Dan Diner – Karşıt Hafızalar Soykırımın Önemi ve Etkisi Üzerine

Avrupalı Yahudilerin yok edilmesi lkinci Dünya Savaşı’na ait bir hadisedir. Holokost kavramı, hafıza ve tefekkürün sağladığı bir atıftır. Entelektüel gayret, hadisenin kıyametlerle dolu 20. yüzyıldaki tarihsel yerini, aynı türden hadiseler arasındaki -özellikle de Batı medeniyetinin insan tasavvuru için- anlamını sorgulamaya yoğunlaşır. Bu şekilde düşünmek evrensel bir anlamda içe dönüktür. Nihayetinde holokost, medeniyet ve kültürün asli temellerini kökünden sallamıştır. Kamuoyunda holokost üzerine konuşulmaya, hadisenin vukuunun üzerinden uzun bir zaman geçtikten sonra başlandı. Gerçi hemen savaşın bitimiyle, korkunç bir şeylerin olup bittiğine dair bir kanaat kamuoyuna hakim olmuştu ama daha çok sezgilere dayanan bu idrak, 1940’lı yıllar sona erip 1950’li yıllara girilirken adeta buharlaşmışçasına kaybolacaktı. Görünen oydu ki olan bitenin hatırlanması insiyakını adeta uyuşturan bir şeyler devreye girmişti; kısa bir süre önce vuku bulmuş olanın unutulmasına yol açan 7 bir hafıza kaybıydı söz konusu olan. Ancak 70’li yılların sona erip 80’li yılların başladığı geçiş döneminde artık kayıplara karıştığına inanılan bu hafıza dönemi yavaş yavaş tekrar hayata döndü. Holokost, bu noktadan sonra ve 1990’lı yılların başlamasıyla giderek artarak, çağın olumsuz simgesi olarak bilinçlerdeki yerini alacaktı: en azından Avrupa ve Batı’nın büyük bölümünde ve önceki onyıllarla karşılaştırıldığında göze çarpacak kadar oransız bir yoğunlukta. Hafıza kaybının hüküm sürdüğü dönemde lkinci Dünya Savaşı üzerine düşünülecek olduğunda dikkatler doğrudan savaşla alakalı hadiseler üzerinde toplanırdı; Avrupa Yahudiliğinin yok edilmesi askeri sürecin yanında tali bir hadise sayılıp tarihin bakış açısının dışında bırakılırdı. Örneğin Almanya ve Kıta Avrupası tarihinin Anglo-Amerikan entellektüel dünyasındaki duayeni Gardan Craig tarafından 1960’lı yıllarda derlenmiş, 1815 Viyana Kongresi’nden günümüze kadar Avrupa tarihine genel bir bakışı içeren mükemmel yapıtta holokost tümüyle ihmal edilir. Avrupalı Yahudilerin yok edilmesine bu yapıtta bir tek cümleyle dahi değinilmez. Bunun nedeni büyük olasılıkla Craig’in Avrupa tarihini Britanyalı bir bakış açısından, kendisini tam anlamıyla klasik denge anlayışına karşı sorumlu hissederek anlatmasıdır.


Bu tarih anlatımında iki dünya savaşı birbirini takip edecek şekilde ve Avrupa’daki dengenin yıkılmasının neticesi olarak vuku bulan hadiseler olarak ya-‘ rumlanır. Bu nedenle anlatılan tarih sürecinin merkezi teması diplomatik, siyasi ve askeri hadiselerdir. Böyle bir yorumda soykırıma yer yoktur. 1980’lerden itibaren tuhaf bir değişim gözlenir. Gerek bilimsel araştırmalar gerekse bu araştırmalarla kol kola kamuoyunun gündemine yerleşen hararetli münakaşalar rağbet görür. Avrupalı Yahudilerin yok edilmesi hadisesine duyulan 8 ilginin yeniden uyanması, savaşa sadece savaş olarak odaklanan ve soykırımı tamamıyla göz ardı eden geçmişteki eğilimin adeta tam aksine, hadiselerin şümullü bir bağlamda yorumlanmasının ihmaline neden olmuştur. Cephede olan bitenler, diplomatik rok hamleleri, ittifak örgüleri, tarafsızlık, işbirliği, işgal politikaları, taktiksel manevralar ve lojistik zorunlulukların oluşturduğu karmaşık koşullar Avrupalı Yahudilerin yok edilmesinin tasvir ve yorumunda giderek arka planda kalmaktadır. Holokost, sanki savaşın tamamıyla dışında bir hadiseymişçesine kendi anlatımını oluşturmaktadır. Savaş ve yokedişin anlatım modellerinin birbirinden bu şekilde ayrışmasının elbette bazı sonuçları olacaktır. Örneğin savaş şartlarını ikinci plana atan holokost odaklı bir tarih anlatımı, müttefiklerin yaşanan korkunç hadiselere seyirci kalmakla suçlanmasının önünü açabilir. Savaş ve askeri güç kullanımı, sebepler, sorumluluklar ve suçlarla ilgili sorulardan bağımsız olarak zamanın ruhuna uygun şekilde üzüntü verici bulunabilir; bir yandan holokost yargılanıp mahkum edilirken bir yandan da müttefiklerin savaşı yürütme şeklinden, özellikle de stratejik hava bombardımanlarından şikayetçi olunabilir. Savaş ve holokost arasında gözlemlenen ayrışma, tarih odaklı düşünme konusunda zaten bunun dışında da teşhis edilebilen gerilemenin ve keza ona eşlik eden tarih odaklı muhakeme kabiliyetini kaybetmenin işaretidir. Bu eğilim, bilincin, zamanın devinimleri konusunda dumura uğrayışının göstergesidir. Halbuki tarih odaklı muhakeme kabiliyeti olmaksızın hiçbir şeyin tanımlanması, tartışılması ve siyasi olarak meşrulaştırılması kabil değildir. Kaybedilen tarih odaklı muhakeme kabiliyetinin yerini, fark gözetmeyen bir kurbanlık olgusu üzerine evrensel değerlerle süslenmiş bir ahlak dersi veren söylem alır.

Böylesi bir söylem son noktada ikinci Dünya Savaşı’na dair 9 hafızanın yapısökümünden ve keza soykırımın önem ve etkisini [tartışmaktan] çekinmeyecektir. Avrupalı Yahudilerin yok edilmesi insanların bilincindeki yerini ancak on yıllar süren bir gecikmeyle alabildi. Bu ilk bakışta cidden şaşkınlık uyandırıcıdır çünkü 1950’li yılların ikinci yansından itibaren açılan davalarla hadiselerin hafızalardaki yeri tazelenmişti. Bu özellikle 60’lı yılların başında bütün dünyada heyecan uyandıran Kudüs’teki Eichmann davası ve hemen onun ardından başlayan Frankfurt Auschwitz davası için geçerlidir. Derinlik psikolojisi açısından yaşanmış travmanın algılamayı geciktirmiş olması ihtimali bir kenara bırakılırsa, hafızaların Avrupalı Yahudilerin yok edilmesini hatırlamaktan adeta muaf tutulmasının önemli sebeplerinden biri de Soğuk Savaş fenomeni olmalıdır. Nihayetinde dünya bu dönemde onyıllar boyunca nükleer bir kendini yokedişin eşiğinde olmuştur. İnsan türünün yok oluşuna neden olacak mahşeri felaketin muhtemel kabul edilmesi daha birkaç sene önce gerçekleştirilmiş kategorik soykırımın dikkate değer ana hatlarının göz ardı edilmesine yol açtı. Auschwitz, olsa olsa nükleer kendini yokediş felaketinin uyarısı olan Hiroşima’yla beraber ikincil önemde anılır oldu. Gerçek algısının ayarını bozan bir başka amil de üzerine eklendi bu durumun: Doğu ile Batı arasında, İkinci Dünya Savaşı’na dair hafızaları nötralize eden, ideolojik yüklü değerler arası bir dünya iç savaşı. Daha komünist hükümranlığın bir zamanların siyasi Doğu A vrupası’nda sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle bütün hücrelerine İkinci Dünya Savaşı’nın nüfuz ettiği hafızalar tekrar harekete geçmeden evvel, Detente* döneminde dünyaya hükmeden karşıtlığın baş aktörleri arasındaki gerilim azaldığında, döne- (*) Fr. “Gevşeme”. (Detant) Soğuk Savaşta yumuşama dönemi – e.n. 10 me öngelen ve o ana kadar donup kalmış geçmişi algılamanın pencereleri açılmıştı. Yahudilerin yok edilmesi holokost kavramıyla giderek daha yoğun bir şekilde bilinçlerdeki yerini aldı.

Ve komünizmin sonu gelip A vrupa’nın doğusunda özel mülkiyetin tekrar serbest bırakılmasıyla geçmişe ait hafızaların canlandırılmasına ilk ivme verildiğinde, Soğuk Savaş döneminin boşa harcanan zamanından sonra, ona öngelen geçmiş bir anda elle tutulacak kadar yakınlaşmış gibi göründü. Bununla beraber dünya savaşına dair hatırlamalar Soğuk Savaş döneminde de sonradan göründüğü kadar sıkı sıkıya kilit altında değildi. Yakından ve daha dikkatli bakıldığında geçmişte olan bitenin gözlerden saklanmış varlığının izleri tespit edilebilir. Geçmiş hadiselerin o zamanın bakış açısından saklı kalmış bu tortulan -dünya savaşı ve soykırıma dair tasfiye edilememiş hatırlamalar- tanınmayacak şekilde kodlanmış ve başkalaşmış halde güncelin dokusunda yuvalanmıştı. Bu tasfiye edilememiş hatıraları tetikleyen hadiselerden biri de 1950’li yıllarda sömürgelerin bağımsızlıklarını kazandıkları süreçte vuku bulan kanlı olaylardı. Bu dönemde Batılı sömürgeci güçler değişmekte olan zamanı durdurma gayreti içerisinde, kolonilerindeki halklarının tamamına karşı fark gözetmeksizin şiddet uygulamaya başlamışlar ve Almanların İkinci Dünya Savaşı sırasında sergiledikleri örneğe çok yaklaşmışlardı. Böylece kolonilerin oluşturduğu periferideki kanlı hadiseler, geriye, İkinci Dünya Savaşı’na kadar uzanabilecek hatırlama enerjilerini seçici olarak bağlayabilmişlerdi. Saklı hafızaların da zamanı -holokostun hafıza zamanı- gelecekti; ama daha vardı buna. Holokostun derin yarıklarla parçalanmış 20. yüzyılın hafızalardaki simgesi haline gelmesi uzun bir zaman aldı. Detant 11 döneminde nükleer tehdidin korkutuculuğunun azalması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte yeni hafıza mekanları açıldı dimağlarda. Geçmişin gözden uzak kalmış parçaları bu hafıza mekanlarında oluşan ortamda, kaçırdıklarını telafi edercesine bugünün zamanına doğru uzandılar. Soğuk Savaş dönemi, gerekçelerinin bir anda ortadan kalkmasıyla uyanık bilinçlerin algısından sanki hiç var olmamışçasına sıvıştığı için, yaşayan bugün adeta doğrudan doğruya holokost ve İkinci Dünya Savaşı’nın bittiği yerden devam eder hale gelmişti. Böylece geçmişe ait zamanın Soğuk Savaş döneminde kaybolan bölümü saklı kaldığı köşeden çıkıp bugünün algılama ufkuna girebildi. Holokostun tarihsel anlamı, ona atfedilen evrensel önem ve süregiden etkileri üzerine eski sorular tekrar gündeme geldi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir