Debbie Macomber – Kirlarin Sessiz Sarkisi

Sanki bir yangından kaçıyor gibiydi; kendisini yok edecek bir yangından. Rorie yola çıkarken tek amacı küçük bir tatil yapıp, bu arada çocuk kitaplarıyla ilgili bir konferansa katılmaktı. Eşsiz bir manzaranın keyfini çıkarmak için ana yoldan çıkınca, yaşamında ki pek çok şeyin de kendi kortrolünden çıkacağını bilemezdi tabii ki. Arabası bozulup ıssızlığın ortasında tek başına kaldığında, bir at yetiştiricisi olan Clay yardımına koşmuş, genç kızın ona âşık olması için birkaç gün yetmişti. Bunun imkânsız bir aşk olduğunu anlaması ise daha kısa sürecekti.Clay, Kate Logan’la nişanlıydı ve Rorie’nin yapabileceği tek şey kalbindeki yangından kaçmaktı. Bölüm Bir Rorie Campbell küçük arabadan dışarı fırlarken, “İmdat! Yangın!” diye bağırdı. Arabanın ön kaputundan çıkan duman gökyüzüne doğru yükseliyordu. Rorie yolun karşı tarafına koşarken, çitin arkasında dolanan siyah beyaz benekli bir inek, sanki bütün bu patırtının ne denini merak ediyormuşçasına ona bakıyordu. Rorie arabayı işaret ederek, “Araba benim bile değil,” dedi. “Birdenbire dumanlar çıkmaya başladı.” inek boş gözlerle ona baktıktan sonra arkasını dönerek büyük bir meşe ağacının gölgesine doğru yürüdü. Rorie uzaklaşan hayvanın ardından bakarken, “Sanırım yanıyor. Bunun için Dan beni öldürecek,” diye konuşmayı sürdürdü. “Tanrım, ne yapacağımı bilmiyorum.


” Görünürde hiç su yoktu. Ayrıca olsa da arabaya taşımasını sağlayacak herhangi bir şey yoktu görünürde. Şu anda öylesine ümitsizdi ki bir inekle konuşuyor, hat ta neredeyse onun kendisine bir akıl vermesini bekliyordu. “Merhaba.” Rorie hızla dönünce kestane rengi bir atın üstüne binmiş bir adam gördü. Sıcak öğleden sonra güneşinin altında, Dan’in arabasının karşısındaki tepede durmuş, kendisine gülümseyen bir hayalet gibiydi. “Merhaba.” O anda Rorie’nin morali düzelmeye başladı. “Bir insanla karşılaştığıma çok sevindim.” Genç kız iki saatten beri bu yoldaydı ve tek bir arabaya bile rastlamamıştı. “Problem nedir?” Genç adam yılların verdiği ustalık la atından inerken eyer gıcırdadı. Rorie çaresizlikle ellerini kenetleyerek, “Ben… Bilmiyorum,” dedi. “Her şey yolunda gidiyordu. Sonra ani den arabadan dumanlar yükselmeye başladı.” “O duman değil, buhar.

” “Buhar mı? Yani araba yanmıyor mu?” Genç adam dizginleri atın boynuna doladıktan sonra spor arabaya doğru yürümeye başladı. O anda Rorie onun yetişkin bir erkek değil, bir delikanlı olduğunu fark etti. On altı yaşlarında bir çocuk. Ancak bu hiç de önemli değildi, birisiyle karşılaştığı için çok memnundu. “Bir arkadaşım Seattle’a arabasıyla gitmem konusunda ısrar etti. İçimden bir ses bunu yapmamam gerektiğini söylüyordu. Başıma bir iş geldiğinde çaresiz kalacağımı bilmeliydim. Bunu bilmem gerekirdi…” Çocuk, soluk blucininin arka cebinden büyük, mavi bir mendil çıkardı ve arabanın kaputunu açarken yanmaması için eline sardı. Kaputu kaldırdığı anda korku filmlerindeki mezarlıklarda bulunan sis gibi bir buhar bulutu yükseldi arabadan. Rorie yüzüne doğru gelen buharı uzaklaştırmak için hızla elini sallarken, “Ben… Ben bu güzel manzaralı yoldan gitmeyi düşünmüştüm,” dedi. “Yüz mil gerideki benzinci buraların çok güzel olduğunu, ana yoldan gidersem Oregon’ın en güzel manzarasını görmeden geçeceğimi söyledi.” Rorie gevezelik ettiğinin farkındaydı, ama şimdiye dek böyle bir durumla karşılaşmamış, kendisini hiç bu kadar çaresiz hissetmemişti. Çocuk birkaç kalın, siyah hortumu dikkatle kontrol ederken, “Burada sadece bu eyaletteki değil, bütün ülkedeki en güzel manzara vardır,” diye mırıldandı. Rorie saatine bakarak homurdandı. Eğer saat altıdan önce Seattle’a varamazsa, otel rezervasyonu geçersiz olacaktı.

Oysa genç kızın, gelecek iki hafta için büyük ümitleri vardı. Çocuk, “Görünüşe bakılırsa su pompasında bir sızıntı var,” derken, neden bahsettiğini çok iyi biliyormuş gibi bir tavır takınmıştı. “Ama bu yabancı arabalara taktıkları bir sürü süslü parça yüzünden bunu tam olarak söylemek kolay değil. Clay arızayı doğru olarak tahmin edebilir.” “Clay mi?” “Ağabeyim.” “Araba tamircisi midir?” O anda Rorie’nin içinde bir ümit ışığı belirmişti. “Tamirci değil ama araba tamirinden oldukça iyi anlar.” Rorie dudaklarını ısırdı. Neşesi gene kaçmıştı. Şu anda ilk yapması gereken şey bir telefon bulmaktı. Ara bayı tamir ettirebilmek için bir tamirciyle konuşacak, sonrada oteli arayarak odasını boş tutmalarını isteyecekti. Bulunduğu yerdenen, yakın kasabaya olan uzaklık göz önüne alınırsa, bir çekicinin gelip arabayı tamire götürmesi için, en az iki saat gerekecekti. Bir tamirhaneye vardıklarında arabanın onarımı herhalde çok fazla sürmezdi. Su pompasının sıkıştırılması ne kadarlık bir işti ki? “Yakınlarda bir telefon var mı?” Çocuk gülümseyerek atına doğru bir işaret yaptı. “Hemen şu tepenin ardında…” Rorie rahatladı.

En azından bir telefon bulmakta güçlük çekmeyecekti. “…Yaklaşık on mil kadar uzakta.” “On mil mi?” Rorie bezgin bir halde arabaya yaslandı. O anda bütün benliğini büyük bir öfke kaplamıştı. Bir daha asla manzarası güzel diye yan yollara sapmayacak, Dan’in arabasını alması için ettiği ısrarlara kulak asmayacaktı. “Endişelenmeyin. Yürümek zorunda kalmayacaksınız. Venture ikimizi de taşıyabilir. Pek ağır görünmüyorsunuz.” “Venture?” (http://tbn0.google.com/images?q=tbn:9Dd5XAqubBvo3M:http://www.bakerealty.com/images/Horse_5 .jpg) “Atım.

” Rorie bakışlarını, uzun otları yemek için başını yere eğmiş olan ata çevirdi. Şimdi onun ne kadar iri bir hayvan olduğunu fark edebiliyordu. Çocukluğundan beri hiç ata binmemişti. Altı yaşındayken diğer çocuklarla birlikte bir midilliye binip ağır ağır dolaşmış olması, şimdi ona hiç de güven vermiyordu. “Sen… Seninle birlikte ata binmemi mi istiyorsun?” Genç kızın üstünde yazlık bir elbise vardı ve bu kıyafetle ata binmek epey ilgi çekici olacaktı. Dikkatle ata bakarak eyerin üstüne nasıl çıkacağını düşündü. “Üstünüzde elbise var ve bu da işi zorlaştıracak.” Çocuk düşünceli bir ifadeyle çenesini ovuşturdu. Genç kız, “Bir başkası gelinceye kadar burada bekleyebilirim,” dedi. Çocuk şapkasını başına takarken, “Siz bilirsiniz,” dedi. “Ama bunun için en az bir gün geçmesi gerekebilir… Tabii şansınız varsa.” “Tanrım!” “Belki de ben eve gidip kamyoneti getirebilirim.” Bu fikir Rorie’ye çok akıllıca geldi. “Bunu yapar miydin? Dinle, harcadığın zamanın bedelini ödemekten mutluluk duyacağım.” Çocuk şaşkınlık dolu bir ifadeyle ona baktı.

“Bunu neden yapmak istiyorsunuz? Ben sadece size yardım ediyorum. Komşuluk bunu gerektirir.” Rorie gülümsedi. Hayatının büyük kısmını San Francisco’da geçirmişti. Bu şehrin her şeyini çok seviyordu, ama hayatı buna bağlı kalsa bile, yan dairesinde oturan çiftin adını söyleyemezdi. Şehirde insanlar başkalarına sokulmazlar, kendi başlarına yaşarlardı. Çocuk ellerini mavi mendile silerken, “Bu arada, adım Skip. Skip Franklin,” dedi. Rorie elini çocuğa uzatarak, “Benim adım da Rorie Campbell,” diye karşılık verdi. “Tanıştığımıza memnun oldum, bayan.” “Ben de, Skip.” Çocuk gülümseyerek, “Şimdi siz burada bekleyin. Ben hemen geri döneceğim,” dedikten sonra bir an için durakladı. “Burada yalnız başınıza kalabilirsiniz, öyle değil mi?” “Elbette. Benim için endişelenme.

” Genç kız bacaklarını iki yana açarak ellerini klasik karate pozisyonunda kaldırdı. “Ben kendimi koruyabilirim. Bunun için üç ders aldım.” Skip gülerek Venture’a doğru yürüdü ve eyerin üstü ne atladı. Birkaç dakika sonra tepenin ardında yok olmuştu. Rorie, o gözden kayboluncaya kadar arkasından baktıktan sonra çimenlerin üzerine oturdu. Arabadan dumanlar çıktığında konuştuğu ineğin kendisine baktığını görünce durumu açıklaması gerektiğini düşündü. “Bunun komşuluk gereği olduğunu söyleyip yardım çağırmaya gitti.” İnek yüksek sesle böğürdü. Rorie gülümsedi. “Ben de öyle düşünmüştüm.” Aradan bir saat geçti. Bu Rorie’nin hayatındaki en uzun bir saatti. Kızgın güneşin altında geçen her dakikayla birlikte cesaretini ve gücünü kaybediyor gibiydi. Tam Skip Franklin’in yalnızca hayalinde yarattığı bir görüntü olduğunu düşünmeye başladığında bir gürültü duydu.

Hemen ayağa kalkıp elini gözlerine siper ederek yola baktı. Skip bir traktöre binmiş ona doğru geliyordu. Rorie şaşkınlıkla yutkundu. Cesur kurtarıcısı onu almaya bir traktörle geliyordu. Skip şapkasını çıkararak salladı. Bu uzaklıktan bile onun gülümsediğini görebiliyordu genç kız. Rorie çocuğun bu hareketine karşılık verdi, ama dudaklarındaki gülümseme buruktu. Şu anda atla gitmeyi tercih ederdi. Traktörde yalnızca bir kişilik oturacak yer vardı. Acaba onu nereye oturtmayı düşünüyordu Skip? Motorun üstüne mi? Çocuk arabanın yanına varınca traktörle geniş bir daire çizerek geldiği yönün aksine döndü. “Clay arabayı burada bırakacağımıza bizim oraya götürmemizin daha iyi olacağını söyledi. Buna itiraz etmezsiniz, öyle değil mi?” “Ağabeyin en doğrusunu düşünmüştür.” Skip traktörden inerken, “O da birazdan burada olacak,” dedikten sonra, ucu kancalı bir zincir çıkartıp arabayı traktöre bağladı. “Clay’in daha önce yapması gereken bazı şeyler vardı.” Birkaç dakika sonra Rorie bir başka motor sesi duydu.

Bu kez gelen, acilen boyanmaya ihtiyacı olan, eski bir kamyonetti. Sol ön kaportası içine göçmüş ve çürümüştü. Çocuk yola doğru bakarak, “Clay geliyor,” dedi. Rorie, üstüne yapışan otları silkeleyip başını kaldırdığında, uzun boylu bir adamın kamyonetten indiğini gördü. Genç adamın üstünde bir blucinle gömlek vardı. Alnına doğru eğdiği şapka gözlerini gölgeliyordu. Onun kamyonetten inişini seyreden Rorie’nin bir anda nefesi kesildi. Clay Franklin’de, taşralı bir erkekte bulunduğunu düşündüğü bütün özellikler vardı. Genç kız onu vahşi bir hayvanı sakinleştirirken ya da bir imparatorluğu yönetirken hayal edebiliyordu. Genç adamın bütün hatlarında toprağın kendisinden gelen bir güç seziliyordu. Clay Franklin çelik grisi gözlerini genç kıza dikti. Burnu sanki bir kez kırılmışçasına hafifçe yamuktu. Genç adam gülümseyince garip bir şekilde ürperdi Rorie. Clay ellerini beline dayamış, hâlâ Rorie’ye bakıyordu. “Görünüşe bakılırsa başınıza epey tatsız bir iş gelmiş burada.

” Sesi kısık, boğuk ve hafifçe alay doluydu. (http://homepages.paradise.net.nz/wmg/movie/sheepA.gif) Konu Başlığı: Ynt: Kırların Sessiz Şarkısı – Debbi Macomber Gönderen: bianca üzerinde Temmuz 12, 2007, 04:32:24 ÖS Genç adamın bu sözleri karşısında Rorie verecek hiçbir cevap bulamadı. Bir şeyler söylemek üzere ağzını açtığında sesi çıkmamıştı. Ona bakıp muzip bir tavırla gülümseyen genç adamın gözlerinin kenarlarında ince çizgiler belirdi. Rorie arabayı işaret ederek, “Skip arızanın su pompasında olduğunu düşünüyor,” dedi. Bu sözleri çok alçak bir sesle söylemişti. O anda kendisini aptal biri gibi hissetti genç kız. Şimdiye kadar hiçbir erkek onu böylesine etkilememişti. Oysa genç adam yakışıklı bile değildi. Hele Dan Rogers’la uzaktan yakından bir ilgisi yoktu. Hayır, Clay küçük arabasıyla gurur duyan, şehirli ve cilalı Dan’e hiç benzemiyordu.

“Skip haklı olabilir.” Clay kardeşinin traktöre bağlamaya çalıştığı arabaya doğru yürüdü ve daha önce Skip’in yaptığı gibi siyah hortumu büküp kaşlarını çattı. Ardından arabanın traktöre iyi bağlanıp bağlanmadığını kontrol etti. Sonra kardeşinin sırtına hafifçe vurarak başını salladı. “İyi iş becermişsin.” Ağabeyinin beğenisi karşısında genç çocuk hoşnutlukla gülümsedi. Clay, Rorie’ye bakarak, “Sanırım bir telefon bulmak istiyorsunuz,” dedi. “Dilerseniz bizim evdekini kullana bilirsiniz.” “Teşekkür ederim.” Genç kızın kalbi deli gibi çarpıyor, midesi kasılıyordu. Bu onun için hiç de normal bir durum değildi. Genelde soğukkanlı davranırdı. Yirmi dört yaşında ağırbaşlı biriydi, çekici bir erkek kendisine bakınca ne yapacağını şaşıran uçan biri değil. Clay kamyonetin kapısını açıp Rorie’nin gelmesini bekledikten sonra, elini uzatarak onun kamyonete binmesine yardım etti. Bu basit hareket bile Rorie’yi çok etkilemişti.

Bir erkekten bu tür incelikler görmeyeli uzun süre olmuştu.Clay kamyonetin önünden dolanıp direksiyonun başına geçtikten sonra motoru çalıştırıp gaz pedalına bastı. Birkaç dakika süren sessizliği ilk bozan Rorie oldu. “Size verdiğim zahmetler için çok özür dilerim.” Clay dikkatini yoldan ayırmadan, “önemli değil,” diye karşılık verdi. Arabayı hız sınırına uygun bir şekil de sürüyordu. On dakika kadar sonra Clay yoldan saparak kamyoneti üstünde ELK RUN yazan bir kapıdan geçirdi. Yolun iki tarafında, birkaç atın sakin bir şekilde otladığı yeşil çimenler vardı. Rorie at cinsleri hakkında hemen hiçbir şey bilmiyor, ama tüm bilgisizliğine rağmen bu atların zarafetini ve güzelliğini görebiliyordu. Genç kızın fark ettiği bir diğer şey de, çevresinde geniş bir veranda bulunan iki katlı büyük bir evdi. Ve randadaki beyaz salıncak rüzgârın etkisiyle hafifçe sallanıyordu. Eve giden taşlı yolun iki yanında güller vardı. Rorie yavaşca,”Çok güzel,” dedi. Kentucky’nin tepelerinde böyle bir şeyi görmeyi beklerdi, ama Oregon’ın arka kesimlerinde asla. Clay onun bu sözleri üzerine hiçbir şey söylemedi.

Kamyoneti evin yanından geçirip, Rorie’nin şimdiye kadar gördüğü en büyük ahıra doğru sürdü. Bu ahırın için de en az otuz atlık yer olmalıydı. Genç kız, “At mı yetiştiriyorsunuz?” diye sorduğun da Clay’in gözleri parladı. “Öyle de denebilir. Elk Run bir at çiftliğidir.” “Arap atları mı?” “Hayır. Amerikan binek atları.” “Daha önce bu at cinsini duyduğumu sanmıyorum.” Clay, “Herhalde duymamışsınızdır,” diye karşılık verip kamyoneti park ettikten sonra, Rorie’nin aşağı inmesine yardımcı oldu ve onu evin arka tarafına doğru götürdü. Genç kızın mutfağa girebilmesi için tel kapıyı açarken, “Mary,” diye seslendi. Genç kızın burnuna tarçın ve elma kokusu geliyordu. Bu güzel koku, soğuması için tezgâhın üstüne bırakılmış olan yeni pişmiş kekten geliyor olmalıydı. Yerdeki halıda siyah bir av köpeği uyuyordu. Clay ayağıyla onu dürtünce köpek başını kaldırıp kuyruğunu salladı. Genç adam çömelerek hayvanın kulaklarını okşadı.

“Bu Blue.” Köpeğin Clay’in çocukluk arkadaşı olduğunu tahmin eden Rorie, “Merhaba Blue,” dedi. “Mary ortalarda görünmüyor.” “Mary karınız mı?” “Hayır, evimizin kâhyası,” diye karşılık verdi Clay. “Ben evli değilim.” Bu küçük bilgi bir anda Rorie’nin içini rahatlatmıştı. Genç kız aptalca davrandığını düşünüyordu. Evet, San Francisco göğü kadar gri gözlü bu erkek onu çok etkilemişti, ama bu hiçbir şeyi değiştirmezdi. Eğer planlan tam olarak işlerse birkaç saat içinde genç adamın hayatından çıkmış olacaka. Kâhya kadından cevap gelmeyince Clay, “Herhalde Mary üst katta,” dedikten sonra mutfağın öbür tarafını işaret ederek, “Telefon orada, duvarda,” diye ekledi. Rorie telefona doğru ilerlerken Clay buzdolabından parlak renkli, seramik bir sürahi çıkarmıştı. “Buzlu çay ister misiniz?” Rorie başını salladı. “Lütfen.” Boğazı hafifçe yanı yordu. Telefon görüşmesini yapmadan önce birkaç kez yutkunmak zorunda kaldı.

Genç kız telefonla konuşurken, Clay dolaptan çıkardığı iki uzun bardağın içine buz ve ince limon dilimleri koyup çay doldurdu. Rorie konuşmasını bitirdikten sonra masaya gelip Clay’in karşısına oturarak, genç adamın hazırladığı çaya uzandı. “Seattle’daki oteli aradım. Odamı en fazla saat altıya kadar boş tutabileceklerini söylediler.” Genç adam, “Başka bir otelde oda bulunacağından eminim,” dedi. Rorie onunla aynı fikirde olmamasına rağmen başını salladı. Şu anda yazarlar konferansına gidiyordu ve bunun için oldukça yüklü bir ücret ödemişti. Bu yüzden de konferansın tek bir dakikasını bile kaçırmak istemiyordu. Konferans nedeniyle şehirdeki bütün otellerin tamamiyle dolu oldukları söylenmişti. Şimdi otel rezervasyonu iptal edilirse ne yapacağını bilemiyordu. Clay, “Nightingale’daki tamirciye telefon edeceğim,” dedi. “Orası yakın mıdır?” “Yoldan beş mil kadar ötede.” Genç adamın bu sözleri üzerine Rorie rahatladı. Şimdiye kadar Nightingale diye bir yerden bahsedildiğini hiç duymamıştı, ama orada bir tamirci bulunmasına sevinmişti. Çünkü bu kasaba, yol haritasında belirtilmeyecek kadar küçük bir yer olmalıydı.

“İhtiyar Joe hayatının önemli bir kısmını arabalarla uğraşarak geçirdi. Sizin işinizi de görecektir.” Clay hemen telefona giderek numaraları çevirdi ve birkaç dakika konuştuktan sonra ahizeyi yerine bıraktı. Nedense kaşları çatılmıştı. Rorie ona durumu sormak istedi, ama bunu yapmasına fırsat kalmadan genç adam rehbere bakıp başka bir numara çevirdi. Bu görüşmenin sonunda kaşları daha da çatılmıştı. “Sizin için kötü haberlerim var.” Genç adamın bu sözleri üzerine Rorie’nin yüreği ağzına geldi. Clay’in kaşlarının çatılması ve sesinin tonu, endişelenmesine yol açmıştı. “Ne oldu? Yolunda gitmeyen nedir?” “Önce Nightingale’daki garajı aradım. İhtiyar Joe balığa çıkmış. Telefona çıkan kişi onun bu ayın sonuna kadar dönmeyeceğini söyledi. Buranın altmış mil güneyin deki tamirci de, arabadaki sorunun su pompasından kaynaklanması halinde, yenisini getirtmesinin en azından dört gün süreceğini belirtti.” Konu Başlığı: Ynt: Kırların Sessiz Şarkısı – Debbi Macomber Gönderen: bianca üzerinde Temmuz 13, 2007, 09:05:28 ÖÖ Bölüm İki Rorie, “Dört gün mü?” diye bağırdı. Yüzündeki bütün kanın çekildiğini hissediyordu.

“Ama bu imkânsız! O kadar uzun süre beklemem mümkün değil.” “Bana kalırsa fazla seçme şansınız yok,” diye karşılık verdi Clay. “George, araba yabancı marka olmasaydı pompayı bir gün içinde getirtebileceğim söyledi.” “Arayabileceğim başka bir tamirci olmalı.” Genç adam bir müddet düşündükten sonra omuz silkti. “isterseniz deneyebilirsiniz ama bunun bir yaratı olmaz. Eğer Riversdale’deki tamirhane parçayı cumartesi gününe kadar getirtemiyorsa, bir başkasının bunu da ha çabuk yapabileceğini düşünmenize neden olan şey nedir?” Clay’in durumu böylesine sakinlikle karşılaması Rorie’yi sinirlendirmişti. Eğer burada dört gün kalırsa aylardan beri katılmayı planladığı yazarlar konferansını kaçıracaktı. Bütün tatilini buna göre ayarlamıştı. Konferanstan sonra Victoria’ya gidecek, eve dönerken de Oregon kıyılarında dolaşacaktı. Clay telefon rehberini uzatınca Rorie sarı sayfalan karıştırdı ve araba tamircileri kısmını buldu. Bu bölüm de çok az tamircinin numarası vardı ve hiçbirisinin de hızlı servis verdiğinden bahsedilmiyordu. Genç kız, “Evet, bunun bir yararı olacak gibi görünmüyor,” diye homurdandı. Ümidini kaybetmiş bir halde rehberi tezgâhın üstüne bıraktı. “Siz ve kardeşiniz bana çok yardımcı oldunuz.

Bunun için sizlere minnettar kaldığımı bilmenizi isterim. Şimdi bana bir otel önerebilirseniz… Bahsettiğiniz kasabanın adı neydi?” “Nightingale.” “Tamam.” Genç kız hafifçe gülümsemeye çalıştı. “Temiz olan herhangi bir otel işimi görür.” Clay çenesini ovuşturdu. “Korkarım bunda da bir problemimiz olacak.” “Şimdi ne var? Otel müdürü de İhtiyar Joe ile birlikte balığa mı gitti yoksa?” Rorie sesindeki alay dolu ifadeyi saklamaya çalıştı, ama bunu başaramamıştı. Görünüşe bakılırsa Nightingale halkı sorumluluklarını bilen insanlar değillerdi. Eğer biri onlara ihtiyaç duyduğunda işlerinin başında bulunuyorlarsa, bu tamamen bir tesadüf eseri olmalıydı. Clay düşünceli bir ifadeyle, “Bu seferki problem İhtiyar Joe’nun balığa çıkmasından kaynaklanmıyor,” diye açıkladı. “Nightingale’de otel yok.” Rorie ellerini öfkeyle bacaklarına vurarak, “Ne?” diye bağırdı. “Hiç otel yok mu? Ama olması gerekir.” “Bu civardan fazla geçen olmaz.

İnsanlar genellikle ana yolu kullanırlar.” Eğer genç adam onun da aynı şeyi yapması gerektiğini ima ediyorsa, Rorie tamamiyle aynı fikirdeydi. Güzel bir manzara görmüş olabilirdi, ama arka yollardan yaptığı bu küçük yolculuk başına ne işler açmıştı. Şu an da bütün tatili mahvolmak üzereydi. Bir kez daha derin nefes alarak kendisini toplamaya, soğukkanlı düşünme ye çalıştı, ama her geçen dakika biraz daha zorlaşıyordu bu. “Ya Riversdale? Herhalde orada bir otel vardır, öyle değil mi?” Clay başını salladı. “Evet var. Gerçekten de güzel bir otel ama sanırım bütün odaları dolu.” “Dolu mu? Az önce insanların bu yolu pek kullanmadıklarını söylemiştiniz.” “Turistler kullanmaz.” “O halde nasıl oluyor da otelde boş oda bulunmuyor?” “Jerome ailesi yüzünden.” “Anlayamadım.” “Jerome ailesi büyük bir toplantı yapıyor. Bu toplantı için ülkenin her tarafından insanlar gelir. Geçen gün Jed, bir kuzeninin Boston’dan geleceğini söylemişti.

Bu toplantıya kalacakların sayısı Riversdale’daki tek oteli doldurmak için yeterli.” Kısa bir telefon görüşmesi Clay’in bu düşüncesini doğrulamışa. Eli hâlâ telefonun üstünde olan Rorie, “Korkunç,” diye mırıldandı. Sinirleri iyice gerilmişti. Olayların gidişine bakılırsa parkta bir bank üzerinde uyumak zorunda kalacaktı… Tabii eğer Nightingale’de bir park varsa. O sırada arka kapı açıldı ve Skip içeri girdi. Yüzün de halinden memnun bir ifade vardı. Kendisine bir bardak buzlu çay doldurduktan sonra tezgâha yaslandı ve bakışlarını Rorie ile Clay’in üzerinde dolaştırdı. İkisi de hiçbir şey söylemeyince, “Neler oluyor?” di ye sordu. “Fazla bir şey yok,” dedi genç kız. “Arabam için su pompası getirtmek dört gün sürecek ve bu civarda kalabileceğim tek otel de iki haftalığına dolu. Ayrıca…” Skip, “Bu hiç önemli değil. Burada kalabilirsin,” diye atıldı. Mavi gözleri hevesle parlıyordu. “Sizi misafir etmek hoşumuza gider, öyle değil mi, Clay?” Rorie genç adamın cevap vermesine fırsat bırakmadan konuşmaya başladı.

“Hayır. Teklifiniz için teşekkür ederim, ama size daha fazla rahatsızlık vermek istemiyorum.” “Bu bize hiç de rahatsızlık vermez, öyle değil mi?” Skip dikkatini bir kez daha ağabeyine çevirmişti. “Ona bizi rahatsız etmeyeceğini söylesene Clay.” Rorie, Clay’e kardeşinin sözlerini tekrarlama fırsatı vermede, “Bu söz konusu olamaz,” dedi. Bu insanları tanımıyordu. Daha da önemlisi onlar da kendisini tanımıyorlardı ve genç kız hiç tanımadığı bu insanlara daha fazla yük olmak istemiyordu. Clay genç kızın gözlerinin içine bakarak hafifçe gülümsedi. “Bu sana kalmış bir şey Rorie. Eğer istersen Elk Run’da kalabilirsin.” “Ama benim için yeterince şey yaptınız zaten. Gerçekten de ben…”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir