördüncü Gregorios Osmanlı menfaatlerine ihanetten İstanbul patrikhanesinin kapısında asılıp cesedi üç gün asılı kaldıktan sonra İstanbul yahudileri tarafından naşi Fener ve Balat sokakla-rında mezkûr çevrenin, yahudileri tarafından süründürülüp cesede hakaretler yaptılar, sonra denize at-tılar. Zira Fatih Sultan Mehmedin sık sık ödünç para aldığı Haskel yahudi idi. Dördüncü Sultan Selim’in devletlerden alamadığı altını sık sık yahudi Yasef Nazi’den alması yahudinin Osmanlı malî bün-yesine nasıl girdiğini ve nasıl bir malî tahakküm tesis ettiğinin kâfi delilleridir. Yahudi Haskel 1808 den 1830 yılma kadar Osmanlı malî hayatını elinde tutan ve yeniçeri ağalarını emrinde bulunduran bir hâin idi (**). 1898 de Is-viçrede kurulan «Halk Bankası» dünya siyonizminin ve masonluğunun ideallerini geniş maddî im-kânlarla desteklemek için kurulmuştur. Osmanlı malî hayatı Sultan Selim devrinden itibaren Yasef Nazi tarafından ele geçirilmiştir. (*) Kur’an-ı Kerîm baştan aşağı bu mel’un. kavimden bahseder. (**) Haskel. Osmanlı imparatorluğunu yüz yıllarca sömüren yahudi sülâlesi, 21 Bunlar şu anda dünya iktisadî hayatını elinde tutan Roçiltlerin dedeleridir.

Siyonist ve mason kesafetinin çok az olduğu yerlerde bunlar ellerinde malî imkânlara dayanarak hükûmet adamlarını, parti liderlerini, naşirleri, müellif ve mütefekkirleri satın alarak dünya siyonizmi ve masonluğunun umumî menfaatlerini koru-mak ve müdafaa etmek için hamleler yaptırırlar. Sahife 24-25: Modern komünizmin müessisi Kari Marks yahudi idi. Asıl yahudi ismi KESÎLE MORDAHAY’- dır. Lenin ana bakımından yahudi idi. ilk 1917 ko-münist hükûmet idaresindeki yirmi iki azadan on yedisi öz yahudi asıllı şahsiyetlerdi. Meselâ Lenin, Stalin, Troçki, Kavmahan, Smit, Liline, Piçburg, Zinovyefa, Kokonski, Valdorski Radomirsilizki, Şi-tayinbuğ ve şaire… İlk komünist merkezi üyesi olan beş yüz elli dört üyeden dört yüz kırk yedisi saf kan yahudi idiler. Yahudi olmayanlardan iki Polonyalı, bir Çek, kırk üç Litvanyalı, üç Finlândiyalı, otuz Rus, on üç ermeni, iki gürcü, bir Macar, on iki Alman ve dört yüz kırk yedi yahudi… Bu dört yüz kırk yedi komünist yahudiden yalnız ellisi 1917 büyük komü nist ihtilâlinin iç yüzüne vakıf ve ana hedefini biliyordu, diğerleri ise mahallî ihtilâl komünistleri idi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir