Charles Dickens – Gizemli Oykuler

Ev, kakmalı ve oymalı panellerin süslediği modası geçmiş dekorasyonu, hâlâ yepyeni görünümlü merdivenleri ve oymalı maun parmaklıkları olan üst balkonuyla gerçekten tarihi bir değer taşımaktaydı. Gece olduğu zaman gizemli ışık oyunlarının oymalı tahta paneller üzerinde oluşturduğu gölgecikler bir zamanlar bu ağaçlara can veren su birikintilerinin üzerindeki dalgacıklara geçmişten geleceğe yansıması gibiydi. Bay Goodchild (Gudçayld) ve Bay idle (Aydıl) evin önünde arabadan inip, tarihi güzelliği kasvetli bir havayla birleşen evin holüne girince koyu renkli giysileriyle birbirinin tıpatıp aynı, yarım düzine sessiz, yaşlı adam tarafından karşılandılar. Ev sahibi ve kahyası konuklan oturma odasına alırken altı yaşlı adam ayak altında dolaşmamaya özen göstererek sessizce sağa sola kaçışıp evin kasvetli karanlığında yok oldular. Parlak gün ışığının doldurduğu otunna odasına girdikleri ve kapı arkalanndan kapandığı zaman, Goodchild arkadaşına “Sence o yaşlı adamlar kimdi ?” diye sordu. Fakat daha sonraki giriş çıkışlannda o yaşlı adamlara bir daha Taslamadılar. I ̇ki arkadaş evde bir gece geçirmişler, odalanna girip çıkmışlar, koridorlardan geçmişler, kapı aralarından bakmışlar, fakat yaşlı adamların varlığını gösteren en ufak bir ize raslamamışlardı. Dahası, ev sahipleri de bu adamlarla ilgili hiçbir şey söylememiş, varlıklarının veya yokluklarının duyumsandığıyla ilgili hiçbir konuşma olmamıştı. Ertesi gün garip olaylar sürmüş, kaldıkları odanın kapısı her çeyrek saatte bir bazen ürkekçe, bazen sertçe, bazen az, bazen sonuna kadar açılıp kapanmış; fakat hiç kimse ne kendilerine bir şey söylemiş, ne de özür dilemişti. Kapı açıldığında Goodchild ve idle konuşmakta, okumakta, yemekte veya uyumakta oluyorlar, kapı beklenmedik bir biçimde açılıyor, kafalarını kaldırdıklarında kimseyi göremiyor fakat kapının kapandığına tanık oluyorlardı. Günün sonunda bu olay en az ellinci kez yinelendiğinde Goodchild arkadaşına dönerek alaycı bir sesle: “O altı yaşlı adamla ilgili garip bir durum var galiba,” dedi. Yine gece olmuş, 24 saattir yazmakta oldukları yazıların birkaç sayfası tamamlanmış, (şu anda okumakta olduğunuz öykü o notlardan çıkartılmıştır) her ikisi de yazmayı bırakmış ve gözlüklerini aralarındaki masanın üzerine koymuşlardı. Ev sessiz ve sakindi. Thomas idle yattığı yerde sigarasını içmekte ve havada oluşan duman halkalarını izlemekteydi. Koltuğunda oturmuş, ellerini başının arkasına kenetleyip bacak bacak üstüne atmış, düşünceli bir sessizlikle oturan Francis Goodchild’m başının üzerinde de benzeri duman halkaları ışık aylaları görüntüsü vermekteydi.


Altı yaşlı adamın ana konuyu oluşturduğu minik konuşmalar ve düşünce yürütmeler bu sessizliği zaman zaman bozmaktaydı. Her ikisi de düşüncelere dalmış, uykuyla uyanıklık arasında gidip gelirken Goodchild ani bir davranışla saatine baktı ve onu kurmaya başladı, idle: “Saat kaç ?” diye sordu. “Bir” dedi, Goodchild. Sanki bir buyruk almış ve derhal yerine getirilmesi gerekiyormuş gibi ( ki o mükemmel otelde tüm istedikleri buyruk kabul edilip derhal yerine getiriliyordu ) kapı açılmış ve akı yaşlı adamdan biri kapıda belirmişti. I ̇çeri gir- meyip kapıyı tutuyor ve bekliyordu. “Tom, altı adamdan biri., en sonunda!” diyen Goodchild şaşkınlığını fısıldayarak bastırmaya çalışmıştı. “Buyrun” diye seslendi adama. “Bir isteğiniz mi var, efendim?” dedi, yaşlı adam. “Kimseyi çağırmadık.” “Ç an çaldı efendim.” Yaşlı adamın sesinde, kutsal ki lise çanından söz eder gibi bir vurgu vardı. “Sanırım dün sizi görme onuruna erişmiştim,” dedi Goodchild. “Pek emin değilim efendim.” Yaşlı adamın sesinde hiçbir duygu izi yoktu.

“Galiba sen beni gördün, değil mi? ” “Gördüm mü ? Evet sizi gördüm. Fakat ben, beni hiç görmeyen başkalarını da görürüm.” Soğukkanlı, ağırbaşlı ve solgun yüzlü yaşlı adamın ölçülü konuşması son derece yavaş ve özenle seçilmiş sözcüklerden oluşuyordu. Gözkapaklan kafatasına çivilen- mişcesine kımıltısızdı, gözleri kır saçlarının arasından dışarı fırlamış devinimsiz iki ateş topu gibi bakıyordu. Hava birdenbire soğumuş gibi geldi Goodchild’a ve titredi. “Ruhlar beni yokladı galiba” dedi. “Hayır efendim, görünürde kimse yok” dedi garip yaşlı adam. Goodchild arkadaşına baktı, ama idle hâlâ yattığı yerden duman halkalarını izliyordu. “Ne demek istiyorsunuz? ” dedi Goodchild. “Sizi temin ederim ki ruhlar sizi yoklamadı.” dedi yaşlı adam. Artık içeri girmiş, kapıyı kapatmış ve oturmuştu. Başka insanların yaptığı gibi eğilerek oturmamış, suya dalar- casına dimdik koltuğa gömülmüştü. “Arkadaşım, idle ” diyerek Goodchild konuşmaya bir üçüncü kişiyi katmaya çalıştı. “Bay idle’m hizmetindeyim,” dedi yaşlı adam ona bakmadan.

“Epeydir bu evde oturuyor olmalısınız,” dedi Goodchild. “Evet efendim.” “Acaba beni ve arkadaşımı bu sabah merakımızı çeken bir konuda aydınlatır mısınız? Evin yakınındaki şatoda suçluları asarlarmış galiba.” “Doğrudur efendim,” diye yanıtladı yaşlı adam. “Ölülerin yüzlerinin hep aynı yöne dönük olduğu doğru mu?” “Yüzünüz kale duvarlarına dönüktür. Boynunuza ilmeği geçirdiklerinde kale duvarlarındaki taşlar büyük bir hızla genişleyip daralırlar. Beyniniz ve yüreğiniz de aynı biçimde genişler ve daralır. Sonra bir alev sarar çevrenizi, yer sallanır, şato paramparça olur ve havaya dağılır. Artık siz dipsiz bir kuyudan aşağıya hızla düşmektesinizdir,” diye anlatmaya başladı yaşlı adam. Boynundaki papyon onu rahatsız etmiş gibiydi. Elini boynuna götürdü, papyonu tuttu ve başını sağa sola oynattı. Ablak yüzünde eğri burnu, sanki bir kanca gibi burun deliğinden yüzüne vidalanmış gibiydi. Goodchild kendini son derece rahatsız duyumsamış ve daha önce serin olan hava birdenbire çok sıcak gelmişti. “Ç ok etkileyici bir anlatım,” dedi yaşlı adama. “Ç ok etkileyici bir deneyim,” diye yamtladı adam.

Goodchild yine Thomas idle’ a baktı, fakat o büyülen miş gibi yaşlı adama bakmakta ve hiç kımıldamadan yatmaktaydı. O anda Goodchild yaşlı adamın ateş toplarına benzeyen gözlerinden çıkan ateş kıvılcımlarının kendi gözlerine doğru aktığını, kendisinin bu gözlere elinde olmadan takılı kaldığını ve büyük bir gücün kendisini denetim altında tuttuğunu duyumsadı. “Size anlatmam gerek,” dedi yaşlı adam dimdik ve ürkütücü bir biçimde Goodchild’m gözlerine bakarak. “Neyi? ” diye sordu Goodchild, büyülenmiş gibi. “Nerede olduğunu. I ̇şte orada!” diye gösterdi. Yukarıyı mı, aşağıyı mı, ileriyi mi, evin içinde bir yeri mi, uzaklarda bir yeri mi gösterdiği hiç belli değildi. Yaşlı adam sanki parmağını gözlerinden saçılan ateş kıvılcımlarına batınp yönü göstermişti ve bir ateş çizgisine dönüşen kıvılcımlar havada yok olmuştu. “O bir gelindi” dedi yaşlı adam. “Biliyorum, pastasından yedik ” diyerek ayağa kalkan Goodchild sendeledi. “Bu oda çok havasız.” O bir gelindi. San saçlı, iri gözlü bir kızdı. Kişiliği zayıftı. Yaşamda hiçbir amacı yoktu.

Zayıf, saf, beceriksiz ve çaresiz bir hiçti. Annesi gibi değildi. Daha çok babasına benzerdi. Annesi kendini garantiye almak için gereken herşeyi yapmış, daha o çocukken, ölen kocasmdan kalan tüm mirası üzerine geçirmişti. Ölen kocanın ciddi bir rahatsızlığı yoktu, yalnızca zavallı bir çaresizdi. I ̇lgisizlik ve sevgisizlik onu bitirdi. Kocası ölür ölmez kadın eski sevgilisine koşmuştu. Bir zamanlar para uğruna bırakılan sevgili, şimdi o parayı eline geçirmek için her şeyi yapmaya hazır bir caniye dönüşmüştü. Bu para yitirdiği sevginin karşılığı olarak onun hakkıydı. Bu yüzden eskiden çok sevdir ği kadının yanma döndü. Onunla sevişti, ona ilgi gösterdi ve tüm kaprislerine boyun eğdi. Her geçen gün daha kararlı bir biçimde, hakkı olduğuna inandığı paraya yaklaştığına inanıyor, sabırla kadının her dediğini yapıyordu. Fakat hayır! Onu tam anlamıyla ele geçiremeden önce ne yazık ki beklenmedik bir olay oldu. Bir gece sevişir- lerken kadın bir çığlık attı, ellerini başına götürdü, kaskatı kesildi, gözleri sabitleşti, bir süre hiç hareket etmedi ve sonra da öldü. Adam henüz ondan tek kuruş koparamamış- ken kadın oluvermişti.

Lanet ölsün, kendisine ikinci kez ihanet etmişti. Zaten ikinci beraberliklerinde ondan hep nefret etmişti, hep öç alacağı zamanı beklemişti, işte şimdi zamanı gelmişti. Onun ağzından, tüm mirasım zaten yasal varisi olan on yaşındaki kızma bıraktığına dair bir vasiyet hazırladı ve kızının vesayetini ve bakımını kendisine bıraktığına dair de bir not düşerek onun imzasını taklit etti. Mektubu kadının yastığının altına koyarken, ölümün sağırlaştırdığı kulaklara eğilerek: “Bayan Gurur uzun zamandır kararlıyım, hak ettiğimi bana ödeyeceksin! Ölü ya da diri, er ya da geç!” Artık yalnızca ikisi kalmıştı. Kendisi ve san püskül saçlan, iri boş bakışlı gözleri ve saflığıyla babasının kopyası olan kız. Sevdiği kadını kendisinden alan adamın kızı. I ̇şte söz ettiğim gelin bu küçük kızdı. Adam, onu eğitmeye karar verdi. Kimsenin bilmediği, eski, kasvetli, karanlık bir evde gözcülük etmesi ve eğitmesi için acımasız bir kadınla küçük kızı başbaşa bıraktı. “Değerli bayan, işte size biçimlendirebileceğiniz bir kişilik ve kafa. Onu birlikte oluşturup biçimlendirmeye ne dersiniz?” Kadın yüksek bir ücret karşılığında kızı eğitmeyi kabul etti ve işe başladılar. Küçük kız tüm eğitimi boyunca adamdan korkmaya ve ondan kaçışı olmadığını kabullenmeye şartlandınlmış- tı. Daha başlangıçtan itibaren o adamın gelecekte kocası olacağı, onunla evlenmekten başka hiçbir seçeneği olmadığı ve bu evlilikten kaçışının olanaksızlığı üzerine beyni yıkanmış, küçük kız da bu durumu kaçınılmaz bir yazgı olarak kabullenmek zorunda kalmıştı. Zavallı küçük kız ikisinin elinde zamanla biçimlenip sertleşen bir mum gibiydi. Kendisine uygun görülen rol ancak ölümle sona ere- bilecek kadar yaşamının gerçeği olmuştu.

On bir yıl boyunca o karanlık ev ve kasvetli bahçesinde yaşamıştı. Adam ve kadm küçük kıza hayat verebilecek olan her türlü ışık ve havayı engellemeye çalışarak onu göz altında tuttular. Evin geniş bacalan tıkanmış, küçük pencereleri perdelerle örtülmüş, girişteki sarmaşığın tüm evin ön yüzünü kaplaması sağlanmış, kırmızı yüksek duvarların çevrelediği bahçedeki meyva ağaçlan daha koyu gölge yapsınlar diye hiç budanmamış ve otların tüm yürüyüş yollarını kapatmasına izin verilmişti. Küçük kız, yalnızlık, acı, umarsızlık ve korku veren bir ortamda, çevreyle ilgili ürkütücü öykülerle iyice eve hapsolmaya zorlanmış ve en çaresiz anlannda sığınabileceği tek dostunun koruyucusu olduğu düşüncesine alıştırılmıştı. Kendisiyle ilgili tüm kararlar o yüce güç tarafından beynine işleniyor, değişmeyen tek gerçek, kızın güçsüzlüğü ve zavallılığı oluyordu. Yirmi bir yaşından yirmi bir gün aldığı zaman koru- yucusuyla üç haftalık evli olarak dönmüştü o karanlık ve kasvetli evç. Eğitmen kadının görevine son verilmiş, bundan sonraki adımlan tek başına atmaya kararlı olan adam genç eşiyle birlikte evlerine dönmüştü. Yağmurlu bir geceydi ve genç kadın eşikte durup kocasına dönerek: “Ölüm saatinin tik taklarını duyuyorum. Sanki beni çağınyor,” demişti, yağmur damlalarının tahta pergolalara düşerken çıkardığı sesleri dinleyerek. “Ya gerçekten çağıriyorsa dedi adam. “Lütfen beni bağışlayın ve acımanızı benden esirgemeyin. Beni bağışlarsanız her istediğinizi yapmaya hazırım.” Bu tümceler zavallı kızın durmadan yine|ediği anlamsız şarkılar gibiydi. “Özür dilerim”, “Lütfen beni bağışlayın”, “Acımanıza sığınıyorum”. Ondan nefret bile etmeye değmeyecek kadar değersizdi adamın gözünde.

Fakat hâlâ adamın amacına varması için en büyük engeldi. Tamamlanması gereken işin artık zamanı gelmişti ve son darbeyi indirmeliydi. “Salak kadın” dedi. “Derhal yukarı çık !”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir